Acelya
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Acelya

ACELYANIN DÜNYASI DOSTLUGUN VE SEVGININ TEK SIMGESI
 
PortalPortal  AnasayfaAnasayfa  GaleriGaleri  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Rengimi Kaybettim”…

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
sitekurucusu
Admin
Admin
sitekurucusu


Koç
Yılan
Mesaj Sayısı : 23648
Doğum tarihi : 01/04/65
Kayıt tarihi : 17/02/08
Yaş : 59
Nerden : insanligin oldugu yerden

Rengimi Kaybettim”… Empty
MesajKonu: Rengimi Kaybettim”…   Rengimi Kaybettim”… Icon_minitimePaz Kas. 09, 2008 4:30 pm

Rengimi Kaybettim”… Theend
”Rengimi Kaybettim”…
Uzaklarda bir martı göğe kanatlanıyordu belli belirsiz… Tenha
çığlıklarını da kanatlarına gizlice bağlayarak… Kim(ses)izliğin kırgın
kolları uzandı Şehr-i İstanbul’un ayaz dalgalarına… Sahipsiz köşe
başlarında hoyratça demlenen bir sarhoşun savunmasızlığında… Ardından
gece elini kolunu sallaya sallaya çıkageldi… Karanlık bir adresin
salkım söğüt kokan kapısında katran karası saçlarını savurarak…
Küçük oda, saatlerdir yanmış ve sönmüş mumların birbirine bulanmış
esanslarıyla yağmalanmıştı sanki… Uzun zamandır tozu alınmadığı aşikar
bir masada, kıvrımsız bir yılın kenarından yırtılmış tanıkları adeta
dikkatlice serpiştirilmişti… Yanı başında ”hazır ol” emrinde bekleyen
kalın bir mumun ışığı, tenlerinde teker teker parmaklarını dolaştırıyor
gibiydi… Duvarda zamanı antikalığa göz dikmiş, el yapımı bir saat,
ezelinden yorgun işçilerini, duraksız ”an”larda bir”az” daha
eskitmekteydi…
”Tik-tak”… ”Tik Ve Tak…”
İçerideki soğuktan anlaşıldığı kadarıyla, açık unutulmuş bir balkon
kapısından gelen ses; beyazda asılı bırakılmış saatin mesaisi ile garip
bir şekilde uyum sağlıyordu… Camlarının rahatça ve gün be gün izlediği
caddeden geçen mavi pelerinli bir rüzgardan başkası değildi…
Küçük odada aksi, hristiyan alemini ibadete davet eden bir kilise
çanını andıran seda, yankısını şiddetle beş kez aldı… Altıncı defa
susmaya gizlice meğil vermişken…
Pembemsi çarşafa sarınmış bir beden, karşısında boylu boyunca uzanan
bir aynada huzursuzca kıpırdadı… Küçük oda’nın içinde sessizce
arşınlanan rutin tempoyu, aynı beden aniden bozdu…
Gözleri uzun zamandır; bir rüyada kapalı kalmış gibi değildi… Fakat,
ela renginde yorgunluk saplı duruyordu… Yüzü, delicesine istenmiş bir
uykuya kapanmıştı, lakin sadece istemek yeterli olmamıştı her zamanki
gibi… Dudaklarını ıslattı yüzündeki o donmuş ifadede… Susamıştı sanki…
Yavaşça ayağa kalktı… Açık unutulmuş balkon kapısının eşiğine yumuşak
bir namede tutundu…Caddeyi ve mavi pelerinli rüzgarı kollayan sokak
lambalarından birinde saniyelerle takılı kala(kaldı) gözlerinin rengi…
Aynı yavaş namede tül perdelerin arasından yavaşça sıyrılarak, kapıyı
sıkıca kapattı… Az ötedeki komodinin üzerinden, gümüş işli kül
tablasını ellerinin arasına aldı… Sanki; içindeki söndürülmüş izmarit
”yığınlarını” sayıyor gibiydi… Belli belirsiz bir tebessüm işledi
buğday teninden, gecenin ‘’ses”ine… Zarif ve bordo ojeli parmakları bir
tane daha eksiltmek ve belki de ”eksilmek” üzere sigara paketine
yöneldi… Mum hüzmeleriyle aydınlanan küçük odaya, bir tokat çakıldı
adeta…Siyah bir çakmağın; başrolünde oynadığı…
Özlemiş bir hali vardı, sigarayı tüm bedenine ve hatta belki de ruhuna
sindirirken… Bir nefes ve bir nefesle daha eridi zehir, ağız
kenarlarında… Sonlandırılmış izmaritlerinin arasına bir yenisini, henüz
eklemişken…
Terliksiz ve çıplak adımları tuhaf bir sakinlikte, tozlu masanın
sandalyesini buldu… Üzerine emanet edilmiş kahverengi ve iri örgülü
hırkayı üzerine geçirdi çarçabuk… Hırkanın misafirperver sıcaklığı,
aslında çoktan beridir üşümüş olduğunu hatırlattı…
Bir anda aklına bir şeyin düştüğünü fark etti… Komodinin yamacında
gölge almış müzik setinin düğmelerinden birine usulca dokundu… Küçük
odanın, az önceki ritmi artık tamamen bozguna uğratılmıştı…
Yarattığı sahneden ötürü sendelemiş gibiydi… Duvarın beyazına tutunarak, adeta ağır bir çekimde sandalyeye yeniden sokuldu…
Bakışları gerçekte varolmayan bir boşluğa salınmış gibiydi…
İsmi konulmamış bir fırtınanın ya öncesiydi solukladığı ya da sonrası… Aslına bakılırsa, bu neyi ve nasıl değiştirebilirdi ki…?
Kendiyle ilişkili ve çelişkili tüm maskelerden arınmış kadar yalındı çizgileri…
Masanın çekmecelerinin birinden tükenmez bir kalem çıkardı ve bir de sarımtrak bir kağıt…
Kadın; ısısı, tadı ve rengi hiç değişmemiş bir notada şarkısını
söylüyordu… Uçları kıvrılmış ve yıllanmış bir repertuardan, defalarca
dokunmuş sözleri aralıyordu heceleri…
-”Rengimi kaybettim…”
Kulaklarında sayısızca ardıllanmış ”merhaba”larımdan farklı bir ”merhaba”ydı bu…
Ya da hep söylemeyi istemekten korktuğum birkaç harfin telaşlı koşuşturması…
Biliyorum…
Bir tuval pürüzsüzlüğünde gece-gündüz demeden ve sadece ucuz birer
fırça boyunda apansızca harcadım ben tüm renkleri… Sarıyı, kırmızıyı,
turuncuyu, hakiyi ya da nefti yeşilini…
Çocukluğumda sanki başka hiçbirşey resmedilemezmiş gibi yaptığım,
dağların arasında küçülmüş bir ev, göğün kumaşına ufak bir iğneyle
tutturulmuş güneş, bir ”m” harfinden gölge almış martılar, dümdüz bir
ovayı ortadan ikiye ayıran bir nehir, birkaç ağaç ve etrafında
sıralanmış bir masayla, iki adet sandalye…
Tahmin etmek o kadar da zor değil, tüm saydıklarımın kuşanmış birer
rengi vardı… Şimdi; umudu gözü kapalı bekleyen, küçük bir kız
saflığında soruyorum sana:
”-ben aslında o küçücük ellerime zamansızca sürdüğüm kocaman renklerimde mi kaybettim düş’ümün ‘tek’ rengini… ?
Bir şey daha biliyorum,
Sorumun cevabı ”asla” dudaklarının yolunda sarılmayacak ”umut” denilen
avuntunun kolllarına… Biriktirilmiş tüm zaman ve mekan mevhumlarının,
ruhumun en derin köşelerini bu denli istila edeceğini bilseydim; hiç
yaşamamış olmayı tercih ”de” edebilirdim..
Her ne kadar; az önceki cümlemde yer almış ”de” eki’nin sebebini hayatımın baş köşesine oturtmuş olsam da…
Sen’den sonra defalarca söz vermiştim halbuki kendime… ”Bu yalanına
dolanmış dünyanın, topuklanmamış tek bir santimini bile ardımda
bırakmayacağım” diye…
Gitmedim hiçbir yere…
On ay, üçyüz küsur gün ve bilmem kaç küsur saat hala senin sevgili
şehrinde, oradan oraya dağılmakla meşgul… Paramparça’lıktan bile çok
uzakta artık… Teni, kavrulmuş kül zerreciklerinde…
Sol yanımın kısa bir süreliğine, ki - az önce söylemiş olduğum an’lara
tekabül etmekte - ;felç geçirmiş olabileceğini düşünüyorum… Kanıtsız ve
ipe sapa gelmez bir iddia değil benimkisi…
”Yürek, nefes alamazsa, ruh bedenden ayrılırmış…”
Şahit olduğun gibi; ”iki kere iki dört eder” kıvamında…
Fakat, bir kez daha biliyorum ki; yine kısa süreli bir ayrılık bu…
Aslında, çok doğal bir durum bile sayılabilir… Onca zam(an), tek bir
sevdanın üzerinde hüküm sürmesi bağlamında… Biraz başıboş ve yek
kalması, onun da en az bizim kadar hakkı sayılır esasında…
Her ne kadar, ”o”nsuzluğumdan hala seni suçlu ve sorumlu tutmuş olsam da…
Arkasında adımlanan yargılardan, ”adımı” ilk andığın saniyeden beri
haberin var… Sen de biliyorsun ki; hiçbir infaz(ım), tek bir
yargısızlıkta sonlanmadı bugüne kadar…
Aklıma gelmişken;
Bana doğumgünümde hediye ettiğin karamel yapraklı bir defterim vardı ya…
Dün gece, bir kez daha hunharca öldürdüm kelamlarımı, son sayfasında da…
”Dördüncü mevsimin, ondokuzuncu düş’ünde bir kez daha doğmaya, üç ay kala; ’sen’ yoksun hala…”
”Yok olabilmek, bu kadar zor mudur acaba… ? ”
Yanıtı, bir milat aralığının, kirişinde saklı galiba… Ya hiç açılmamış
bir zarfın, ılık kokusunda ya da hiç yazılmamış bir şiirin yanaklarında…
Sihirli sözcüklere uzanacak kadar vaktim yok belki de… O yüzden; aradığım bir mucize…
” ‘Git’ desem de geride kalandır ‘aşk’… ” demiştim hatırlasana…
”Git…” diyorum, tadın dudaklarımda, kokun tenimde saklı hala…
”Aşk”; bir yüreğin ucunda… Med-cezir’lerle sallantıda…
Sezen söylüyor yine odamın her bir nüfuzuna… Parmak uçlarına sarılmış, kaçak ruhumun da…
Ellerini, yüreğine taşıyabiliyorsan hala; duyabilirsin belki, yanık kokmuş nakaratlarını da…
*…bir an gelipte, küllenince
yüreklerimiz dinlenince
başka sevgilerde teselli bulunca
işte biz o gün düşüneceğiz
etrafımızı sarıverecek
bir boşluk ki asla bitmeyecek
herşey bir an’da
anlamsız gelecek
işte biz o gün ”tükeneceğiz”…*
Son bir kez defa biliyorum ki; zarfını hiç hatırlamadığım bir yerde
saklı bu mektup, ulaştırmayacak harflerimi sana ‘’son bir kez daha”…
İşte, tam da bu yüzden, yabancı ve hain bir özlemin can’ımı gri bir
kurşun renginde ve üçyüz küsür günlük bir santimde delip, defalarca
geçip gittiğini ve ”hala” seni sevdiğimi söylemeyeceğim…(!)
Duru ve lal olmuş bir vedaysa, son tümcem sana:
”Dördüncü mevsimin, ondokuza uyandırılmış düş’ünün nihai lahzasında

Biliyorum ki; ‘tükeneceğiz’…”










__________________
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://acelya.forumakers.com
 
Rengimi Kaybettim”…
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» 01 Ocak 2011 Cumartesi, Kaybettim

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Acelya :: HANIMEFENDİLER ve BEYEFENDİLER :: AH KADINLAR-
Buraya geçin: