Acelya
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Acelya

ACELYANIN DÜNYASI DOSTLUGUN VE SEVGININ TEK SIMGESI
 
PortalPortal  AnasayfaAnasayfa  GaleriGaleri  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 SONKALE ÇANAKKALE GEÇİLMEZ

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
sitekurucusu
Admin
Admin
sitekurucusu


Koç
Yılan
Mesaj Sayısı : 23648
Doğum tarihi : 01/04/65
Kayıt tarihi : 17/02/08
Yaş : 59
Nerden : insanligin oldugu yerden

SONKALE ÇANAKKALE GEÇİLMEZ Empty
MesajKonu: SONKALE ÇANAKKALE GEÇİLMEZ   SONKALE ÇANAKKALE GEÇİLMEZ Icon_minitimePaz Eyl. 07, 2008 4:51 pm

Bir milletin kaderini değiştiren destan ''Şu Boğaz harbi nedir?/Var mı ki dünyada eşi?/En kesif orduların yükleniyor dördü beşi/Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya/Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya/Ne hayasızca tahaşşüt ki ufuklar kapalı/Nerede, gösterdiği vahşetle bu bir Avrupalı''...
Mehmet Akif Ersoy'un, yazıldığı tarihten bu güne kadar bütün nesillere Çanakkale Savaşı'nın heyecanını yaşatan bu şiiri, bir milletin kaderini değiştiren destanını anlatıyor.
İngiliz ve Fransız ortak saldırılarına karşı savaşılan bu cephede cereyan eden muharebeler denizden ve karadan olmak üzere yaklaşık bir yıl sürdü. Çok şiddetli çarpışmalar oldu, Türkler canları pahasına büyük bir zafer kazandı.
Çanakkale Savaşları'nda 18 Mart Deniz Zaferi'nin ise önemli bir yeri bulunuyor. 18 Mart, yersiz bir gururun Karanlık Liman'da boğuluşunun tarihlere kaydedildiği gün oldu. Türk denizcilerinin ve topçularının hedefini şaşmayan çelik yumruğu, bu zaferin kazanılmasında başlıca rolü oynadı.

HASTA ADAM

Peki bu zafer nasıl kazanıldı? 1914'lü yıllarda Osmanlı, yorgun ve halsizdi, Avrupalılar'ın deyimiyle ''hasta adamdı''. Birinci Dünya Savaşı'na girecek durumda değildi. Yeni çıktığı Balkan Savaşı'nın yaralarını saracak zaman bile bulamamıştı. 1911 Trablusgarp ve 1913 Balkan muharebeleri yenilgileri Osmanlı'nın adeta belini bükmüş ve kendisine gelmesi çok zor olan bir süreç içerisine girmesine neden olmuştu.
Genç Türkler iktidara geldiği 5 yıl içinde büyük toprak kayıplarına uğramıştı. En değerli ordularını bozgunda kaybetmiş, kucak dolusu paralar ödenerek dışarıdan satın alınmış silah, top cephane ne varsa onlar da Ekim ve Kasım ayının çamurlu, yolsuz Rumeli topraklarında düşmana terk edilmişti.
Koca imparatorluk, çağın, sanayi devriminin, bilim ve teknolojinin çok gerilerinde kalmış, zengin Avrupalılar'ın ''kapitülasyon'' denilen ekonomik ve mali boyunduruğu altında ezikti. Ülkede ne sanayi denebilecek bir tesis, ne de tam anlamıyla yapılan bir tarım vardı. Gaz yağından iğnesine, silahından mermisine her şey için dışa bağımlı olan memlekete ne düzgün bir yol, ne bir liman, ne de fabrika vardı.
İhmale uğramış insanları fakir ve okutulmamış, devlet yönetimi çürümüş hazinesi tamtakır olmuştu. Bir yıl öncesinden beri Alman askeri Türk ordusunda geniş ıslahat yapmış, fakat Balkanlar'daki yenilgiler büyük zarar getirmişti. Bir çok bölgelerde asker aylardan beri maaşını alamamış, orduda moral kalmamıştı. Donanma da mutsuz ve demode bir haldeydi. Çanakkale'deki Garnizon perişandı. Silahları ise çağdışı idi.

HÜKÜMETİN DURUMU

Siyasal durum ise tam bir karmaşa idi. İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne bağlı olan Genç Türkler, 1909'da padişahı tahtan indirerek pek çok çevrede özellikle aydın çevrede tam bir destek kazanmıştı.
Ancak, 5 yıllık savaş ve iç bunalımlar gereğinden de fazlaydı. İmparatorluğun derme-çatma hükümeti bir başka hükümeti iş başına getirerek kuvvetlenmek, durumu düzeltmek imkanı kaçırmış, Genç Türkler'in enerjileri ise kendi başlarını kurtarmanın umutsuz ve yalın mücadelesinde tükenmişti.
Artık ne demokratik seçimlerden, ne özgürlükten, ne bütün ırkların eşitliğinden ne de hilal altında birleşmeden bahseden yoktu. Mali yönden hükümet iflas etmiş, eski zorbalık ve irtikap günlerine geri dönülmüştü. Bağdat ve Kudüs gibi dış eyaletlerde ahalli idareler korkutucu bir durumdaydı. Her an herhangi bir aşiretin bağımsızlığını ilan etmesi mümkündü.
Durum böyle olunca İttihat ve Terakki yönetimi de halkın gözünden iyice düştü.

SAVAŞA DOĞRU...

Dünya kaçınılmaz bir paylaşım savaşına doğru yönelirken, Osmanlı İmparatorluğu da bu savaş karşısında tarafsız kalamayacağını fark etti.
Bu durumda yapılabilecek en doğru hareket ''ölünecekse savaşarak ölmek'' idi. Halk ve İttihatçı üyeler, Osmanlı'nın savaşa girmesine taraftar değildi. Bu arada Alman Ordusu'ndan yetkililer, Türk askerini eğitmeye başlamıştı.
İttihatçılar Almanya yerine İngiltere ve Fransa'ya yakınlık duyuyorlardı. Almanya, sadece Enver Paşa ve diğer subaylara yakın geliyordu. Çünkü, Almanya'da eğitim görmüşlerdi. Almanlar da ittifakta çok istekliydi.
İngiltere, Genç Türkler'in iktidarına güvenmiyor ve onlarla ittifak yapma teklifini reddediyordu. Ancak durum böyle olmasına karşılık Osmanlı üyelerinden Hakkı Paşa, İngiltere ile problemli konuları halletmek ve ittifaka zemin hazırlamak amacıyla Londra'ya gönderildi.
Diğer yandan, Balkan savaşları sırasında edinilen borçların tasfiyesi ve yeni borçlar için Maliye Nazırı Cavit Bey Fransa'da faaliyette idi. Fransa da tıpkı İngiltere gibi borç yanında kapitülasyonlardan vazgeçmeye ancak diğerleri vazgeçerse razı olacağını belirtti.
Rus ordusu ise güçlü ve disiplinliydi. Ancak sanayisi beklenmedik bir süre alan siper savaşı için gerekli olan bolca cephaneyi ve ağır obüs toplarını yeter ölçü ve zamanda yetiştirecek derecede gelişmemişti. Bu bakımdan ise İngiltere ve Fransa geri durumdaydı. Bunun yanında, Rusya'nın en işlek liman ve demiryolları Karadeniz ve Baltık Denizi'ndeydi. Bu, Rusya'nın birinci yoluydu. Bu yolu açıp kapamak Osmanlı Devleti'nin elindeydi.
Osmanlı Hükümeti için boğazları kapalı tutmak gerekliydi, seferberlik zorunluydu. İttihat ve Terakki büyüklerinde ne diplomasi, ne yönetim, ne de genel siyasal bakımından bir iktidar yoktu.
Dünya Savaşı kapıdayken Osmanlı devleti çöküşüne zemin hazırlayacak bu savaşa girmek üzereydi.
Her ne kadar Osmanlı yönetimi ve özellikle savaşa taraftar olmayan Sadrazam Halim Paşa, Maliye Nazırı Cavid Bey ve diğer üyeleri yapılan anlaşmanın savunma amaçlı olduğunu iddia etseler de Almanya, hemen ertesi günü Osmanlı'ya savaşa girme zemini hazırlamaya başladı.
3 Ağustos'ta da Fransa'ya ve sömürgelerine karşı faaliyet için Akdeniz'de bulunan Goben ve Breslav zırhlılarına hemen İstanbul'a gitme emri verildi. İngiliz'lerin peşinden geldiği gemiler önce İzmir'e, 10 Ağustos'ta da Çanakkale'ye geldiler. Hükümetin bilgisi haricinde Harbiye Nazırı Enver Paşa'nın özel izniyle boğazlardan geçtiler.
Gemiler geçtikten sonra İtilaf Devletleri yaptıkları tarafsızlık anlaşmalarına göre, gemilerin 24 saat zarfında Türk karasularından çıkarılmasını ya da hemen silahlarından arındırılması gerektiğini bildirerek Osmanlı hükümetini protesto ettiler.
Hükümet, bunun üzerine Halil Menteşe Bey'in teklifi üzerine gemileri satın aldı.
Sonunda Osmanlı da savaşa girmişti. Gemiler boğazdan geçtikten sonra mürettebatı başına fesler giyerek sanki Türk donanmasının denizcileriymiş gibi davranıyordu. Bunun üzerine Alman Paşası Weber, Çanakkale Boğazı'nı kapattırdı. Bundan Türkler'in de haberi yoktu. Durumdan haberi olanlar yalnızca Enver Paşa ve kabine arkadaşlarıydı. Aynı zamanda bu durum diğer ülkeleri de telaşlandırdı.
Rusya'nın ise neredeyse hayat yolu kesilmişti. Birkaç hafta içinde Karadeniz'den gelen Rus buğdayı yüklü gemiler Haliç'te tutuldu. 29 Ekim tarihinde Goben ve Breslav Karadeniz'e açılarak Odessa Sivastopol ve Navrossis'de ki Rus tahkimatını bombardıman
ettiler. Bunun üzerine, 30 Ekim'de İngiliz ve Fransızlar da Türkiye'ye karşı harekete geçti.

MUSTAFA KEMAL TARİH SAHNESİNDE...

Bu sıralarda Enver Paşa, Mustafa Kemal'i Sofya'ya Türk Elçiliği'ne ataşelik görevine göndererek oradan uzaklaştırdı.
Çünkü Mustafa Kemal, Osmanlı'nın henüz savaşa girecek durumda olduğuna inanmıyordu. Bunun için henüz erken olduğunu düşünüyor, ayrıca Almanlar'a da güvenmiyordu. Mustafa Kemal, savaşın başladığını öğrenince Sofya'dan telgrafla aktif hizmete verilmesini istedi, ancak Alman aleyhtarı olduğu için kabul edilmedi.
Kendisine haber gönderildiği zaman o zaten kendiliğinden işi bırakarak Anadolu'ya dönmeye hazırlanıyordu.
Rus limanları bombardıman edildikten sonra Rusya, fiilen 31 Ekim'de Doğu Beyazıt'ın kuzeyinden sınırı geçti, İngiliz'ler de ertesi gün Akabe'yi bombaladı. 3 Kasım'da Rusya, 5 Kasım'da Fransa ve İngiltere Osmanlı'ya savaş ilan etti.
Osmanlı'nın karşı savaş ilanı ise 11 Kasım 1914 tarihinde yapıldı. Padişah V. Mehmet Reşat savaşın ilanından 3 gün sonra 14 Kasım 1914'te ''Cihad-ı Ekber'' ilan etti.
1914 Eylül'ü başlarında Donanma I. Lordu Winston Churchill, savaş işleriyle görevli Devlet Bakanı Lord Kitcher ve başta gelen kara ve deniz kuvvetleri danışmanları, yakında Türkiye'ye karşı girişileceğini varsaydıkları savaş için bir büyük strateji tartışması yaptılar. Yapılabilecek operasyonlar listesinin en başında zaten Kuzey Ege'de toplanmış olan
güçlü filonun Çanakkale'yi zorlaması bulunuyordu.
25 Kasım 1914'ten beri Churchill'in bitmeyen gayretleri, 1.5 ay sonra sonuç verdi. 28 Ocak 1915'te Savaş Komitesi, Çanakkale Boğazı'nın yalnız donanmayla geçilmesine karar verdi.

TAARRUZ PLANI

Amiral Carden'ın komutasında, İngiliz, Fransız ve Rus donanmasından oluşan 100'den fazla geminin bulunduğu filo, 1914 yılının Kasım ayından itibaren Limni Adası'nda toplanmaya başladı.
Donanmanın amirali Carden, 1 ayda Marmara Denizi'ne çıkabilecek 4 devrelik planını 11 Ocak'ta Bahriye Nezareti'ne bildirdi. Önce Çanakkale Boğazı'na girişi önleyecek Türk batarya ve mevzilerinin tahribi, Kilitbahir-Çanakkale arasındaki torpillerin taranması ve merkez bataryaların tahribi, Kepez bölgesindeki diğer torpil tarlasının taranması, en dar yerdeki kara tahkimatının tahribinden sonra donanmanın Marmara'ya girebileceğini öngörülüyordu.
Bundan sonra ikinci büyük harekat başlayacaktı. Eğer Osmanlı İmparatorluğu teslim bayrağını çekmezse, kara kuvvetlerini Çanakkale Boğazı'ndan geçirerek, İstanbul kıyılarına çıkaracaklardı...

BOĞAZDA YETERLİ SAVUNMA GÜCÜ YOKTU...

Türkler'in, boğazda yeterli savunma gücü yoktu. Çünkü Almanlar boğazın zorlanacağını düşünmediklerinden burada bulunan 32 bataryayı 22'ye indirmişlerdi.
İngiliz gemilerinin boğazda görülmesinin ardından Türk cephesi, Erenköy ve İntepe arasına obüs bataryaları yerleştirdi. Fedakar denizciler tarafından derinliğine mayın tarlaları ve hatları meydana getirildi. Savaş gemilerinden çıkarılan toplar, set bataryalarına yerleştirildi. Denizaltılarına karşı da eldeki malzeme ile balık ağlarından yararlanılarak en dar bölgede bir deniz ağı oluşturuldu.
Çanakkale Savaşı'nın savunma tertibatı, boğazın savunması, üç bölüm halinde derinliğe doğru düzenlendi. Buralardaki tabyalarda 59 ağır top vardı. Bunlardan ancak 8'i büyük çapta ve seri ateşliydi. Boğazın en çok tahkim edilen ve mayınlarla pekiştirilen bölgesi burasıydı. Boğazdaki topların mevcudu 170'i buluyordu.
Almanya'ya sipariş edilen ağır toplar ve diğer malzeme henüz gelmemişti. Bulgaristan ve Romanya tarafsızdı ve savaş malzemesinin topraklarından geçmesine izin vermiyordu. Bu haliyle imparatorluk, dostlarından uzakta yalnız başınaydı...
3 Kasım 1914 sabahı İngiliz filosunun Seddülbahir, Ertuğrul, Kumkale ve Orhaniye'ye bombardımanıyla ilk deniz savaşı başladı.
3 İngiliz zırhlısı ve 2 kruvazörü Gelibolu yarımadası kıyılarına ve 2 Fransız zırhlısı da Anadolu kıyılarına sabah saat 06.50'de yaklaştı. 20 dakika süren top ateşinden sonra çekip gittiler.
Bu bombardımanda şehit düşen 5 subay ile 81 er, Çanakkale Savaşları'nın ilk şehitleri olarak tarihe geçti...
19 Şubat 1915'te 11 büyük zırhlı, 3 kruvazör, 18 muhrip, 3 denizaltı, 7 mayın tarama gemisinden kurulu ittifak filosu Kumkale, Seddülbahir, Ertuğrul, Orhaniye bataryalarını cehennem gibi bir ateş baskısı altında tuttular. Bu bombardıman 9.35'te başladı, 17.30'da sona erdi. Düşman, saldırı planının birinci merhalesini tamamlamıştı...
Havaların bozması, düşman donanmasının tutunamayarak uzaklaşmasını sağladıysa da 6 gün sonra müsait havadan yararlanarak İngilizler, 25 Şubat'ta tekrar boğaz önünde göründü. Boğaz girişindeki tabyaların susturulmasından sonra Amiral Carden'ın yaptığı planın ikinci aşaması uygulanacaktı. Bu saldırı, daha fazla kuvvetle ve daha fazla kuvvetli bir şekilde idi. Bu savaşa Queen Elizabeth, Agamemnon, Golyat, Lord Nelson, Charlemagne, Triumph ve Albion zırhlıları ile birlikte bir çok irili ufaklı harp gemileri katıldı.
Bu görkemli ve modern savaş gemileri, Ertuğrul tabyasından yapılan atışlarla bu kez bir hayli sıkıştılar. Agamemnon'a, Ertuğrul tabyasından bir mermi isabet ederek büyükçe bir yara aldırdı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://acelya.forumakers.com
sitekurucusu
Admin
Admin
sitekurucusu


Koç
Yılan
Mesaj Sayısı : 23648
Doğum tarihi : 01/04/65
Kayıt tarihi : 17/02/08
Yaş : 59
Nerden : insanligin oldugu yerden

SONKALE ÇANAKKALE GEÇİLMEZ Empty
MesajKonu: Geri: SONKALE ÇANAKKALE GEÇİLMEZ   SONKALE ÇANAKKALE GEÇİLMEZ Icon_minitimePaz Eyl. 07, 2008 4:51 pm

NUSRET MAYIN GEMİSİ

Almanya'da 1910 yılında inşa edilmiş, kömür kazanlı, 40 metre boyunda, 7.5 metre genişliğinde, 360 tonluk, güvertesinde 40 mayın taşıyan Nusret mayın gemisi, savaşın gidişatını değiştirecekti.
Saatte ancak 12 mil yapan bu geminin komutanı Tophaneli Yüzbaşı İsmail Hakkı Bey'di. Mayın uzmanı Alman Yarbay Geehl ile birlikte Çimenlik Kalesi'nden aldığı mayınları 18 Mart deniz saldırısından 10 gün önce, 8 Mart 1915'te sabaha karşı yağmurlu ve puslu bir havada önce Rumeli sahilini takip etti, sonra karşıya dönerek Erenköy koyuna kıyıya paralel olarak 26 mayın döşedi.
Mayınların bırakıldığı Karanlık Liman özenle seçildi. Büyük düşman gemilerinin isabetli atış yaptığı bu saha, denizcilikte ''durgun su'' diye bilinen özelliği taşıdığı için zırhlılar karadaki sabit kaleler gibi atış yapabiliyordu.
8-18 Mart arasındaki süre içinde Erenköy Körfezi'ni tarayan İngiliz mayın temizleyicileri sadece 3 mayın bulabilmişti. Nusret'in döşediği mayınları ne onlar, ne de havadan sahayı kontrol eden keşif uçakları görebildi.
Karanlık Liman üzerinde uçan bir düşman uçağı, hiçbir mayın görmemiş ve temiz raporu vermişti. Uçağın pilotu bu sürpriz mayınların başarısından 1 gün sonra kurşuna dizildi...
İngiliz Deniz Bakanı Churchill, Nusret mayın gemisinin başarısını en iyi şekilde özetlemiştir:
''Bu gün dünya denizlerinde görev yapmakta olan 5 bini aşkın savaş gemisinden hiçbiri Nusret ve onun döktüğü mayınlar kadar, harbin gidişine ve düşmanın geleceğine etkili olarak bir başarı gösterememiştir''...

18 MART SABAHI...

Sıra artık Amiral Carden'ın planının üçüncü ve dördüncü devrelerini uygulamaya gelmişti.
Yedi aydır üstlendiği görevler ve Ege'nin tuzlu sularında geçirilen zor kış ayları, Carden'ı sağlık yönünden çok yıpratmıştı, hastaydı ve son harekatı yürütecek gücü kalmamıştı. Doktorların kesin raporu üzerine görevi Amiral De Robeck'e devrederek 16 Mart'ta Londra'ya döndü.
26 Şubat-17 Mart arasındaki günleri İtilaf devletleri donanması mayın arama tarama faaliyetleriyle geçirdi. Bu arada bazı bölgelere tahrip müfrezeleri çıkarılarak, susturulmuş topların tahribine çalışıldığı gibi methalle merkez arasında ve merkezde bulunan bazı bataryalar da bombardıman edildi.
18 Mart sabahı... Saat 10.30'da üç tümen halinde tertiplenmiş müttefik filo gemileri boğaza girmeye başladı. Birinci Tümen gemileri saat 12.00'ye kadar merkez tabyalarını yoğun ateş altına aldı. Saat 12.00'de İkinci Tümen gemileri Agamemnon, Ocean ve Irresistible, Birinci Tümen gemilerinin aralarından geçip 12 bin yardadaki yerlerini alarak ateşe başladı.
Bu sırada, Erenköy bölgesindeki obüs bataryalarının menziline giren Agamemnon, 25 dakikada 12 isabet alarak ağır hasara uğradı. Aynı şekilde Irresistible da aldığı 6 isabetle ağır hasarlı olarak çekilme manevrasına başladı.
Üçüncü tümeni oluşturan Fransız gemileri, cesaretle tabyalara sokularak yoğun ateşe başladı. Aradaki bataryalar susturulmuş, merkez tabyalar henüz ezilememişti. Diğer gemiler de boğazdan içeri girmiş, bombardımana destek vermekteydi. Bu arada, şiddetli hasar görmüş olan Rumeli-Mecidiye Tabyası'nda Onbaşı Seyit, menzilindeki Ocean zırhlısına nişan almış ve sağ kalan arkadaşlarının yardımıyla üçüncü atışta isabet kaydetmişti.
Aynı anda, aldığı isabetlerle zor durumda kalan Fransız filosu, Amiral De Robeck tarafından geri çağrıldı. Gemiler, daha önce yaptıkları gibi Anadolu sahillerine doğru dönüşlerini tamamlarken saat 13.55'te Fransız zırhlısı Bouvet, hiç kimsenin beklemediği bir yerde bir gece önce Nusret'in döşediği mayınlara çarptı ve yardımına dahi gidilemeyecek kısa sürede sulara gömüldü.
Fransız gemilerinin terk ettiği hattı 11 adet İngiliz muharebe gemisi aldı, saat 15.35'te Irresistible ve Ocean gemileri de Nusret'in mayınlarına çarptı. Daha sonra her iki gemi de akıntıyla sürüklenerek Türk topçularının menziline girdi ve topçu ateşleriyle batırıldı.

''GİDİYORLAR, GEÇEMEDİLER, GEÇEMEYECEKLER''...

Bölgedeki mayın tehdidinin boyutlarını gören Amiral De Robeck, en kuvvetli 3 gemisini kaybetmiş olarak saat 19.00'da filosuna ''boğazı terk edin'' emrini verdi.
Boğazdan çıkan gemilere bakan Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Paşa'nın şunları söylediği duyuldu:
''Gidiyorlar, geçemediler, geçemeyecekler''...
Müttefik filo 800 personel kaybederken, Türkler ise bu savaşta 58 şehit verdi, 3-4 asker ise yaralandı...
Boğazı donanmayla zorlayıp geçmek için yapılan bu büyük girişim ancak ''şiddetli bir yenilgi'' olarak tanımlanabilecek biçimde son bulmuştu...
Bu denli fazla kayıp, kara kuvvetlerinin yardımı olmadan boğazın geçilmesini şüpheli kılıyordu. Sonunda, Deniz Bakanı Churchill, boğazın denizden kara harekatı olmadan geçilemeyeceğine ikna olmuştu. Böylece Çanakkale Harekatı'nda yeni bir sayfa açılıyordu: çıkarma harekatı ve kara savaşları...
18 Mart'ta kazanılan zafer, yıllardır süren yenilgiler nedeniyle ümitsizliğe kapılmak üzere olan Türk milletine yeni bir heyecan verdi.
18 Mart, 19 Mayıs'ın, 23 Nisan'ın, 30 Ağustos'un ve 29 Ekim'in müjdecisi oldu...
Çanakkale havadan da geçilmedi
Çanakkale Savaşları'nın üzerinden 91 yıl geçti. Yüz binlerce şehit verildi, sayısız kahraman çıktı ve binlerce kahramanlık yaşandı. Denizde Nusret Mayın Gemisi, karada ise Seyyit Onbaşı gibilerinin destanlaşan anılarına, hava savaşlarındaki kahramanlar bilinmediğinden eklenemedi. Kazanılan zaferle, dünyaya, Çanakkale'nin karadan ve denizden geçilmezliği ortaya konurken, havadan da geçmenin mümkün olmadığı gösterildi.

Çanakkale Savaşları, Türk havacılık tarihi açısından önemli bir yere sahip. Çanakkale'de konuşlandırılan 1. Tayyare Bölüğü, yaptığı keşif uçuşlarıyla düşman donanmasının gücü, saldırı pozisyonu ve yeri konusunda bilgi toplamanın yanında, düşman uçaklarının Osmanlı Ordusu hakkında bilgi edinmelerinin de önüne geçti. Türk havacılık tarihinde ilk kez havadaki bir Türk uçağı, düşman uçağını makineli tüfek atışıyla düşürmeyi bu savaşta başardı. 30 Kasım 1915'te Üsteğmen Ali Rıza Bey idaresinde havalanan Albatrus C I modeli uçakta Gözetleyici Teğmen İbrahim Orhan, bir Fransız tayyaresini makineli tüfek ateşi ile vurarak düşürmeyi
başardı. Teğmen İbrahim Orhan, Türk havacılık tarihine 'havada yapılan muharebede ilk düşman uçağı düşüren kişi' olarak geçti. Bu başarısından sonra Almanya'ya pilotluk eğitimi için gönderilen İbrahim Orhan, brövesini taktıktan sonra, önce Filistin ve Hicaz'da, ardından da İzmir'deki 5. Tayyare Bölüğü'nde görevlendirildi. Teğmen İbrahim Orhan, Temmuz 1918'de Sakız Adası üzerinde keşif uçuşu yaparken İngilizlerin açtığı uçaksavar ateşi ile vurularak şehit düştü.

Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Tarih Bölümü Havacılık Tarihi Öğretim Görevlisi Bülent Yılmazer, Zaman'a, Çanakkale Savaşları'nın bilinmeyen kahramanlarını anlattı. Savaş boyunca Osmanlı Ordusu'nda 21 uçağın görev yaptığını aktaran Yılmazer, müttefik güçlerin 40 civarında tayyaresine karşı büyük bir mücadele verildiğini ifade etti. 1. Tayyare Bölüğü'ndü 5'i pilot, 10'u rasıd (gözetleyici) toplam 15 Türk havacının bulunduğunun altını çizen Bülent Yılmazer, ilaveten 16'sı pilot, 7'si gözetleyici 23 Alman havacının da Çanakkale'de düşmana karşı savaştığını açıkladı. Savaş boyunca sadece bir Türk uçağının uçamayacak şekilde yara aldığını kaydeden Yılmazer, buna rağmen uçağın inmeyi başardığını bildirdi. Yılmazer, "Savaşların başlamasından, düşman güçlerin geri çekilmelerine kadar geçen 10 aylık zaman zarfında 6'sı hava savaşı, 16'sı ise yerden açılan savunma ateşi sonucunda teyit edilmiş toplam 22 düşman uçağı düşürüldü. Bunun yanında karşı tarafça teyit edilmeyen, ancak Osmanlı Ordusu tarafından vurularak düştüğü bilinen 9 düşman uçağı daha bulunuyor. Osmanlı Ordusu'nda savaş boyunca sadece Alman Kurt Haaring isimli havacı hayatını kaybetti." dedi.

18 Mart 1915'te Ege Denizi'ndeki adalardan hareket eden İtilaf Devletleri Donanması, Osmanlı Ordusu havacılarının yaptıkları keşif uçuşları sonucu tespit edildi ve gerekli tedbirlerin alınması sağlandı. Keşif uçuşlarıyla düşman donanmasının gücü hakkında bilgi edinen Osmanlı havacıları, düşman uçaklarının Türk mevzileri üzerinde keşif yapmalarını da önledi. İngiliz hava birliklerinin Ege Denizi'ndeki adalardaki hava üstlerine karşı da Osmanlı Ordusu uçukları çok başarılı bombardıman harekâtı yürüttü. Yoğun uçuşlar yaparak gizlemeye çalıştıkları çekilme harekâtı da, Osmanlı havacılarının 6 Ocak 1916 tarihinde iki düşman
uçağı birden düşürmesiyle ortaya çıktı. Çekilmenin ortaya çıkması üzerine İtilaf Devletleri, bir çok teçhizatı geride bıraktı. Hatta götüremedikleri bir uçağı, Osmanlı'nın eline geçmesini önlemek için parçalamak zorunda kaldı.

O dönemki uçaklar, makineli tüfeğin yanı sıra, toplam 50 kiloyu geçmeyen bomba taşıma kapasitesine sahipti. Çanakkale Savaşları sırasında İngiliz ve Fransız hava birlikleri Farman, Breguet, Nieuport, Bristol, B.E., Osmanlı Ordusu ise Almanlar tarafından verilen Albatrus, Rumpler, Fokker, LVG modeli uçaklar kullandı. Özcan Yağmur - Ankara (Zaman)
"Türkleri diri diri yaktık"
18 Mart’ta Türk tarihinin büyük zaferlerinden birinin, Çanakkale Zaferi’nin 84. yıldönümünü kutluyoruz.
Ancak, Çanakkale Muharebeleri hakkında hâlâ herşeyi bildiğimiz söylenemez. Gün geçtikçe yeni belgeler ve bilinmeyenler de günyüzüne çıkmaya başlıyor. Bu dosyamızla, Çanakkale Savaşı ile ilgili bugüne kadar gizli kalmış, duyunca insanı ürperten bir gerçeğin perdesini aralıyoruz. Savaşın acı, insanın vahşi yüzü bu. Bir insanlık utancı olan hadisenin daha fazla bu ülke insanlarından saklanmasını da doğru bulmuyoruz. Çünkü bu olayın doğrudan muhatabı biziz.

Çanakkale Muharebeleri sırasında 1915 Anadolu’sunda her üç evden ortalama bir şehit çıkmıştı. Hepimizin büyükbabası yahut onun akrabası bir şekilde bu savaşta bulunmuştu. Ne var ki, hemen hiçbirimiz o Gelibolu’da onların başından geçen hadiseleri tam anlamıyla bilmiyoruz. Dedelerimiz savaşın, ordunun, stratejinin, taktiklerin vazgeçilmez parçaları olmalarının ötesinde Çanakkale’de bir insan olarak, bizim ailemizin bir ferdi olarak yerlerini almışlardı ama biz onların yaşadıkları sıkıntıları, mahrumiyetleri, mahkumiyetleri, acıları, sevinçleri, beklentileri öğrenemedik. Çoğumuz onların mezarlarını dahi bilmiyoruz. Onlar Meçhul Asker olarak Çanakkale’de dünya durdukça duracaklar.

Çanakkale Muharebeleri 3 Kasım 1914’te İngiliz ve Fransız savaş gemilerinin Ertuğrul, Seddülbahir, Kumkale ve Orhaniye tabyalarımızı bombalamaları ile Osmanlı Devleti’ne resmen savaş ilan edilmeden başladı. İngiltere ve Fransa’nın resmen savaş ilan etmeleri ancak iki gün sonraya, 5 Kasım 1914’e tekabül ediyor. Böylelikle 1.Dünya Savaşı’nın en önemli ve kanlı askeri cephesi açılmış oluyordu.

Neden Çanakkale?

Müttefik Ordular Başkomutanı General Jean Hamilton bu sorunun cevabını hâtırâtında şöyle cevaplıyordu:

“Çağımızın ekonomik zaferinin birinci şartı İstanbul’u Türkler’den almaktır. Her ne pahasına olursa olsun alacağız. Ümit ediyorum ki; geleceğin harp okulu öğrencileri büyük bir imparatorluğu harakiri yapmaya mecbur bırakmak için, neden bu kıraç, beş para etmez kayaların eteklerinde sıkıştığımızı değerlendireceklerdir. Bu kayalıklar Osmanlı Sultanı’nın kara kalbine hançerin saplanacağı en ideal yerdir. Yalnız hançer henüz elini deldi ve yarasından yeni yeni kan akmaya başladı. Her gün ölümden kurtulmak için çırpınıyor. Bir metre ilerleyemesek dahi, Halifenin canı alınıncaya kadar, kanı bu kaba akıtılacaktır.”

Osmanlı Devleti’nin, Almanya’nın yanında 1. Dünya Savaşı’na girmesi İngiltere—Fransa—Rusya’yı zora sokmuştu. Çanakkale’den bir cephe açılması fikrini en çok İngiltere Bahriye Nazırı ve sonra II. Dünya Savaşında Başbakan olan Winston Churchill savunuyordu. Müttefik devletlerin stratejistleri Çanakkale’nin geçilmesi halinde Osmanlı Devleti’nin teslim olacağını hesaplıyorlardı. Osmanlı’nın açtığı cepheleri tasfiye etmek, Süveyş Kanalı ve Hint yolu üzerindeki baskısını kaldırmak, Orta Avrupa’ya ilerleyen Alman—Avusturya ordularını arkadan çevirmek, Balkan devletlerini de kendi saflarına çekmek gibi faydalar da savaştan bekleniyordu.

Gelibolu’dan Rusya’ya

Çanakkale Savaşı’nın en önemli sebeplerinden biri ise, Müttefik Kuvvetlerin Çarlık Rusyasına Bolşevik devrimcilere karşı yardım götürme arzuları olduğu söylenir. Ders kitaplarında belirtilmeyen ancak dikkate alınması gereken bir tez de şöyle: Ruslar’ın Almanlar karşısında geçici olarak başarı gösterip Karpatlar’ı aşarak Macaristan ovalarına inmeleri, İngiltere’yi kuşkulandırmıştı. Ruslar Budapeşte üzerine saldırabilir ve merkezi devletlerle Türkiye’nin bağlantısını keserek İstanbul’un geleceğini belirlemek konusunda kendilerine avantaj sağlayabilirlerdi. Rusya’nın, Almanya ile anlaşarak İstanbul ve Boğazlar’ı ele geçirip savaştan çekilmesi tehlikesi karşısında İngiltere için Çanakkale seferini açmak kaçınılmaz olmuştu.

Rusya, bu sebeple Çanakkale seferini sanılanın aksine kaygı ile karşıladı. Yine aynı sebepten, müttefiklerin Rusya’nın da bir donanma ile İstanbul’u zorlaması teklifini, donanmasının yetersiz olduğunu öne sürerek geri çevirdi. 4 Mart 1915’te müttefiklere bir nota vererek İstanbul ve Boğazlar’ın kendisine bırakılmasını istedi ve bu isteklerini kağıt üzerinde kabul ettirdi.

Ceset tufanı

İngiltere, Kasım 1914’ten 9 Ocak 1916’ya kadar Çanakkale önlerine 50 bini aşkın Avustralyalı, 10 bini Yeni Zelandalı olmak üzere toplam 410 bin asker getirdi. Fransızlar 10 bini Senegalli olmak üzere 79 bin, biz ise istilacılara karşı ondört ay içinde toplam 700 bin askerle karşı koyduk. Yani 1 milyon 200 bin insan Gelibolu yarımadasında ölümüne, göğüs göğüse çarpıştı ve neticesinde istilacılar 213 bin 980 kişi kaybederken bizim şehit sayımız Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüd Başkanlığı’nın resmi kayıtlara dayanarak tesbit ettiği rakama göre 213 bin 882 oldu.

İngilizler, Çanakkale Savaşı öncesinde sömürgelerine haber göndermiş ve yardımcı kuvvetler istemişti. Avustralya bu isteğe olumlu cevap vererek 20 bin Avustralyalı, 8 bin Yeni Zelandalıdan oluşan ilk ANZAK kuvvetini Türkiye’ye doğru Kasım 1914’te yola çıkarmıştı. 1. Anzak Tümeni’ni taşıyan Orvieto gemisinde, savaş muhabiri Charles Bean de vardı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://acelya.forumakers.com
sitekurucusu
Admin
Admin
sitekurucusu


Koç
Yılan
Mesaj Sayısı : 23648
Doğum tarihi : 01/04/65
Kayıt tarihi : 17/02/08
Yaş : 59
Nerden : insanligin oldugu yerden

SONKALE ÇANAKKALE GEÇİLMEZ Empty
MesajKonu: Geri: SONKALE ÇANAKKALE GEÇİLMEZ   SONKALE ÇANAKKALE GEÇİLMEZ Icon_minitimePaz Eyl. 07, 2008 4:52 pm

Savaşta bir gazeteci

Charles Bean, Melbourne limanından demir alınmasından, istilanın sonuna kadar Anzak askerlerinin bütün serüvenini hem onlarla birlikte yaşadı hem de bütün ayrıntıları ile yazdı.

İstila başladığında 34 yaşında tecrübeli bir gazeteci olan Bean kısa sürede askerlerle kaynaştı ve kızıl saçlarından dolayı “havuç kaptan” lakabı ile anıldı. Bean en tehlikeli mevzilere bile girmekten geri durmadı. O yıllarda yeni gelişmekte olan modern savaş muhabirliğinde önemli ve örnek bir kariyer yaptı. Son istila kuvvetlerinin çekildiği tarihi günden ancak bir gün önce Gelibolu’dan ayrılan Bean ülkesine dönerken yanında 125 defter dolusu not ve yüzlerce fotoğraftan oluşan eşsiz belgelere sahipti.

Bean resmi muhabir olmasına rağmen Çanakkale Günlüğü savaşın gayri resmi tarihi idi. Zaten, “Avustralya’nın Resmi Tarihi” adında 6 ciltlik bir eser de yazmıştı. Bu eserini tamamladıktan sonra elindeki notları Avustralya Savaş Tarihi Enstitüsü’ne devretti. Bean, 1968’de hayatını kaybetti. Enstitü de bu notları 1979 yılına kadar halka kapalı tuttu. Bean’ın bu notları üzerinde çalışan araştırmacı Kevin Fewster, Çanakkale Günlüğü’nü 1983 yılında yayınladı. Kitabın çıkması maalesef gereken ilgiyi uyandırmadı. Özellikle Türk kamuoyu 64 sene sansürlü kalmış ve ancak 68 sene sonra yayınlanmış günlükteki bilgileri maalesef atladı.

Bir facianın hikayesi

Çanakkale Savaşı deniz ve kara muharebeleri olmak üzere ikiye ayrılıyor. İngiltere ve Fransa, Boğaz’ı denizden zorlayarak geçeceklerine inanıyorlardı. Bunun için 17 Mart 1915’te Bozcaada’da Akdeniz Orduları Başkomutanı General Hamilton’un da katıldığı son toplantıda Deniz Harekat Planı görüşülmüş ve Boğaz’ın zorlanması planlanmıştı. Bu plan yapılırken müttefik kuvvetler kurmaylarının ellerinde Boğaz’ın mayından temizlendiği raporları vardı. Bunun üzerine 18 Mart 1915 günü İngiliz ve Fransız ortak donanması Çanakkale Boğazı’na hücum etti. O gece Nusret mayın gemisi Karanlık Liman bölgesini mayınlamış olduğundan müttefik donanması mevcudunun yüzde 35’ini kaybederek çekilmek zorunda kaldı. Geriye dönüş manevraları sırasında da o yılların en önemli savaş gemileri olan Bouvet, Ocean, Irrestible, ayrıca 2 muhrip, 7 mayın arama gemisi battı. Goulois ve Inflexible da dahil 7 zırhlı gemi görev yapamaz hale geldi. Bu başarı tarihe Çanakkale Zaferi olarak geçecek, Çanakkale Müstahkem Mevki Kumandanı Cevat Paşa da “18 Mart Kahramanı” olacaktı.

Çanakkale’deki bu hezimetin haberi Londra’ya bomba gibi düştü. Önce ajansların haberleri abarttığını düşünen Londra, daha sonra General De Robeck’in raporu ile hezimetin gerçek olduğunu anladı. Bu hezimetin faturası 17 Mart’ta Boğaz’ın mayından temizlendiğine dair rapor veren subaylara çıkarıldı ve kurşuna dizildiler. Ancak daha sonra verilen raporların doğru olduğu, Türkler’in son dakikada burayı tekrar mayınladığı anlaşılacaktı ve kurşuna dizilen subayların itibarları iade edilecek, ailelerine maaş bağlanacaktı.

18 Mart mağlubiyeti Müttefik Kuvvetlerini, Çanakkale Boğazı’nın karadan yardım ve destek olmaksızın geçilemeyeceği noktasına getirdi. Bunun üzerine bir ayı aşkın bir hazırlık yapıldı. 75 bin kişilik çıkarma kuvveti hazırlandı ve başına General Sir Hamilton getirildi. 25 Nisan günü Gelibolu yarımadasında Arı Burnu ve Seddülbahir’e Anadolu yakasında Kumkale’ye çıkarma yapıldı.

Bean anlatıyor

Bu çıkarmada bulunan tek sivil ve tek gazeteci Avustralyalı Charles Bean idi. Bean, o tarihi günü bakın nasıl anlatıyor:

“25 Nisan Pazar (geceyarısı): Gemiler Limni’den geldi. Güvertede uykulu bir ses esnemelerle kesilen bir şarkı söylüyor... Derken ilk kez 4.38’de, dikkatle kulak verdiğimde, ta uzaklarda bir takırtı duyuyorum; küçük tahta bir kutunun iç kısmına bir kurşun kalemle hafifce vurulurmuşçasına. Bu takırtı sürekli gidip geliyor. Son derece uzaktan ve derinden gelen bir ses ama benim için artık yabancı değil. İlk defa işitmeme rağmen bunun ne sesi olduğundan hiç şüphem yok. Ateşlenen tüfeklerin yankılanan sesi bu; önce birkaç el, sonra daha ağır ve sürekli... İlerdeki tepelerde yoğun çarpışmalar oluyor...

Sandal 50—60 santimetre derinlikte bir suda karaya çekildi. Dışarı fırladık...Limni’de sırt çantalarının ağırlığından yıkılanlar olduğunu gördüğüm için dikkatle çıktım, kumsala dek suları yara yara yürüdüm ve sonunda Türk topraklarına ayak bastım...”

“Türkler’i esir alma, öldür”

Her gün olaylar hakkında küçük notlar alıp akşam kıt ışık altında veya ay ışığında bunları düzenleyen Resmi Savaş Muhabiri Cherles Bean, 29 Nisan 1915 tarihinde ise şu dehşet satırları yazıyordu:

“Her gün kampa Türk esirler getiriliyor. Avustralyalıların esirlere hayli kötü gözle baktıkları kesin... Bu yüzden bizim Avustralyalılar eğer ellerinden geliyorsa, esir almayıp yaralıları öldürme yoluna gidiyorlar.

Hem Yeni Zelandalılar, hem de Avustralyalılar, kimi durumlarda en azından ilk karşılaşmalarda, hele işler kötüye giderken, Türkler’den esir alınmaması yolunda üstlerinden kesin emir aldıklarını söylediler bana. Bunlara inanmıyorum, ama doğru da olabilir.”

Dehşet dolu satırlar...

Bean, günlüğüne 26 Eylül Pazar günü için ise, yaralıları öldürdüklerini içeren şu dehşet dolu notları kaydetmiş:

“Nevinson ile birlikte İmroz adasında Panagia köyüne gittik. W.’nin emir eri X bize yolda son derece şaşırtıcı şeyler anlattı. X, Munster alayındaymış. Bir çok süngü hücumunda bulunduğunu söyledi bana...

“Anlattığına göre 2 Mayıs gecesi Türkler Munster hattını yarmışlar. Hattaki askerlerle subayların pek çoğu bunu bilmiyormuş. Türkler hattı yarıp Munster karargah bölüğünü darmadağın etmişler. Hattaki askerler de arkalarından gelen insan seslerini duyunca kendi adamlarının takviyeye geldiğini sanmışlar. Gene de bu konuda bir tereddüt belirince bir çavuş adamlarından bazılarına birer el ateş etmelerini emretmiş. Ateşin açılmasının hemen ardından “Allah Allah” sesleri yükselmiş dört bir yandan. Ön hattakiler derhal ateş açmışlar ve Türkler’i komuta eden Alman subayla birlikte 15 kişiyi öldürmüş ya da yaralamışlar.

“Ertesi gün o Almanın canını alıverdik’ dedi X. Kulaklarıma inanamadım bir an. Kent bölgesinden gelen tatlı, yumuşak, becerikli bir adamdı bu X. Evet, iyi eğitim görmemişti, cahildi ama yumuşakbaşlı iyi bir adamdı... Bu sözlerin üstüne gerçekten öylesine midem bulandı ki konuşamadım. Yaptığı işin dehşeti hakkında en ufak bir fikri bile yoktu. Hatta bununla övünür gibiydi. Eğer bizim Tommy’lerimizin bir kısmı böyle savaşıyorsa, Tanrı yardımcımız olsun. Evet yaralıları öldürmekle böbürlenen bazı Avustralyalılar da görmedim değil, ama bu savaşın heyecanı içindeydi. Ele geçirdiği yaralı adamı (Alman bile olsa) bir gün sonra soğukkanlılıkla öldürebilecek çok fazla insan olduğunu sanmıyorum.”

...Ve esirleri yaktılar

Resmi Savaş Muhabiri Bean’in günlüğünde insanın tüylerini diken diken eden en önemli ayrıntı ise, maalesef Türk esirleri canlı canlı yaktıklarını itiraf ettiği satırlar. Bean, 8 Ağustos 1915 diye başlayan satırlarına şöyle devam ediyor:

“Bugün Pazar. Bu topraklara ayak basalı 15 hafta oldu... Bugün hayatımda gördüğüm en alçakca davranışlardan birine şahit oldum. Sığınağımın hemen karşısında 100 kadar Türk ile 2 Alman esirin barındığı tutukevinin çevresine benzin döküp tutuşturuldu... Türklere çok yakın gelen dev alevler karşısında zavallı esirler tutukevinin en uç köşesine üşüştüler ama acı akıbetten kurtulamadılar...Bu görüntüyü seyredip gülüşenler arasında İngilizler de Avustralyalılar da vardı. Bu işi yapanların ağzını burnunu dağıtacak onurlu bir kişi yok muydu acaba? Aynı iş dün de yapılmıştı çünkü...

Bu esirlere yapılan muamele insanın yüzünü kızartacak derecede. Oysa bildiğimiz kadarıyla Türkler esir düşen asker ve subaylarımıza olağanüstü iyi davranıyorlar...”

Avustralyalı gazeteci Charles Bean’in Çanakkale Muharebeleri sırasında cephede gazetecilik yapan tek özel muhabir olarak şahit olduğu bu olay yıllarca dünya kamuoyundan saklandı. Bean’in yazdıklarından bu yakma olayının tek olay olmadığı da anlaşılıyor. Çünkü “Aynı iş dün de yapılmıştı” diyor.

Çanakkale Mahşeri

1998 yılının son aylarında piyasaya çıkan ve iki ayda üç baskı yapan Çanakkale Mahşeri isimli belgesel tarihi romanın yazarı Mehmed Niyazi de, Çanakkale Muharebeleri üzerine 6 sene süren araştırmaları sırasında İngilizce ve Almanca kaynaklarda 100 Türk ve 2 Alman’ın yakılması ile ilgili bilgilere rastladığını belirtiyor ve Bean’in güncesini doğruluyor. Mehmed Niyazi, yakılma olayının Yüzbaşı Weistock’un emriyle yapıldığını bildiriyor. Mehmed Niyazi, yakma olayının bir önceki gece gerçekleşen Türk saldırısının bir intikamı olduğunu ve tepelerden saldırıya hazırlanan Türklere bir gözdağı vermek ve morallerini bozmak gayesi ile yapıldığını söylüyor.

Madalyonun öbür yüzü

Bean’in günlüğünde yukardaki dehşetengiz olaylar anlatılırken aşağıdaki insâni davranışlar da kaydediliyor:

“4 Mayıs: Türkler, Kabatepe’de yaralılarımızı teknelerimize yüklememize izin verdiler. Bütün bu tahliye—yükleme sırasında hiç ateş etmediler... Bugün öğleden sonra saat 14.00’te donanmaya ait bir tekne, beyaz bir bayrak çekmiş olarak yaralıları toplamaya geldi. Türkler, teknenin gelip yaralıları almasına, sonra yeniden denize açılmasına izin verdiler...

11 Kasım: Türklerle son zamanlarda epey yoğun haberleşmemiz oldu. Kendilerine gayet iyi bakıldığını belirten bazı esir mektupları ile Kahire’de çekilmiş kanlı—canlı fotoğraflar attık karşı taraf siperlerine... Türkler’den şu cevabı aldık;

‘Sizin sadakanız ile yaşayan domuzdur. Midelerimiz dopdolu. Kollarımızın ucunda ellerimiz, ellerimizde de süngülerimiz var. Eğer söylendiği kadar büyük milletseniz, neden o yüce ilkelere uygun davranmıyor ve neden başka milletleri kendi önderlerine bağlılıktan ayartmaya çalışıyorsunuz?..’

Son derece onurlu bir cevap. Türkleri ayartma yolundaki girişimlerde ipin ucunu kaçırmamız içten bile değildi...

Üç hafta önce Türkler’in üç gün süren bir Bayramı vardı. Bizim siperlere iki paket sigara attılar. Üzerinde bozuk bir Fransızca ile ‘Afiyetle için kahraman düşmanımız’ yazıyordu. Başka paketin üzerinde de ‘Sevgili düşmanımız bize süt gönderin.’ Konserve et gönderdik. Bir taşla sopanın üstüne yazdıkları cevapta ‘Konserve et istemeyiz’ dediler. Bunun üzerine biraz reçel, iyi bisküvi fırlattık. Bütün bunlar saat 08.30 ila 09.15 arasında olup bitti. Sonunda Türkler ‘Tamam’ ‘Fini’ diye bağırdılar. Ertesi gün aynı şeyler tekrarlandı. Üçüncü günün sabahında ‘artık bu işe son verin’ şeklinde bir emir geldi...”

Çanakkale’den gizlice kaçış

Savaş muhabiri Bean gelişleriyle birlikte kaçışlarını da anlatıyor Çanakkale Günlüğü’nde.

“16 Aralık: Anzak Koyu olağanüstü ıssız, kumsal tamamen boş. Evraklarımızı yaktık. Türkleri ilgilendirecek pek az şey kalacak arkada... Askerlerimizin çoğu buradan ayrılacakları için üzgün değil. Yalnızca silah arkadaşlarını burada gömülü bırakacaklarına üzülüyorlar.

17 Aralık: Dün 5. Bölük mühendislerini kazma—kürek ve borularını yakarken gördüm. Kendi elimle imal ettiğim mobilyayı yine kendi elimle yok ettim. Sığınağımdan çıkarken de su geçirmez çarşafıma bir bıçak attım...

23 Aralık: Tüm mevzilerimizi çırılçıplak bir şekilde Türklere bırakmamız bu gece de boş mevzilerde tüm ışıkların yanık bırakılması, hat boyunca Türk tüfeklerinin, sabah bombalayıp ardından da çoktan terkettiğimiz siperlere hücum etmesi ve gece boyunca olup bitenleri gerilim içinde gözleyerek bekleyişimiz...Bütün bunlar hiç de fena bir savaş hikayesi değil aslında...”

Çanakkale ne denizden ne de karadan geçilebildi. İstilacılar 6 Aralık’ta Anafartalar, Arıburnu ve Seddülbahir cephelerini boşaltarak savaşa son verme kararı aldılar. Boşaltma işlemi yani kaçış ise, Anafartalar ve Arıburnu cephesinden 19—20 Aralık 1915, Seddülbahir cephesinden ise 8—9 Ocak 1916 gecesi oldu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://acelya.forumakers.com
sitekurucusu
Admin
Admin
sitekurucusu


Koç
Yılan
Mesaj Sayısı : 23648
Doğum tarihi : 01/04/65
Kayıt tarihi : 17/02/08
Yaş : 59
Nerden : insanligin oldugu yerden

SONKALE ÇANAKKALE GEÇİLMEZ Empty
MesajKonu: Geri: SONKALE ÇANAKKALE GEÇİLMEZ   SONKALE ÇANAKKALE GEÇİLMEZ Icon_minitimePaz Eyl. 07, 2008 4:52 pm

Çanakkale Muharebelerinin Osmanlı Devleti’nin zaferi ile neticelenmesi Bulgaristan’ı Almanya ve Osmanlı Devleti yanında savaşa girmeye itti. Rusya’nın itilaf devletleri ile ilişki kuramaması dolayısıyla ülkedeki finansal bunalım iç huzursuzluğu artırarak Bolşevik ihtilalinin başarı ile sonuçlanmasına sebep oldu. İtalya, Romanya ve Yunanistan ise, İtilaf devletlerine katıldılar ve I. Dünya Harbi tahminlerin aksine 3 sene daha devam etti.
M. ALİ EREN - Aksiyon Dergisi Sayı: 223
Çanakkale'de Mehmetçiğe kimyasal silah
Çanakkale Zaferi'nin 90. yıldönümü kutlanıyor. Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nden çıkan yeni bir belge, savaşla ilgili korkunç bir gerçeği ortaya çıkardı: İtilaf Devletleri Mehmetçiğe karşı kimyasal silah kullandı. Savaşı anlatan rakamlar ise oldukça manidar. 10 bin askerimiz kayıplara karışmış.
20 Temmuz 1915. Yer Çanakkale... Savaş bütün dehşetiyle sürüyordu. Reuter Telgraf Ajansı'nın Çanakkale muhabiri, Londra'daki ajans merkezine savaşın gidişatını anlatırken insanî boyutu öne çıkan bir haber geçer: "Türkler pek merdane ve soylu bir tarzda harp ediyor. Bunlardan biri şiddetli ateş altında olduğu halde askerlerimizden birinin yarasını sarmak gayretinde. Diğeri yaralı bir Avustralyalı askerin yanına bir şişe su bırakarak insanî bir harekette bulunuyor. Mert Türk askerlerinden bir başkası İngiliz siperlerinden uzak bir mevkide yaralı düşüp saatlerce aç ve güçsüz kalan İngiliz askerine ekmek vererek yüce bir davranış gösteriyor. Türklerle çarpışan İngiliz askerlerinin hemen hepsi Türkler tarafından İngiliz esirlere iyi muamele yapıldığı konusunda hemfikir."
Çanakkale Boğazı girişinde batan Saphir adlı Fransız denizaltısından Türk askerleri tarafından kurtarılan Elektrik Çavuşu Logal ailesine gönderdiği mektupta, nasıl bir esaret geçirdiğini şu cümlelerle anlatıyor: "...Tahlisiye sandalı gelinceye kadar yarım saat suda kaldık. Kurumuş yapraklar gibi tir tir titriyorduk. Lakin bereket versin, Türk zabitleri bizi pek hoş karşıladı. Sandal içinde zabitlerden birisi bana ceketini bile verdi. Türk mülazımı kıyafetine girdim. Bizi hemen ısıttılar. Bir şişe rom getirdiler. Bir nefesçik rom çekmek, bilsen ne kadar büyük bir iyilik icra etti. Bizi bir kışlaya götürdüler. Orada bize elbise verdiler. Zira denize düşerken çırılçıplak olmuş idik. Bizi İstanbul'a getirdiler. Bulunduğumuz mahalleye arada sırada Türk zabitler geliyor. Bize sigara paketleri ikram ediyorlar. Hemen ekserisi Fransızca biliyor. Halbuki biz başka türlü muamele göreceğimizi zannediyorduk."
Çanakkale'de sadece askerler savaşmadı. Aynı zamanda, farklı dünya görüşleri de mücadele etti. Hem de insan olma konusunda... Düşmanının canını kurtarmak için çırpınmak, matarada kalan bir yudum suyu düşman askerine vermek başka türlü nasıl izah edilebilir ki? Reuter muhabirinin geçtiği haber ile Çavuş Logal'ın ailesine gönderdiği mektup bu örneklerden sadece birkaçı. Ancak, madalyonun bir de öteki yüzü var. İtilaf Devletleri, Çanakkale'de direnen Osmanlı askerini yok etmek için her türlü yolu denemekten çekinmedi. Uluslararası savaş kuralları yok sayılıp siviller katledildi, hastaneler bombalandı. Dahası topyekûn bir öldürme operasyonu için kimyasal silahlar bile kullanıldı.
Mehmetçik gaz karşısında çaresiz
Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde görevli uzmanlarca ortaya çıkarılan yeni bir arşiv belgesinde İtilaf Devletleri'nin Türk askerlerine karşı boğucu türden gaz içeren kimyasal silah kullandığı belirtiliyor. Belgeye göre, Osmanlı askeri kimyasal silahlar karşısında çaresiz kalıyor. Belgede gazın hangi ülke kuvvetleri tarafından kullanıldığı belirtilmiyor. Verdiği zarar konusunda da bir bilgi yok. Fakat, araştırmacılar binlerce askerin kimyasal silahların tesiriyle şehit düşme ihtimalinin olduğunu belirtiyor ve muhtemelen İngilizler tarafından böyle bir yola başvurulduğu görüşünde birleşiyor.
2 Temmuz 1915 tarihinde Başkumandan vekili namına Müsteşar imzasını taşıyan ve cepheden Hariciye Nezareti'ne gönderilen belgede düşman kuvvetleri tarafından kimyasal silahlar kullanıldığı belirtilip tarafsız ve dost devletlerin olayı protesto etmesi isteniyor. Dost devletlerin insanlık dışı bu hadiseyi protesto ettiğine dair bir bilgiye rastlanmıyor; ama bu belge Çanakkale'yi kimyasal silahların kullanıldığı savaşlar arasına sokuyor. Daha önce 19. yüzyılın sonlarında Fransızlar Almanlara karşı zehirli gaz kullanmış, aynı şekilde Almanlar da Fransızlara misillemede bulunmuştu.
Domdom kurşunu...
Çanakkale'de destan yazan askerlerimize yönelik uluslararası savaş hukukuna aykırı hareketler kimyasal silahlarla sınırlı değil. Tespit edilen iki ayrı belge, iki ayrı savaş ihlalini daha ortaya çıkarıyor. Savaş hukukuna kesinlikle aykırı olmasına rağmen domdom (parçalayıcı, dağıtıcı özelliği çok fazla) kurşunları da Mehmetçiğe sıkılmış. Başkumandan vekili Enver imzasını taşıyan 20 Mayıs 1915 tarihli Hariciye Nezaretine gönderilen belgede Çanakkale'de yaralanıp Tekirdağ Hastanesi'ne yatırılmış bir askerin bacağından domdom kurşunu çıktığı rapor ediliyor. Aynı belgede domdom kurşunlarının İngiliz askerleri tarafından kullanıldığının altı çiziliyor.
10 Mayıs 1915 tarihini taşıyan bir başka belgede de İngiliz savaş gemilerinin balonlar yardımıyla Maydos kasabasında Hilal-i Ahmer bayrağı çekmiş hastaneyi bombalayarak 30 kadar yaralı askerin şehid olmasına yol açtığı belirtiliyor. Osmanlı Hükümeti "insanlığa sığmayan" bu saldırı sonrasında Amerika Sefareti aracılığıyla İngiltere'nin uyarılması talebinde bulunuyor. Bu üç belge ve üç örnek, savaş kurallarının hiçe sayıldığı Çanakkale'de nasıl bir trajedinin yaşandığını gözler önüne seriyor.
Belgeler şimdi sergide, sonra kitapta
Çanakkale Savaşları hakkında Genelkurmay Başkanlığı'nın yayımladığı birkaç çalışma dışında belgelere dayalı, ilmi, ciddi ve kapsamlı bir kitabın yazılmamış olması büyük bir eksiklik. Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü bu alandaki eksikliği gidermek için savaşların 90. yıldönümü etkinlikleri çerçevesinde iki ciltten oluşan "Osmanlı Belgelerinde Çanakkale Muharebeleri" kitabının ilk cildini kısa bir süre sonra piyasaya sürecek. Kronolojik olarak 10 Ağustos 1914 ile 31 Ağustos 1915 tarihleri arasındaki olayları anlatan belgelerden oluşan ilk kitap muhteva bakımından oldukça geniş. İkinci cildiyle birlikte bu kitap bir yıl içinde tamamlanacak.
İkinci cilt ise 1 Eylül 1915 ve 9 Ocak 1916 tarihleri arasını kapsayacak. Arşiv bünyesinde kurulan ve beş uzmanın çalıştığı Çanakkale Masası'nın ortaya koyduğu belge ve fotoğraflar da kitaptan önce bir sergide kamuoyuna sunulacak. Başbakanlık Osmanlı Arşivi ile 18 Mart Üniversitesi tarafından 14-25 Mart tarihleri arasında ortaklaşa düzenlenecek sergide 50 arşiv belgesiyle çeşitli fotoğraflar yer alacak.
HAŞİM SÖYLEMEZ - Aksiyon Dergisi Sayı: 536
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://acelya.forumakers.com
sitekurucusu
Admin
Admin
sitekurucusu


Koç
Yılan
Mesaj Sayısı : 23648
Doğum tarihi : 01/04/65
Kayıt tarihi : 17/02/08
Yaş : 59
Nerden : insanligin oldugu yerden

SONKALE ÇANAKKALE GEÇİLMEZ Empty
MesajKonu: Geri: SONKALE ÇANAKKALE GEÇİLMEZ   SONKALE ÇANAKKALE GEÇİLMEZ Icon_minitimePaz Eyl. 07, 2008 4:53 pm

Çanakkale Muharebelerinin Osmanlı Devleti’nin zaferi ile neticelenmesi Bulgaristan’ı Almanya ve Osmanlı Devleti yanında savaşa girmeye itti. Rusya’nın itilaf devletleri ile ilişki kuramaması dolayısıyla ülkedeki finansal bunalım iç huzursuzluğu artırarak Bolşevik ihtilalinin başarı ile sonuçlanmasına sebep oldu. İtalya, Romanya ve Yunanistan ise, İtilaf devletlerine katıldılar ve I. Dünya Harbi tahminlerin aksine 3 sene daha devam etti.
M. ALİ EREN - Aksiyon Dergisi Sayı: 223
Çanakkale'de Mehmetçiğe kimyasal silah
Çanakkale Zaferi'nin 90. yıldönümü kutlanıyor. Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nden çıkan yeni bir belge, savaşla ilgili korkunç bir gerçeği ortaya çıkardı: İtilaf Devletleri Mehmetçiğe karşı kimyasal silah kullandı. Savaşı anlatan rakamlar ise oldukça manidar. 10 bin askerimiz kayıplara karışmış.
20 Temmuz 1915. Yer Çanakkale... Savaş bütün dehşetiyle sürüyordu. Reuter Telgraf Ajansı'nın Çanakkale muhabiri, Londra'daki ajans merkezine savaşın gidişatını anlatırken insanî boyutu öne çıkan bir haber geçer: "Türkler pek merdane ve soylu bir tarzda harp ediyor. Bunlardan biri şiddetli ateş altında olduğu halde askerlerimizden birinin yarasını sarmak gayretinde. Diğeri yaralı bir Avustralyalı askerin yanına bir şişe su bırakarak insanî bir harekette bulunuyor. Mert Türk askerlerinden bir başkası İngiliz siperlerinden uzak bir mevkide yaralı düşüp saatlerce aç ve güçsüz kalan İngiliz askerine ekmek vererek yüce bir davranış gösteriyor. Türklerle çarpışan İngiliz askerlerinin hemen hepsi Türkler tarafından İngiliz esirlere iyi muamele yapıldığı konusunda hemfikir."
Çanakkale Boğazı girişinde batan Saphir adlı Fransız denizaltısından Türk askerleri tarafından kurtarılan Elektrik Çavuşu Logal ailesine gönderdiği mektupta, nasıl bir esaret geçirdiğini şu cümlelerle anlatıyor: "...Tahlisiye sandalı gelinceye kadar yarım saat suda kaldık. Kurumuş yapraklar gibi tir tir titriyorduk. Lakin bereket versin, Türk zabitleri bizi pek hoş karşıladı. Sandal içinde zabitlerden birisi bana ceketini bile verdi. Türk mülazımı kıyafetine girdim. Bizi hemen ısıttılar. Bir şişe rom getirdiler. Bir nefesçik rom çekmek, bilsen ne kadar büyük bir iyilik icra etti. Bizi bir kışlaya götürdüler. Orada bize elbise verdiler. Zira denize düşerken çırılçıplak olmuş idik. Bizi İstanbul'a getirdiler. Bulunduğumuz mahalleye arada sırada Türk zabitler geliyor. Bize sigara paketleri ikram ediyorlar. Hemen ekserisi Fransızca biliyor. Halbuki biz başka türlü muamele göreceğimizi zannediyorduk."
Çanakkale'de sadece askerler savaşmadı. Aynı zamanda, farklı dünya görüşleri de mücadele etti. Hem de insan olma konusunda... Düşmanının canını kurtarmak için çırpınmak, matarada kalan bir yudum suyu düşman askerine vermek başka türlü nasıl izah edilebilir ki? Reuter muhabirinin geçtiği haber ile Çavuş Logal'ın ailesine gönderdiği mektup bu örneklerden sadece birkaçı. Ancak, madalyonun bir de öteki yüzü var. İtilaf Devletleri, Çanakkale'de direnen Osmanlı askerini yok etmek için her türlü yolu denemekten çekinmedi. Uluslararası savaş kuralları yok sayılıp siviller katledildi, hastaneler bombalandı. Dahası topyekûn bir öldürme operasyonu için kimyasal silahlar bile kullanıldı.
Mehmetçik gaz karşısında çaresiz
Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde görevli uzmanlarca ortaya çıkarılan yeni bir arşiv belgesinde İtilaf Devletleri'nin Türk askerlerine karşı boğucu türden gaz içeren kimyasal silah kullandığı belirtiliyor. Belgeye göre, Osmanlı askeri kimyasal silahlar karşısında çaresiz kalıyor. Belgede gazın hangi ülke kuvvetleri tarafından kullanıldığı belirtilmiyor. Verdiği zarar konusunda da bir bilgi yok. Fakat, araştırmacılar binlerce askerin kimyasal silahların tesiriyle şehit düşme ihtimalinin olduğunu belirtiyor ve muhtemelen İngilizler tarafından böyle bir yola başvurulduğu görüşünde birleşiyor.
2 Temmuz 1915 tarihinde Başkumandan vekili namına Müsteşar imzasını taşıyan ve cepheden Hariciye Nezareti'ne gönderilen belgede düşman kuvvetleri tarafından kimyasal silahlar kullanıldığı belirtilip tarafsız ve dost devletlerin olayı protesto etmesi isteniyor. Dost devletlerin insanlık dışı bu hadiseyi protesto ettiğine dair bir bilgiye rastlanmıyor; ama bu belge Çanakkale'yi kimyasal silahların kullanıldığı savaşlar arasına sokuyor. Daha önce 19. yüzyılın sonlarında Fransızlar Almanlara karşı zehirli gaz kullanmış, aynı şekilde Almanlar da Fransızlara misillemede bulunmuştu.
Domdom kurşunu...
Çanakkale'de destan yazan askerlerimize yönelik uluslararası savaş hukukuna aykırı hareketler kimyasal silahlarla sınırlı değil. Tespit edilen iki ayrı belge, iki ayrı savaş ihlalini daha ortaya çıkarıyor. Savaş hukukuna kesinlikle aykırı olmasına rağmen domdom (parçalayıcı, dağıtıcı özelliği çok fazla) kurşunları da Mehmetçiğe sıkılmış. Başkumandan vekili Enver imzasını taşıyan 20 Mayıs 1915 tarihli Hariciye Nezaretine gönderilen belgede Çanakkale'de yaralanıp Tekirdağ Hastanesi'ne yatırılmış bir askerin bacağından domdom kurşunu çıktığı rapor ediliyor. Aynı belgede domdom kurşunlarının İngiliz askerleri tarafından kullanıldığının altı çiziliyor.
10 Mayıs 1915 tarihini taşıyan bir başka belgede de İngiliz savaş gemilerinin balonlar yardımıyla Maydos kasabasında Hilal-i Ahmer bayrağı çekmiş hastaneyi bombalayarak 30 kadar yaralı askerin şehid olmasına yol açtığı belirtiliyor. Osmanlı Hükümeti "insanlığa sığmayan" bu saldırı sonrasında Amerika Sefareti aracılığıyla İngiltere'nin uyarılması talebinde bulunuyor. Bu üç belge ve üç örnek, savaş kurallarının hiçe sayıldığı Çanakkale'de nasıl bir trajedinin yaşandığını gözler önüne seriyor.
Belgeler şimdi sergide, sonra kitapta
Çanakkale Savaşları hakkında Genelkurmay Başkanlığı'nın yayımladığı birkaç çalışma dışında belgelere dayalı, ilmi, ciddi ve kapsamlı bir kitabın yazılmamış olması büyük bir eksiklik. Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü bu alandaki eksikliği gidermek için savaşların 90. yıldönümü etkinlikleri çerçevesinde iki ciltten oluşan "Osmanlı Belgelerinde Çanakkale Muharebeleri" kitabının ilk cildini kısa bir süre sonra piyasaya sürecek. Kronolojik olarak 10 Ağustos 1914 ile 31 Ağustos 1915 tarihleri arasındaki olayları anlatan belgelerden oluşan ilk kitap muhteva bakımından oldukça geniş. İkinci cildiyle birlikte bu kitap bir yıl içinde tamamlanacak.
İkinci cilt ise 1 Eylül 1915 ve 9 Ocak 1916 tarihleri arasını kapsayacak. Arşiv bünyesinde kurulan ve beş uzmanın çalıştığı Çanakkale Masası'nın ortaya koyduğu belge ve fotoğraflar da kitaptan önce bir sergide kamuoyuna sunulacak. Başbakanlık Osmanlı Arşivi ile 18 Mart Üniversitesi tarafından 14-25 Mart tarihleri arasında ortaklaşa düzenlenecek sergide 50 arşiv belgesiyle çeşitli fotoğraflar yer alacak.
HAŞİM SÖYLEMEZ - Aksiyon Dergisi Sayı: 536
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://acelya.forumakers.com
sitekurucusu
Admin
Admin
sitekurucusu


Koç
Yılan
Mesaj Sayısı : 23648
Doğum tarihi : 01/04/65
Kayıt tarihi : 17/02/08
Yaş : 59
Nerden : insanligin oldugu yerden

SONKALE ÇANAKKALE GEÇİLMEZ Empty
MesajKonu: Geri: SONKALE ÇANAKKALE GEÇİLMEZ   SONKALE ÇANAKKALE GEÇİLMEZ Icon_minitimePaz Eyl. 07, 2008 4:53 pm

Savaşların meçhul çocuk askerleri
Çanakkale ve İstiklal Savaşı'na katılan çok sayıda çocuk, vatan savunmasında destan niteliğinde kahramanlık örnekleri sergileyerek, ''meçhul çocuk askerler'' olarak Türk tarihinde yerini aldı.
Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Tarih Eğitimi Anabilim Dalı Başkanı, Konya ve Yöresi Tarih Araştırmaları Merkezi Müdürü Prof. Dr. Nuri Köstüklü, yaptığı açıklamada, Türk milletinin vatan savunması verdiği dönemlerde erkek ve kadınlar kadar çocukların da çok önemli görevler üstlendiğini söyledi.
Türk çocuklarının milli bir sorumluluk şuuru içinde gösterdikleri fedakarlıklar, çektiği çileler ve eziyetlerin tam olarak bilinmediğini vurgulayan Köstüklü, Anadolu'nun hemen her köşesinde, özellikle işgal gören yörelerde, çocukların da bir destan niteliğinde kahramanlık örnekleri sergilediğini anlattı.
Çocuk askerler üzerine bir araştırma yaptığını ve elde ettiği bilgileri bazı seminerlerde sunduğunu dile getiren Köstüklü, bunlardan bazılarını şöyle sıraladı:
''Antep savunmasında Kebapçı Said Ağa'nın oğlu küçük Mehmet, Şahin Bey'in oğlu Hayri, şehit Yolağası'nın oğlu Mehmed Ali, arzuhalci Ali Efendi'nin oğlu İsmail gibi 11-12 yaşlarındaki çocukların özverisi göz yaşartıcı boyuttadır. Bu çocuklar Arslan Bey'in başında bulunduğu milis kuvvetlerinin içinde diğer Kuvayi Milliyeciler gibi silahlı olup yeri geldiğinde çatışmalara katıldılar ve çoğu zaman da istihbarat hizmetinde bulundular.

TEK BACAĞI İLE MİLLİ MÜCADELEDE YER ALDI

Bu çocuklardan küçük Mehmet ve İsmail, 1920 yılının Ağustos ayında şehrin durumu ile ilgili orduya dilenci kılığında bilgi götürürken düşman askerlerine yakalandılar ve hiçbir konuda düşman kuvvetlerine bilgi vermediler. Serbest bırakıldıktan sonra ateş açılması nedeniyle küçük Mehmet 4, İsmail ise 9 yerinden yaralandı. Mehmet'in hastanede ayağı kesilerek kurtarıldı. Ancak İsmail hastanede şehit oldu. Bir ayağı kesilen Gazi Mehmet, geri döndükten sonra tek ayağıyla Milli Mücadelede yine görev aldı.''
Köstüklü, bir diğer kahraman Tarsuslu küçük Mehmet'in de mücadelede önemli görevler üstlendiğini belirterek , ''Bu çocuk, Adana cephesinde düşmanla çarpışıldığı zaman Kuvayi Milliye'ye yemek taşır ve postacılık yapardı. Birgün yine vazifesini yaparken kurşun yağmuruna yakalandı. Ağır yaralanan Mehmet, Konya'da tedavi gördü'' dedi.

KAHRAMANLIKLARI TÜRKÜ OLDU

Adanalı çocukların da İstiklal Savaşı'nda milli heyecan ve sorumluluk içinde hareket ettiğini dile getiren Köstüklü, şöyle devam etti:
''12 Haziran 1920'de Fransız ve Ermenilerden oluşan bir grubun Türklere yönelik katliamında, direniş gösteren Türk çocuklarından 10 yaşındaki Mehmet, aldığı kurşun ve süngü yaralarına rağmen hayatta kalmayı başardı, ancak bir bacağını kaybetti. Urfa'da 14 yaşındaki Bozan, Fransızlar kaçarken Kuvayi Milliye önünde harbe katıldı. Bu yavrunun kahramanlığını gören halk, Bozan için türkü bile yaktı. Sebeke dağından indim dereye/Atılıyor bombalar, bilmem nereye/Türk çeteleri dönmez geriye/Be yürü! yürü Bozan Yavrum yürü!/Vursun kırsın Fransızları, aslanım yürü!...''
Köstüklü, Kahramanmaraş savunması sırasında düşmanın önünü kesmesi için kendisine verilen köprü uçurma görevini yerine getiren Sarıca Köyü'nden 14 yaşındaki Ali, milis kuvvetler arasında bir çok yeri dolaşmak suretiyle bilgi alışverişini sağlayan 10-11 yaşlarında Osmaniyeli Niyazi Aykan da Cumhuriyet tarihine adını altın harflerle yazdırdığını ifade etti.

12 YAŞINDAKİ NEZAHAT ONBAŞI

Tabur Komutanı Binbaşı Halit Bey'in kızı 12 yaşındaki Nezahat onbaşının da, bu küçük yaşına rağmen elinde silahı asker kıyafetiyle Türk ordusuyla birlikte çeşitli muharebelere katıldığını anlatan Köstüklü, ''Ata binmesini ve silah kullanmasını çok iyi bilen bu kız çocuğu Milli Mücadele boyunca 70. Piyade Alayı'nın bir mensubu olarak alayla birlikte tam bir asker gibi, cepheden cepheye koştu. Hatta bu Alaya, o bölgede 'Kızlı Alay' denmişti'' dedi.
Köstüklü, Çanakkale Savaşı'na katılan Galatasaray, Konya ve İzmir Liseleri gibi birçok okulun öğrencisinin şehit düştüğünü belirterek, savaşın olduğu dönemde bu üç lisenin mezun bile veremediğini bildirdi.
Vatanın kurtulması için Türk milletinin kadını erkeği ve çocuğuyla tek vücut olarak düşmana karşı koyduğunu ve yabancı unsurları Türk topraklarından attığını belirten Köstüklü, ''Türk çocuğu yeri geldiğinde omzunda silahla cephede savaştı, yeri geldi istihbarat için haber taşıdı, yeri geldi Türk askerine su, ekmek ve mermi götürdü. Bugün kahramanlık destanları yazarak gazi ya da şehit olan bu çocukların birçoğu bilinmemektedir'' dedi.
Çanakkale Efsaneleri
Kahramanlıkların tarih kitaplarına yazıldığı, ardında binlerce dramatik hikayelerin anlatıldığı Çanakkale Savaşları, 91 yıl sonra bile bazı bilinmeyenleriyle anılıyor.
Çanakkale Boğazı'nı geçip, İstanbul'a ulaşmak isteyen İtilaf Devletleri, binlerce askerle Gelibolu Yarımadası'na ayak atmış, vatan topraklarını işgal etmişti.
Her karış toprağında kanlı savaşların yaşandığı, anaların oğullarının başına kına yakarak savaşa gönderdiği bölgede, İngiltere'den gelen 4. Norfolk Taburu'nun Anzak Koyu'nda, bir bulut kütlesinin içinde kaybolduğu söylentileri, 91 yıldır hala konuşuluyor.
Çeşitli kaynaklardan derlenen bilgilere göre, Gelibolu Yarımadası'ndaki savaşa katılan İngiliz Kraliyet Ordusu'na ait 4. Norfolk Taburu'nun, 12 Ağustos 1915 tarihinde Anzak Koyu mevkiindeki 60. Tepede büyük bir bulut kütlesinin içinde kaybolduğu iddia edilmiş, bu olay savaştan sonra çeşitli tarih kitaplarında yerini almıştı.
Yeni Zelanda Kıtası'nın 1. Sahra Birliği'ne bağlı 3. Bölükte savaşa katılan F. Reichardt, R.Nevnes ve J.L. Newman adlı üç asker, bu olaydan 50 yıl sonra olayın görgü tanığı olduklarını iddia etmiş, güneyden esen 70 kilometre hızındaki rüzgara rağmen, yaklaşık 250 metre uzunluğunda, 65 metre yüksekliğinde ve 60 metre genişliğindeki bulut kültesinin yer değiştirmeden 60. Tepe üzerinde durduğunu ve İngiliz askerlerinin bu kütlenin içinde kaybolduğunu anlatmışlardı.
Bu olay, kimilerine göre gerçek, kimilerine göre rivayetten başka bir şey değildi. Ancak, bu tür olaylar, tek bir gerçeği değiştirememişti; o da, ''Türk'ün vatan ve millet sevgisi uğruna verdiği binlerce candı...''

TARİH ARAŞTIRMACISINA GÖRE...

Çanakkale Turizm ve Tanıtma Derneği Başkanı Ahmet Kaşıkçı, yaptığı açıklamada, uzun yıllardır anlatılan ''bulut'' olayının, aslında kaybedilmiş savaş için uydurulan bir kılıf olduğunu söyledi.
Gelibolu Yarımadası'na, son derece donanımlı silahlarıyla gelen İngiliz ve Anzaklar'ın, savaşta ilk başlarda çok iddialı olduklarını, ancak Yeni Zelandalılar'ın yaşadıkları yenilgi üzerinden 50 yıl geçtikten sonra, noter huzurunda anlattıkları ''bulut'' olayının, dünya tarihinde inanılmaz bir zafer olarak yerini alan Çanakkale Zaferi'ni küçümsemek amacıyla uydurulduğunu öne süren Kaşıkçı, şunları kaydetti:
''Binlerce insanın, gencecik yaşta hayatını kaybettiği bu savaşta askerler, savaş psikolojisiyle bu tür olaylar anlatabilir. Ancak ne olursa olsun Çanakkale Savaşı'nda yaşananları bu şekilde anlatmak, askerimize yapılan bir hakarettir. Çoğu zaman da buna benzer anlatımlarla, Gelibolu Yarımadası'ndaki savaşın başka güçlerin desteğiyle kazanıldığı ima edilmeye çalışılıyor. Elbette ki bizim askerimiz inançlıydı. Savaşın kazanılmasında, göğüslerindeki vatan ve iman sevgisi doruğa çıkmıştı. Bu inanç, Mehmetçik'e düşmanla göğüs göğüse yapılan muharebelerde güç vermişti.''
Çanakkale’de şehit mektupları
Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Bir Şehid Mezadı adlı hazin bir hikayesi vardır. Kurtuluş Savaşı’nda şehid olan erlerin eşyalarının nasıl mezada konup satıldığını, topu topu bir küçücük bavula sığacak kadar olan bu şehid eşyalarını ailelerine göndermenin masraf ve zahmetini falan anlatır bu hikaye. Siz Anadolu’daki şu yoksulluğa bakın ki bir şehidin kurşun deliği açılmış bir kalpağı, altı delinmiş bir potini, eprimiş bir gömleği bile satılacak kadar değerli, öte yandan ailesi de onun parasına muhtaç olacak denli fakir. Peki ya satılmak üzere açılan bavuldan bir şehidin mektupları çıkarsa!..
Bir şehid ki her şeyi mezada çıkarılsa, mektuplarına asla değer biçilemez. Çünkü o mektuplarda yalnızca kan, et ve kemik kokusu değil, kocaman hasretlerin derin aşklarını yüklenmiş bir gönül vardır. O mektuplar ki kurşunların birbirini vurduğu, güllelerin havada göğüs göğüse geldiği cehennemî seslere sükunet verir, vatan aşkını hasretle anılan bir isme bağlayarak cesarete dönüştürür. Kalbinin üstünde böyle bir mektubu saklayan askerin, ‘vatanı için yapabileceği hangi fedakarlık’ vardır diye sorulamaz elbette; o hepsini sırayla yapar ve canını en son verir. Çanakkale Mahşeri’nden okuyalım:
“Bu anda dışarda koşuşma başladı; eski askerler, “Saya geldi! Saya geldi!” diye birbirlerine bağırıyorlardı. (...) Binbaşı Abdülkadir, meraklı bakışlarını Binbaşı Lütfi’ye çevirince, o da bilgi vermek mecburiyetini hissetti.
-Sai gelmiş. İzmir’in köylerinde dolaşır; askerlere gönderilecek mektupları, küçük emanetleri toplar, getirir; sahiplerine verir. Sırdaş olduğu için de sevgililer selamlarını ona emanet ederler. Bu da onun gelişini çok değerli yapar.
Askerler etrafına toplanınca, Sai sağ elini heybenin bir gözüne soktu; bir mektup çıkardı ve bağırdı:
Mehmet oğlu Kara Ali!?..
Değişik yerlerden sesler yükseldi:
-Cennet-i A’lâ’da!..
-Mertebesine erdi!..
Mektubu heybenin diğer gözüne attı. Tekrar bir mektup çıkardı:
-Alsancak’tan Hayati oğlu Salim!
Kalabalığın arasından birisi elini uzatarak bağırdı:
-Ver! Buradayım!..
Yanındaki asker, Salim’in sırtına hafif bir yumruk vurdu:
-Kimden geliyor?!..
-Dur, hele zarfın arkasını okuyayım.
Eline yeni bir mektup alan Sai, yüksek sesle bağırdı:
-Kadir oğlu Hüseyin!..
Değişik yerlerden cevap geldi:
-Şehit!..
-Şehit!..
Onu da diğer göze attı; bu kere işlenmiş bir mendil çıkardı:
-Hasan oğlu Rafet!..
-?!..
Hiç ses çıkmayınca Sai tekrarladı:
-Hasan oğlu Rafet!?..
Tanıyanı kalmamıştı. Sai’nin yüz hatları değişti. Gözleri dalan Binbaşı Abdülkadir karargaha girdi; onu takip eden Binbaşı Lütfi kapıyı örttü; ama az da olsa Sai’nin sesini hâlâ duyuyorlardı:
-Musa oğlu Muharrem!..”(1)
Tarihini bilmeyen milletler kendilerine efsaneler uydurur ve gitgide efsanelere sığınmaya başlarlar. Yukarıdaki satırlar henüz hatıra ve tarih iken derlendiği için bahtiyarız. Ya kaybolup gitselerdi!..
*
Çanakkale anılınca kaybolup gitmesine gönlümüzün razı olmadığı bir de şiir var sırada. Binbaşı Mustafa Kemal’in de yer aldığı savaşa adanmış bir gazel bu. Sultan Reşad’ın yazdığı bir gazel. Heyecanla okuyalım:
Savlet etmişdi Çanakkale’ye bahr ü berden
Ehl-i İslâm’ın iki hasm-ı kavîsi birden
Lakin imdâd-ı İlahî yetişip ordumuza
Oldu her bir neferi kal’a-i pûlâd-beden
Asker evladlarımın pîşgeh-i azminde
Aczini eyledi idrâk nihayet düşmen
Kadr-ü haysiyyeti pâmâl olarak etdi firar
Kalb-i İslâm’a nüfûz eylemeğe gelmiş iken
Kapanıp secde-i şükrâna Reşâd eyle dua
Mülk-i İslâm’ı Huda eyleye dâim me’men
(...Müslümanlara karşı iki kuvvetli düşman birlik olup Çanakkale’ye karadan ve denizden hücum etmişlerdi...)
(...Şükür ki Allah’ın yardımı yetişip ordumuzun her bir neferi çelik bedenli bir kale kesiliverdiler...)
(...Nihayet düşmanlar asker evlatlarımın azimleri önünde diz çöküp aciz kaldıklarını anladılar da...)
(...İslam’ın kalbine hançer saplamaya gelmişlerken, itibar ve şereflerini ayak altına atıp kaçtılar.)
(Ey Reşad!.. Var, şükür secdelerine kapanıp ellerini duaya kaldır ve şu yakarıyı tekrarla: “Allah, bu İslam yurduna daima emniyet versin!” )
(1) Bk. Mehmed Niyazi (Özdemir), Çanakkale Mahşeri, 19. Bs. Ötüken Yayınları, İstanbul, 2004, s. 389-390
İSKENDER PALA
Kanlısırt’taki mitralyöz
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://acelya.forumakers.com
sitekurucusu
Admin
Admin
sitekurucusu


Koç
Yılan
Mesaj Sayısı : 23648
Doğum tarihi : 01/04/65
Kayıt tarihi : 17/02/08
Yaş : 59
Nerden : insanligin oldugu yerden

SONKALE ÇANAKKALE GEÇİLMEZ Empty
MesajKonu: Geri: SONKALE ÇANAKKALE GEÇİLMEZ   SONKALE ÇANAKKALE GEÇİLMEZ Icon_minitimePaz Eyl. 07, 2008 4:53 pm

Bir bölük kumandanının hatırat defterinden;
Kanlısırt’taki düşmanın ileri siperlerinden birinde tek bir mitralyözü vardı ki, fırkanın bütün cephesini taciz edip duruyordu. Daha ikmâl edilememiş siperlerden bazıları bu mitralyözün ateşi altında idi. Ara sıra acı haberler alıyorduk: Üçüncü bölüğün emir eri sipere gelirken vurulmuş. Dördüncü mangadan bir nefer şehit olmuş... Yüzbaşı yaralanmış, artık bu mitralyöz bizim için meşum olmaya başlamıştı.
Hatta bombalardan, torpillerden daha meşum! Çünkü bu silahların az çok mizacını biliyorduk. Mesela büyük torpil makinesi haftada iki gün bizim cephemizi ziyaret ediyordu. Bombalar daha ziyade akşamdan sonraki ziyaretçilerimiz meyânına dahildi. Velhasıl dâimi bir ülfet neticesi olarak harbin kendisine mahsus itiyatlarını öğrenmiş, ruhumuzda bir huzur ve sükûn tesis edebilmiştik. İşte Kanlısırt’taki melun mitralyöz bizim bu kıymetli asayişimizi ihlâl ediyordu. Gece toplanmış konuşuyorduk. Devamlı yaptığımız musahabe bu uğursuz nokta üstünde deveran ediyordu:
- Eey... Bu mitralyoz tahrip edilemeyecek mi?
- Siperler yakındır, topçu ateş edemez.
- Bir hücum yapsak!
- Kumandan müdâfaada kalmayı tercih ediyor.
- Sen ne dersin ha Mustafa Çavuş, can sıkmaya başlamadı mı bu mitralyöz? O, cevap vermedi. Derin derin düşünüyordu; fakat doğrusu ya en babayiğidimiz de kendisi idi. Bahis değişmek üzere iken Mustafa Çavuş bir heykel gibi karşımıza dikildi: “Ben bunu gidip getiririm!” dedi.
“Satmıyorlarmış galiba!..” diye lâtife ettik. Arkadaşımızın bu sözü ciddi söylediğine kânî değildik. Fakat o hiç tavrını bozmadı. Gülümsedik bile. Yalnız kendini siperin üstüne fırlattı. O zaman anladık ki hakikaten mitralyözü almak için gidiyor. Kendisini en çok seven iki hemşehrisi arkasından koştu. Biraz sonra bu üç asker, diğer bütün gecelerden daha korkunç, daha siyah bir gecenin enginlerine doğru kayıp gitmişlerdi.
Hepimiz asabiyetten, heyecandan sararmıştık. Avuçlarımızdaki tüfekleri sıkıyorduk. Şu dakika hücuma kalkmak için öyle dayanılmaz bir arzu duyuyorduk ki... Hey yâ Rabbi eğer gidenler gelmeyecek olurlarsa!.. Bu sefer orada kalsak bile ey Kanlısırt’taki düşman mitralyözü artık sen yerinden oynamıştın!
Türk anası ne düşünüyor?
“... Zavallı valide ciğerparesini bir daha kokladı. Dedi ki: Hüseyin... Dayın Şıbka’da, baban Dömeke’de ağaların da sekiz ay evvel Çanakkale’de yatıyorlar. Bak son yongam sensin! Minareden ezan sesi kesilecekse, caminin kandilleri körlenecekse sütlerim haram olsun, öl de köye dönme. Yolun Şıbka’ya uğrarsa dayının ruhuna Fatiha okumayı unutma! Haydi oğul, Allah yolunu açık etsin.”
(Oğlu Asker Hüseyin'i teşyî' ederken [uğurlarken])
Sonbaharın aysız gecelerinden biriydi. Bulutlar birbiri üzerine yığılmış, hava toprakla bu bulutlar arasında sıkışmış, ağırlaşmış göğüs darlığı çeken insanlar gibi sıcak dalgalarıyla teneffüsü boğucu bir tazyik altına almıştı. Karanlık o kadar yoğun idi ki sakin yıldızlı geceler bu korkunç karanlığa nispetle adeta gündüz sayılabilirdi. Yağmur bardaktan boşanırcasına dökülüyor, şimşekler, gökleri yere indirecek gibi yıkıyor, parçalıyor, güya cenge koşan askerleri top ve bomba bombardımanlarına alıştırmak istiyormuş gibi kulakların zarını patlatacak derecede kesilmeksizin devam ediyor, yıldırımlar birbirine rekabet edercesine zikzaklı ve ateşli hatlar çizerek tesadüf ettiği tabii ve sınaî her tabyayı tahrib ve ihrakta olanca şiddetiyle çalışıyordu. Tabiatın kıyametten bir numûne olan bu dehşetli hengamesi arasında beşerin kudret ve azmine delil olacak bir askeri faaliyet, bütün intizamıyla, bütün sakinliği ve ihtişamıyla devam ediyor; harekâtına zerre kadar halel getirmeden bir dakikasını bile kaçırmıyordu.
Bilecik İstasyonu’nda bir askerî tren harekete âmâde idi, lokomotif istim hazinelerinde fazla geleni keskin bir hışırtıyla semâya savuruyordu, otuz iki vagon birbirine yapışmış, şanlı yolcularını taklid edercesine dizilmişti.
İkinci kampana çalınmış olmalı ki vagonlara inen binen yok. Fakat askerî trenlerin ikinci kampanalarıyla üçüncü kampanaları arasında epeyce zaman geçtiğini biliriz. Sivil yolcu trenlerinin ân-ı hareketini ihtar eden kondüktörlerin “Tamam, tamam” nidaları askerî bir trenin harekete hazır olduğunu itham edemez. O sağdan saydıran, mevcudun adedini anlatan başka bir usule, başka bir ‘tamam’a tâbi olduğundan askerî memurlar bütün mevcudiyetleriyle çalışıyorlar, vazifelerini ikmâle uğraşıyorlardı.
Trenin tam karşısında ve kapısı açık kırk beşlik bir vagonun hizasında bir karaltı vardı, oraya mıhlanmış duruyordu. Abdulkadir Kemal bu karaltının ne olduğunu anlamak istemişti, evvela nöbetçidir diye hükmetti. Hakikatte bu bir evlâd-ı vatan bekleyen şefkatli bir anneydi.
Yanına yaklaştığı vakit, vücudu manevi kederlerin büktüğü bellerin rükû şeklini andırır bir şekilde biraz önüne doğru eğilmişti. Elinde bir değnekcik sırtında bağlı bir torba vardı. Karaltı, kendisinin sessiz lisanına ve inleyen kalbine tercüman olan mukaddes bir maksadla canlı bir abide gibi orada kakılmış kalmış bir Türk anasıydı. Yıldırımların salıverdiği kuvvetli projektörlerin aydınlığı sararmış, çizgili çehresini gösterdi. Başındaki örtü ıslanmış, çenesine, şakaklarına akçıl saçlarına yapışmıştı. Şimşek çaktığı her kısa zaman aralığında gözleri vagona yöneliyordu.
Abdulkadir yaklaştı:
- Valide burada ne duruyorsun? Sualiyle aşağıdaki konuşma başladı:
- Şimendiferde asker oğlum var; onu geçirmeye, selametlemeye geldim.
- Oğlun kimdir, nerelidir?
- Söğüt’ün Akgünlü köyünden, Osmancığın ana yatağından Mahmud oğlu Hüseyin...
- Çağırayım mı, görmek istiyor musun?
- Ona bir sözüm var, söyleyecektim. Zahmet olmazsa, sana duâ ederim.
Abdulkadir vagona koştu. Bir künye okudu. Mahmud oğlu Hüseyin, Söğüt. Bir ses:
- Efendim. Benim Mahmud oğlu Hüseyin, Söğüt. Akgünlü’den.
- Gel oğlum, seni anan görmek istiyor.
Delikanlı vagondan atladı. Şimşeğin ışığı altında seçilebilen levendine bir vücud, filiz gibi bir boy, Hüseyin Polat, müheykel gibi hazır ol vaziyetinde sağ el selam ve ihtiram mevkiinde Abdulkadir’in karşısında emre âmâde idi. Beraberce yürüdüler. Muhterem validenin karşısında durdular. Hüseyin anasının elini öptü. Zavallı valide ciğerparesini bir daha kokladı. Dedi ki:
- Hüseyin... Dayın Şıbka’da, baban Dömeke’de ağaların da sekiz ay evvel Çanakkale’de yatıyorlar. Bak son yongam sensin! Minareden ezan sesi kesilecekse, caminin kandilleri körlenecekse, sütlerim haram olsun, öl de köye dönme. Yolun Şibka’ya uğrarsa dayının ruhuna Fatiha okumayı unutma! Haydi oğul, Allah yolunu açık etsin.” dedi.
Hüseyin bu sözleri kalbinin en derin ahd ve vefa yerine gömdüğünü îma eden bir saygı ile dinlemişti. Anasını ve Abdulkadir’i selamladı, gitti. Abdulkadir, bu büyük ruhlu kadınla yalnız kalmıştı, sordu:
- Valide demek ki sizin soyun erkekleri hep şehit oldular öyle mi?
- Yalnız bizim soy değil, oğul. Elli yıldır köylü, mezarlığa delikanlı gömemedi. Din dursun da; ko biz hep ölelim.
- Şimdi köyünüzde hiç erkek yok mu?
- Köyümüz bütün erkek dolu.
Bizi beğenemediniz mi, hiçbir işimiz geri kalmadı. Evvelden nasılsak yine öyleyiz, bağrımıza kara taş bağladık düşman mahvoluncaya kadar dayanacağız. Yaradanım bana o günü göstermeden canımı almasın dedi. Abdulkadir bu ulu validenin karşısında donmuş kalmıştı. Dayanamadı, gözlerinden iki iftihar damlası salıverdi ve bir îman ve kanaatle şu sözleri söyleyerek ayrıldı:
Milleti doğuran da ana, yaşatan da. Türk anası hâlâ oradaydı, trenin hareketini bekliyordu.
Harp Mecmuası Sayı: 17, s. 267, 269.
Çanakkale kahramanları
Bir zabitin müşahedâtından;
Aylardan beri devam eden siper hayatı, aylardan beri kulaklarımızı dolduran top ve humbara tarrakaları artık bizim için bir itiyad hükmüne girmişti. Düşman mermileri devam eden uğultularla tepelerimizden aştıkça biz gülüyor ve eğleniyorduk. Bütün düşüncelerimiz düşmana fazla telefât verdirmek için tedbirler, çareler aramaktı. Düşmana ekseriya hile ile ansızın baskınlar icra ediyorduk. Bir gün yüzyirmi yedinci alaydan Mülâzım-ı sâni Çerkeşli İsmail Efendi düşman siperlerine kadar ilerlemiş, tepelediği bir düşman neferinden elbisesini almış, palaskasını kuşanmış, siperler içinde dolaşarak düşmanın kuvvetine, ahvâl ve meziyetine dair malumat almak cesaretini göstermişti. İsmail Efendi’nin bu emsalsiz soğukkanlılığı fikir sukuneti ve daha doğrusu hayatı hafife alma hususundaki gayreti bütün silah arkadaşlarının takdirini celb eylemişti.
Çanakkale’de yaşananlar “hurafe” değil destandır
Ailem’de geçen yıl Çanakkale ile ilgili hazırladığımız dosyada, niçin her yıl 18 Mart günleri Türkiye’nin dört bir yanında mevlid merasimleri yapılmadığını sormuştuk. Edirne’den Ardahan’a, Hakkari’den Muğla’ya kadar Çanakkale’de her aileden en az bir şehit varken bu insanların bu tarihe “Sevgililer Günü” ya da “Cadılar Bayramı” kadar önem vermemesindeki garipliği sorgulamıştık. Aradan geçen zamanda ne resmi ne de sivil cenahta olumlu bir gelişme yaşanmadı. Sadece Çanakkale’de şehit olanlar için değil, İstiklal Harbi şehit ve gazilerimizle birlikte niçin Filistin’de, Yemen’de, Galiçya’da, ve özellikle Kafkaslarda ölen kahraman ecdadımız için her camide aynı saatlerde hatimler indirip, sevabını onların muazzez ruhlarına neden hediye etmeyi düşünmüyoruz diye sormuştuk. Diyanet İşleri Başkanlığı’mıza ve sivil toplum kuruluşlarına bu noktada büyük görevler düştüğünü hatırlatmıştık. Ancak geçen yaz ilginç bir polemik yaşandı. Şehitlikleri ziyaret eden insanlar rencide edildi. Aralarında tesettürlü hanımların da bulunduğu insanımızın dedelerinin kabrini ziyaret edip Kur’an okumaları “Şehitliğe irtica/hurafe turizmi” gibi garip başlıklarla yansıtıldı. Geçtiğimiz yıl, “Her yıl 25 Nisan günü dünyanın öbür ucundan gelerek Şafak Duası yapan Anzaklar’ın torunları kadar olamaz mıyız?” diyorduk. Demek ki, artık oralara gitmek için de en az şehit dedelerimiz kadar “cesur” olmamız gerekecek... Mustafa Aydın
Çanakkale’den çıkartılacak dersler
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://acelya.forumakers.com
sitekurucusu
Admin
Admin
sitekurucusu


Koç
Yılan
Mesaj Sayısı : 23648
Doğum tarihi : 01/04/65
Kayıt tarihi : 17/02/08
Yaş : 59
Nerden : insanligin oldugu yerden

SONKALE ÇANAKKALE GEÇİLMEZ Empty
MesajKonu: Geri: SONKALE ÇANAKKALE GEÇİLMEZ   SONKALE ÇANAKKALE GEÇİLMEZ Icon_minitimePaz Eyl. 07, 2008 4:54 pm

18 Mart’ta kutlanan zafer Deniz Savaşları’nda elde edilen ve tarihin o güne kadar görmediği muhteşem bir zaferdir. Dönemin “süper” devletleri Çanakkale önünde pes ederek geri çekilmiştir.
“Çanakkale Geçilmez” destanı sırasında eli silah tutan bütün vatan evlatları görev almıştır. Kürdü, Çerkezi, Lazı, Arnavut’u, Arap’ı, Boşnak’ı, Gürcü’sü ile toplam 250 bine yakın askerimiz İslam’ın son ve asil bayrağını düşürmemek için şehit düşmüş, geride ise on binlerce gazi kalmıştır.
İnanç, vatan sevgisi, dayanışma, birlik ve beraberlik duyguları, zamanın en güçlü ve donanımlı ordularına karşı koymada en önemli faktörler olmuştur.
Bugün de aynı ruh ve inanca milletçe ihtiyacımız var. Çanakkale’de şahlanan ruh, milletimizin mayasını oluşturan ruhtur. Yeni nesilleri bu duygularla yetiştirmeli, dedelerinin emanetini torunlarına aktarabilmeliyiz.
Millet oluşumuz Çanakkale’deki ruhta gizli









Çanakkale Savaşları’nın ve elde edilen muhteşem zaferin tarihimizde çok özel bir yeri ve önemi vardır. Bu zafer, kahraman askerlerimizin, dünyaya parmak ısırtan bir îman ve kahramanlık destanıdır. Müslüman milletimizin, iman ve azminin, metanet ve gücünün açık bir göstergesidir. Hep söylendiği gibi düşmanlarımız Çanakkale’den “askeri” olarak geçememiştir. Ancak, onlar öğrendiler ki, içeriden yıkmak daha kolay. Bugün bizi biz yapan ve Çanakkale’de şahlanan değerler her geçen gün erozyona uğruyor. Özellikle tüm İslamî değerlerle birlikte, vatan sevgisi, namus ve ahlak gibi hassasiyetler öylesine zayıfladı ki, artık genç kitle içinde “bunlar can vermeye değmez” duygusu yerleştirilmeye çalışılıyor. Bazı ilahiyatçılarımız planlı yollarla “nasıl oruç tutulmaz”, “nasıl namaz kılınmaz”, “niçin örtü takılmaz”, “nasıl kurban kesilmez” fetvalarıyla geniş kitlelerin zihinlerini bulandırıyor. Aynı isimler, “hıdırellez, aşure günü” gibi toplumsal birlik günlerini hurafe deyip küçümserken, büyük reklamlarla lanse edilen ve her biri bir dini gün ya da bizdeki kandile denk gelen Aziz Valentin Günü (Sevgililer Günü), Noel/Christmas ve Hallowen Day (Cadılar Bayramı) kutlamayı normal görebiliyor. Bunun özellikle ana sınıflarından itibaren ne kadar etkili olduğu ise ayrı bir konu. Diyanet İşleri Başkanı Prof. Ali Bardakoğlu’nun bu süreçle ilgili değerlendirmesi şöyleydi: “Bu bayramların ve bunlarla ilgili olarak yapılan adet ve törenlerin Müslümanlarca benimsenip uygulanması dinsel ve kültürel bir yozlaşma olarak görülmeli; böylesi bir tutumun, kendi değerlerimizden uzaklaşma ve başkalaşma sürecini hızlandırdığı gözden uzak tutulmamalıdır.” Mustafa Aydın
Harp mecmuası, bir dönemin tarihini anlatıyor
“Harp Mecmuası”, Kaynak Kitaplığı tarafından Çanakkale Savaşları’nın 90. yılı münasebetiyle aslına uygun bir biçimde yayınlandı. Eseri yayına hazırlayan Ali Fuat Bilkan ve Ömer Çakır, eserde yer alan ve günümüz okuyucusu açısından fazla önem taşımayan bazı siyasî ve özellikle de harp tekniğine ait yazıları çalışmanın dışında bıraktıklarını söylüyorlar. 360 sayfalık eserde çoğu ilk kez yayınlanan beş yüzden fazla fotoğraf yer almaktadır.
Harp Mecmuası’nın ilk sayısı, dönemin Harbiye Nezareti tarafından 1915 yılının Kasım ayında yayınlandı. Dergi, Servet-i Fünun Dergisi’nin sahibi Ahmed İhsan’ın matbaasında basıldı. On beş günde yayınlanacağı duyurusuna rağmen, genellikle ayda bir, hatta bazen de birkaç ay arayla yayınlanan bu mecmua, 1918 yılının Haziran ayına kadar sürmüştür. Mecmuanın son sayısı 27. sayıdır. Ancak bu son sayıda derginin artık çıkmayacağı konusunda herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.
Bu dergi, Harbiye Nezareti’nin bir “harp edebiyatı” oluşturma ve bu çerçevede yazılacak eserleri değerlendirme gayesiyle (dönemin aynı amaçla yayınlanan Türk Yurdu, Yeni Mecmua dergileri gibi) yayınlanmıştır. Bu kampanyanın amacı, şair ve yazarlar tarafından askerlerimizin cephelerde gösterdikleri yiğitlik, kahramanlık ve fedakârlığın edebî eserler vasıtasıyla ifade edilmesini sağlamaktır.
Nitekim Ziya Gökalp, bu mecmuada yayımlanan bir şiirinde şâirlere şöyle seslenir:
O, orada senin için kanını
Seve seve döker iken ey şâir
Sen ne için ona birkaç anını
Vakfederek yazmıyorsun bir şiir
Böylece askerlerimizin yurdun dört bir yanında gösterdiği olağanüstü fedakârlıklar, yiğitlik destanları ve başarılar gelecek nesillere belgeler ve fotograflarla nakledilecektir. Bu mecmuada yayımlanan yazı, şiir ve fotoğraflarla, bir yandan savaşın gidişatı ve cephelerin durumu hakkında halka bilgi verilirken, bir yandan da hissî bir atmosfer oluşturularak herkesin yurt savunmasına koşması ve fedakârca mücadele etmesi yönünde bir millî heyecan ve ruh oluşturulmuştur.
Dönemin önde gelen yazar ve şairlerinden Ziya Gökalp, Abdülhâk Hamîd, Ahmed Refik, Süleyman Nazif, Falih Rıfkı (Atay), Midhat Cemal (Kuntay), Mehmet Emin (Yurdakul), Cenap Şehabettin gibi edebiyatçıların cephelerde gezdirilerek böylesi bir millî coşkuyla yazdığı eserlerin de süslediği bu mecmua, o zor günlerin canlı tanıklarını içermektedir.
Asker mektupları, şehitlik anıları, annelerin fedakârlıkları ve yüzlerce kahramanlık destanının yer aldığı bu çalışmada her Türk, bir yakınının izini de bulabilecektir. Dergi sayılarındaki “Yaşayan Ölüler” ve “Mübarek Şehitler” listesinde, Osmanlı coğrafyasının hemen her köşesinden cepheye koşan yiğitlerin fotoğrafları, şehadet tarihleri ve şehitlik destanları da yer almaktadır.
Savaşın dehşeti Anzak günlüklerine de yansıdı
1. Dünya Savaşı’nın en kanlı deniz ve kara çarpışmalarının yaşandığı Çanakkale’de, savaşan taraflardan yaklaşık 250 bine yakın insan hayatını kaybetti.
Savaş tarihine istatistiki bir bilgi olarak giren bu rakam, aynı zamanda Çanakkale Yarımadası’nda sona eren binlerce kişisel yaşam öyküsünü de sembolize ediyor. O dönemde Türklere karşı savaşanların tuttuğu günlükler, savaştan yıllarca sonra bile hem savaşın hem de insanlığın doğasına yönelik bildik renkleri yansıtmaya devam ediyor. İşte söz konusu günlüklerden birkaç satır:
William George Malone (Yeni Zelandalı subay); 25 Nisan 1915: “Sabah 06.10’da Gaba Tepesi’ne çıkartma yapacağız. 6 mil uzağımızdaki Queen Elizabeth’in 15 inch’lik topları ise 29. İngiliz birliğinin çıkartma yaptığı Seddülbahir tepelerindeki Türk birliklerini bombalıyor. Dürbünümden kıyıda cehennemi andıran bir savaş yaşandığını görüyorum. Majestic, Triumph Queen, Inflexible ve diğerleri aralıksız Türk mevzilerini dövüyor. Saat 16.30’da birliklerim karaya ayak bastı. Türkler bizi ağır bir topçu ateşi ile karşıladı. Her yerde şarapneller uçuyor.” (Malone, 18 Ağustos’ta Conkbayırı muharebelerinde öldü.)
George Bollinger (Yeni Zelandalı er); 25 Nisan Sabah 06.00: “Son sürat Gelibolu’nun güney kıyılarına yaklaştık. Ana savaş gemilerimizden birkaç mil uzaktayız. Kıyıda tam bir kıyamet kopuyor. Sanırım binlerce Türk ölüyor. Acaba tarih bu kadar büyük bir bombardımana şahit olmuş mudur? Bom, bom, bom... Hiç susmuyorlar! Bu 15 inch’lik toplara kim karşı koyabilir ki?’ 27 Nisan sabah 10: “Düşman ateşi altında tepeye çıkmaya çalışıyoruz. Arkadaşlarım daha bir el bile ateş edemeden patır patır düşüyor. Neredeyse yüzer yüzer ölüyoruz!”
İngiliz Çavuş James Milne’in eşine yazdığı mektuptan: “Kıymetli karıcığım, daha önce sana hiç böylesi şartlarda yazmamıştım. Bunu postalamayacağım, cebimde olacak. Eğer vurulursam arkadaşlarım sana iletecekler. Birazdan tepeyi Türklerden almak için saldıracağız. Ölürsem yeryüzünde hatırladığım son görüntü olan yüzün hafızamda, ismin dudaklarımda ona gideceğim. Çocuklarımıza iyi bak ve babalarına nasıl öldüklerini anlat lütfen. Daha fazla yazamayacağım... Seni seviyorum. Tanrı seni korusun... Jim”
‘Çanakkale’de tam bir istihbarat çuvallaması oldu’
Jay Winter (Cambridge Üniversitesi): Avustralyalılar, Yeni Zelandalılar, İngilizler ve bunların Fransız destekçilerinin niyeti, Türkleri savaş dışı bırakmaktı. 1. Dünya Savaşı’nda bir istihbarat çuvallaması olduysa bu, Çanakkale’de olmuştur. Gelibolu’yu fethetmek, hayaldi. Komutanların, yapabilecekleri fazla bir şey olmadığını anlamalarına kadar geçen sürede, imkansızı başarmaya çalışan 200 bin adam heba oldu.
Trevor Wilson (Adelaide Üniversitesi): Çanakkale Operasyonu’nun daha başından başarı şansı yoktu. Coğrafik yapısı açısından dar kıyıları ve uçurumlarıyla Gelibolu, tüm ordular açısından bir ‘savunmacının hayali’ olarak kabul edilebilirdi. Türkler bu avantajı iyi kullandı.
__________________
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://acelya.forumakers.com
sitekurucusu
Admin
Admin
sitekurucusu


Koç
Yılan
Mesaj Sayısı : 23648
Doğum tarihi : 01/04/65
Kayıt tarihi : 17/02/08
Yaş : 59
Nerden : insanligin oldugu yerden

SONKALE ÇANAKKALE GEÇİLMEZ Empty
MesajKonu: Geri: SONKALE ÇANAKKALE GEÇİLMEZ   SONKALE ÇANAKKALE GEÇİLMEZ Icon_minitimePaz Eyl. 07, 2008 4:54 pm

Kronoloji
Türkiye'nin geleceğini etkileyen Çanakkale Savaşları'nda elde edilen zafer, Türk Tarihinin yanı sıra Dünya Tarihi'nde de önemli bir yere sahip oldu.
Birinci Dünya Savaşı'nın çıkmasıyla, küresel anlamda; hem siyasal hem de toplumsal bakımdan büyük değişikliklerin yaşanmasına yol açan olaylar şöyle gelişti:

28 Haziran 1914.
Avusturya Macaristan İmparatorluğu'nun varisi arşidük François Ferdinand ve eşi, Sırp öğrenci Gavrilo Princip
tarafından Saraybosna'da öldürüldü.
28 Temmuz 1914.
Avusturya Macaristan İmparatorluğu, Sırbistan'a savaş ilan etti. 31 Temmuz 1914.
Rusya ve Fransa'da seferberlik ilan edildi.
2 Ağustos 1914.
Osmanlı Devleti de topraklarında genel seferberlik ve sıkıyönetim ilan etti. Osmanlı Alman ittifakı imzalandı. İttifak uyarınca iki devlet, Avusturya Sırbistan arasındaki anlaşmazlıkta tarafsızlık gösterecekti.
3, 4, 5 Ağustos 1914.
Enver Paşa, Başkomutan Vekili oldu ve İngiliz filosunun izlediği Goeben (Yavuz) ve Breslau (Midilli) adlı Alman savaş gemilerinin Osmanlı karasularına gelmesine karar verildi.
10, 11 Ağustos 1914.
İki gemi (Goeben ve Breslau), Çanakkale Boğazı'ndan geçerek Marmara'ya girdi.
12 Eylül 1914.
Çanakkale Boğazı girişine mayın döşendi.
27 Eylül 1914.
Çanakkale Boğazı tamamen kapatıldı.
2 Kasım 1914.
İngiltere, Fransa, Rusya, Belçika, Sırbistan, Japonya, Karadağ, Osmanlı İmparatorluğu ile siyasi ilişkilerini kestiklerini açıkladı.
29, 30 Ekim 1914.
Alman Amiral Souchon komutasındaki Yavuz ve Midilli, gece Karadeniz'e çıktı ve Odessa ile Sivastopol limanlarını bombaladı.
3 Kasım 1914.
Çanakkale Boğazı giriş tahkimatı, 6 düşman zırhlısı tarafından bombalandı.
7 Kasım 1914.
Osmanlı İmparatorluğu, İtilaf Devletleri'ne karşı savaş ilan etti.
29 Kasım 1914.
Mesudiye Zırhlısı, İngiliz denizaltısı (B11) tarafından Çanakkale Boğazı'nda batırıldı.
11 Ocak 1915.
Amiral Carden, İngiltere Deniz Bakanlığı'na, Çanakkale Boğazı'na taarruz için hazırlattığı planı sundu.
20 Ocak 1915.
Mustafa Kemal, Tekirdağ'da 19 Fırka Komutanlığı'na atandı ve 2 Şubat'ta tümeni kurmaya başladı.
19 Şubat 1915.
İtilaf Devletleri Donanması (12'si İngiliz, 4'ü Fransız olmak üzere 16 muharebe gemisi, 6 muhrip, 14 mayın tarama ve 1 uçak gemisinden oluşuyordu.), Çanakkale Boğazı giriş tabyalarına taarruzu ile İtilaf Devletleri donanmasının Çanakkale Boğazı'na ikinci büyük saldırısı başlatıldı.
25 Şubat 1915.
Mustafa Kemal'in kuruluşunu tamamladığı 19. Tümen, Gelibolu Yarımadası'nın doğu kıyısındaki Maydos'ta (Eceabat) görevlendirildi.
25 Şubat 1915.
İtilaf Devletleri donanması, Boğaz girişi tabyalarındaki topları tahrip ederek, Boğaz'a girmeye başladı.
26 Şubat 1915.
Değirmenburnu Çanakkale Feneri arasında 10. Mayın Hattı oluşturuldu. Seddülbahir ve Kumkale'ye çıkarma başlatıldı.
2 Mart 1915.
General Liman Von Sanders, Çanakkale'deki Osmanlı Kara Kuvvetleri Başkomutanlığı'na atandı.
4 Mart 1915.
3. Avustralya Tugayı, Mondros'ta limana girdi.
5, 6 Mart 1915.
Çamkoyu batısından, HMS Queen Elizabeth gemisinden, Merkez Tahkimatı'nı aşırma biçiminde bombardıman başlatıldı.
17 Mart 1915.
Amiral J. de Robeck, İtilaf Devletleri Donanması Komutanlığı görevine başladı.
17, 18 Mart 1915.
Nusret Mayın Gemisi, gece elde kalan son 26 mayınını, Boğaz girişindeki Karanlık Koy'a döşedi.
18 Mart 1915. ÇANAKKALE DENİZ ZAFERİ.
İtilaf Devletleri donanması, yaklaşık 30 savaş gemisiyle en geniş kapsamlı saldırıyı başlattı. Çanakkale Boğazı tahkimatı 7 saat süreyle ateş altında tutuldu. Nusret Mayın Gemisinin gizlice döşediği mayınlar ve kıyı topçularının etkili ateşi altında, kuvvetinin üçte birini kaybederek geri çekildi. Altı büyük gemiden Bouvet, Irresistible ve Ocean zırhlıları batırıldı, üçü de kullanılmaz hale getirildi.
24 Mart 1915.
General Liman Von Sanders, 5. Ordu Komutanlığı'na getirildi. Bu ordunun ihtiyatı, komutanı Kurmay Yarbay Mustafa Kemal olan 19. Fırka tarafından oluşturulacaktı.
25 Nisan 1915. ARIBURNU ZAFERİ
İtilaf Devletleri, geniş kapsamlı ilk çıkarmayı başlattılar. Gelibolu ve Çanakkale yarımadalarının Arıburnu, Seddülbahir ve Kumkale gibi yerlerine yapılan çıkarma, 308 savaş ve nakliye gemisi ile gerçekleştirildi. Orda komutanı, Saros'ta olduğundan, Mustafa Kemal, emir beklemeksizin birliklerini harekete geçirdi ve Arıburnu'na çıkıp yarımadanın en kritik tepesi olan Kocaçimen'de ilerleyen İngiliz birliklerini durdurdu ve kıyıya kadar sürdü. İngiliz birlikleri, donanmalarının ateşi sonucu denize dökülmekten kurtuldular ve Arıburnu Zaferi kazanıldı.
27 Nisan 1915.
İngiliz denizaltı gemileri, Marmara'da Barbaros zırhlısını batırdılar.
2 Mayıs 1915.
3. Kolordu Komutanı Esat (Bilkat) Paşa, Arıburnu cephesine gelerek, Mustafa Kemal ile görüştü.
10 Mayıs 1915.
Mustafa Kemal'in çarpışmaları yönettiği yere ''Kemalyeri'' adı verildi.
14 Mayıs 1915.
İngiltere Bahriye 1. Lordu Winston Churchill ve Amiral John Arbuthont Fisher, görevlerinden istifa ettiler.
1 Haziran 1915.
Atatürk albaylığa yükseltildi.
6, 7 Ağustos 1915.
İngilizler, Gelibolu'ya yeni kuvvetler çıkardılar.
8 Ağustos 1915.
Mustafa Kemal, Anafartalar Grup Komutanlığı'na getirildi.
9 Ağustos 1915.
Mustafa Kemal'in komutasında 1. Anafartalar Savaşı kazanıldı.
9 Ağustos 1915.
İtilaf Güçleri, Seddülbahir'i boşalttılar. 10 Ağustos 1915.
Anafartalar Grup Komutanı Albay Mustafa Kemal öncülüğünde geniş kapsamlı Conkbayırı taarruzu başlatıldı.
21, 22 Ağustos 1915.
2. Anafartalar Savaşı kazanıldı.
17 Ekim 1915.
Çanakkale bölgesinde General Hamilton, komutayı General Birdwood'a devrederek cepheden ayrıldı.
19, 20 Aralık 1915.
İtilaf Güçleri, işgal ettikleri siperleri boşaltarak gece Anafartalar, Arıburnu bölgesinden gizlice çekildiler.
9 Ocak 1916.
5. Ordu Komutanı Mareşal Liman Von Sanders, Başkomutanlık Vekaleti'ne şu telgrafı çekti: ''Tanrı'ya şükür Gelibolu Yarımadası tamamen düşmandan temizlenmiştir. Diğer ayrıntılar ayrıca sunulacaktır.''
17 Ocak 1916.
Mustafa Kemal'e Çanakkale Savaşı'ndaki üstün başarılarından dolayı ''Muharebe Altın Liyakat Madalyası'' verildi.

Çanakkale Savaşları'nda 253 bin Türk subay, er ve erbaş şehit oldu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://acelya.forumakers.com
 
SONKALE ÇANAKKALE GEÇİLMEZ
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Acelya :: ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE-
Buraya geçin: