*…yolun zorunu yürümüştüm ben
tanıştığımız zaman
sen dalgalanmaktaydın elvan elvan
o yüzden tam olarak
hissedemedin sen içimi
hala kulağımda çınlıyor
o alaycı kahkahan…*
Sayfalar bitiyor artık,sayfalar ufalanıyor ellerimde… İçimde kırılan ve
dökülen ince belli bir bardak misali ”zaman”… Gerisinde bırakılmış
herşey zarar, herşey ziyan… Kelimelerim ardıl dağların etekleri boyunca
uzanan kar taneleri misali… Biraz ölü belki de,biraz da yaşayan…
Akşamın siyahı var ellerimde… Bir sokak lambasının bakışları da
üzerinde… Kaçışan birkaç satır aklımda… Ne zaman yakalamaya çalışsam,
ucundan kenarından biraz daha eksik kalan… Adı konulamamış bir
nedensizlikte; her defasında yarım bırakılan…
”Tamamlanamayan”…
Nedensiz bir üç noktaya, kimsesiz bir çocuk misali kollarını hesapsız kitapsız sonuna dek açan…
Yalan anıyorum ağzımda bazen söndürülmüş tüm şiirlerimi ve satırlarımı…
Kağıttan bir nehirim, üstümden pul pul dökülen sözlerim aslında sadece
”arınabilmek” için… Ve bazen o bildik melodilerim, defalarca virgül
aralarında demlediğim… Esası bir ”biz”de daha saklı hecelerle eşlik
ettirdiğim, sureti hikayelerimin…
*…haberin yoktu henüz cilvesinden aşkın
sarsılmıyordun hiç ay tutulmasından
o kadar taşkın o kadar açtın ki
düşmen kaçınılmazdı arzın ortasından…*
Elden düşme, incecik bir parça kumaşa sarılı bir yerlerde ‘’aşk’’…
Eksilmiş ince ince tüm giysilerinden… ’’Çok’’tan biraz ‘’az’’ da
incitilmiş…
Eski bir dostun tanıdık yüzü tadında cümleler var parmak uçlarımda arsızca gezinen… Saatsiz sev(iş)melerin, öznesiz yüklemleri…
Biliyorsun ya ”adam”, ben çok sev(di)m seni… Dinmedi hiç bu geçitsiz
yolların en dumanlı ve sahipsiz mevsimleri… Oysa ki; her şeye rağmen
‘’ayrılıkta sevdaya dahil’’ değil miydi…? Ve ayrılanlar ‘’hala
sevgili’’…
Okyanus renkli dizeleriyle bir şair, en umarsız lahzalarda çıkıp geliyor işte üç nokta son’larıma…
Darmaduman olmuş etrafına saçılan, ”o”na dair her bir parça(m)…
Anladım ki; dudaklarımın ucunda özlediğim birkaç hece şimdi ‘’sev-gi-li’’…
Bir rüyanın tam alnındayken öpmüştün beni… Oysa ben bir yüzün fersah
fersah ardından sevdim hep seni… Ve biliyorsun ya ”adam”; ’’hep seni’’…
Aşk; her daim içimde biraz isyan… Aniden; topsuz tüfeksiz meydana
çıkan… Her defasında; gümüş renkli bir ayrılığın gizlenmiş gövdesinde
baş ve ayak olmaktan başka hiçbir işe yaramayan…
‘’Kanatan, kanayan, mazoşist bir zevkle biraz daha kanatılan’’…
‘’Sus’’ paylarıyla sindirilerek müebbet giymiş bir veda’nın, son
nidaları belki de her ağır aksak adımımla birlikte sayıkladıklarım…
”Gözlerimin önünde duyulası aksi, saçlarımın dalgalarında unutulası sedası”…
Son sürat giden bir arabanın direksiyonunu bir duvar yamacına kırmak
gibi… Mevsimsiz bir baharda dökülen iki satırlık yaprak gibi… Ondokuz
yılın nihayetinde yavaş yavaş açık vermeye başlamış bir hesap gibi…
Belki de ucundan ve bucağından kayıp verilmiş bir ‘’masal’’ gibi…
Ve en çokta; telaşsız bir günün sabahına, acıtılmış bir gerçekle uyanmak gibi…
Güzel dudaklı bir kadın, sesi açılmış bir radyoda şarkısını ”avaz avaz”
söylüyor şimdi… Ruhumda o şarkıdan sana uzanmış ayak izleri… Ve
biliyorsun ya ”adam”;asla söylemeyeceğim ben sana bu dizeleri:
*…pişman olduğun zaman
zevke doyduğun zaman
huzur bulduğun zaman
dönebilirsin
ben yine burada olacağım
yaralarını saracağım
seni anlayacağım…*
Ufkumun perdelerinde defalarca araladım ben ”pişman olduğun zaman”ı…
Namelerin omzunda ağlatılan, sırılsıklam ve dibine vurmuş, cesur
kelamları… Belki de ilk kez; yolu ”o”na çıkan nakaratlardan bir pay
daha çıkaramıyorum ”içimdeki kadın”a…
Bir üç nokta sonunda daha anlıyorum ki; ”aşk hala teslim olmamış bana”