Dönmek İstiyorum
Beklediği kıyamet beklenmedik şekilde kopmuştu. Annesi avazı çıktığı kadar bağırıyordu:
—Nasıl yaparsın bunu bana, nasıl onca yıl saklarsın!
İnanmıyordu bir türlü. Onun için en kutsal biricik kızından kalma
emaneti yıllar yılı sakladığını düşünüyordu. İhsan Bey çaresiz yeminler
ediyor, saklamadığını söylüyor; ancak kızının bulduğunu söylemek
istemiyordu. “Dur yapma… Açıklayabilirim” diyordu içinden, gerçeğe
kılıf bulamamasına rağmen açıklayabileceğine dair verdiği vaatler fayda
etmeyecek biliyordu. Gözleri pınar olmuştu sanki kirpikleri dimdik
olurdu ağlarken, yaşlar akıyor akıyordu… Kilim desenli halının orta
motifine diz çökerek oturmuş feryat ediyordu:
—Allah’ım! Neden yapıyorsun, neden… Yetmedi mi çektiklerim?
Kazağının kolunu çekiştirip, yaşları sildi yanaklarından, mektuba
damlamasını istemiyordu. Kim bilir kaç yıl, kaç kez ezberlercesine
okuyacaktı… Yıllar yılı beynini kemiren nedenler avuçlarının içindeydi.
Aslında biraz da korkuyordu. “Ya bensem sebep, ya bilmeden biriciğimi
incitmiş kırmışsam?”diye geçiyordu aklından. Ya da suçluyu öğrenince ne
yapacaktı, tırnaklarıyla mı yolacaktı etlerini? Meğer merak, öfke,
sevgi bütün karmaşık duyguların bir çırpıda yaşanmasına da dayanırmış
ana yüreği! Gözyaşlarından ıslanan ellerini kuruladı çiçekli basma
eteğiyle. Dizlerinin arasına sıkıştırdığı mektubu aldı, açtı titreyerek…
“Annem,
Bu mektubu sen bulacaksın biliyorum. Neden mi? Çünkü onu kimselere
vermeye kıyamadığın beşiğime saklayacağım. Hatırlıyor musun annem?
Sabriye Teyze’nin oğlu Mithat öldükten sonra ne kadar ısrar etmiştin.
Bir yıl geçtikten sonra ‘ Bir tane daha doğur, acıların hafifler,
Mithat’ın sevgisini ona verirsin, biliyorum yerini tutmaz ama yine de
iyi gelir’ demiştin. Sonra Sedat dünyaya geldi. Sabriye Teyze yine
Mithat’ı özlemişti ama Sedat’ı da sevmişti. Öyle değil mi annem? Konu
komşu, en çok da Sabriye Teyze diyecek ‘ Bir kızın daha olur acıların
hafifler’ diye… Benim beşiğime koyacaksın… Kız kardeşim mi oldu anne?
Ağlama annem hadi sil gözyaşlarını, ne olursun… Suçlu sen değilsin! Babam da değil! Ben ikinizi de çok seviyorum.
Biliyor musun annem? Bugün Volkan ile ayrıldık. Hani sana anlatmıştım
ya ‘mavi gözlü, sınıfın en popüler çocuğu’ diye. Bir haftadır benden
kaçıyor, nedenini anlayamıyordum. Bu gün konuşmak için ısrar ettim. Ne
yaptığımı, suçumun ne olduğunu söylemesini istedim. Söylemek istemedi,
önceleri geçiştirdi. Sonra okul çıkışında buluşmak istediğimi söyledim.
Osman amcanın pastanesine gittik. Yine susuyordu. Sustukça ben de
çıldırıyordum. Çünkü ortada hiçbir şey yoktu. Saçma sapan şeylerden
bahsetmeye, mazeretler türetmeye başladı. Annesi hasta olduğu için
onunla ilgilenmesi gerektiğinden, benimle çıkınca derslerinin
aksadığından, gelecek için planlar kurmak istemediğinden, yarının ne
getireceğinin belli olmayacağından falan filan…
İnandırıcı değildi annem. Ellerim titremeye başlamıştı. Sigarasından
aldım bir tane, içtim. Osman amca karşıdan gördü. ‘ Babana söylerim
seni ‘ der gibi el işareti yaptı. Gülümsedim. Sigaradan nefret ettiğimi
babam da, sen de biliyordun. Ama dayanamadım annem… O nefret ettiğim
naneyi içtim…
Sakinleşmiştim. İşe mi yaradı ne? Sonra Volkan’a bir şey sormak geçti
içimden. ‘Başka birisini mi seviyorsun yoksa?’ dedim. Kulaklarına kadar
kızarmıştı. Yüzüme bakamıyordu. Kekelemeye başladı. Duymak istediğim
sözcükler boğazına dizilmişti.Bahaneleri değil gerçekleri duymak
istiyordum. Bana acı vereceğini bile bile… ‘Kim!’ diye sordum. Kim
olduğunu söylerken gözlerime bakmasını istedim. Bakamadı… Biliyordum
zaten anne… Sadece kim olduğunu bilmiyordum. Sen derdin ya hani…
‘Kadınlar yanılmaz, bir başkası olduğunu davranışlarından,
ilgisizliğinden hisseder’ diye… Senin gözünde hiç büyümedim ama ben de
hissetmiştim anne… Sesimi yükselterek bir kez daha sordum ‘Kim!’ Kısık
bir sesle ‘Yeliz’ dedi. Sadece, sadece ‘O aptal sarışın kız mı?’
diyebildim.
O an dünyanın gerçekten döndüğünü fark ettim. Duvarlar üstüme üstüme
geliyordu. Galiba acının en yüksek noktası artık hissetmemek… Hiçbir
şey hissedemiyordum. Eskiden onunla geçirdiğim bir dakika bana
dünyaları verirdi, her derde deva ölümsüzlük iksiri içmiş gibi olurdum.
Ensemden sırtıma kızgın bir lav topu yuvarlanıyordu. Yanıyordum. Canım
acımıyor, yanıyordu annem. Yerimden kalkarken de hâlâ dünya dönüyor
olmalıydı, dengemi bulamıyordum. Benimle gelmek istedi, kolumdan tutmak
istedi. Ellerini kendimden ittim, tiksiniyordum. İstediğinin ben
olmayışı beni kahretmişti. Bana dokunmaya hakkı yoktu artık… Caddelerde
koşmaya başladım. Bu defa da insan yığınları öbek, öbek üstüme
geliyordu. Ağlıyordum, insanların ‘ Aaa kıza bak ağlıyor…’ sesleri
geliyordu kulaklarıma. Mağaradan gelen sesler gibiydi, yankılanıyordu
kulaklarımda…
Eve geldim annem. Sen yoktun… Koynunda ağlamak istiyordum. Aslında iyi
ki yoktun; çünkü ben artık yaşamak istemiyorum, biz onunla ölümüne
yemin etmiştik, sonsuza kadar ayrılmayacaktık. Biliyorsun ben dürüstüm
annem, sözümü tuttum. O ne yaptı!
Ben bunu hak etmedim… Hak etmedim annem…
Biraz önce babamı aradım. Son kez sesini duymak için. ‘Seni çok ama çok
seviyorum babacığım’ dedim. Önce şaşırdı, anlam veremedi… Yanında
insanlar vardı, her zamanki iş yoğunluğu, ‘Bende seni seviyorum kızım’
dedi. Bu sözü duymak güzeldi annem. Seni aramak istedim, telefonunu
evde unutmuşsun. Sonra da arkamda soru işaretleri bırakmamak için bu
mektubu yazmaya karar verdim. Seni de çok seviyorum annem hem de çok…
Bu dünya çok yalpak annem, insanlar çok kötü, hem de çok… Ben böyle bir
alem için fazlaca dürüst olduğumu düşünüyorum. Bana göre değil yaşamak.
Gittiğim yerde daha mutlu olacağım. Benim için üzülmeyin. Hep yanınızda
olacağımı biliyorum. Sakın ağlama annem, sakın ağlama ardımdan…”
Ağlayamazdı ki… Nasıl ağlasın ki; boğazına tıkanmış hıçkırıkları
yutkunmak için bile gücü yoktu. Ensesinden vücuduna, en çok da sırtına
doğru yayılan sıcaklık ciğerinde son buluyordu. Uzaklara bakıyordu, o
bilinmezlere, kimse göremeyeceği, hissedemeyeceği yerlere… İhsan Bey
dokunmak istedi, sarılmak istedi hayat arkadaşı, can yoldaşına… Rüzgâra
karşı dimdik duran iki siluet olmak istiyordu hayatın karşısında.
Parmaklarının ucuyla dokunmayı düşündü, tepkisinin ne olacağını
kestirmek zordu. Vazgeçti… Kanepeye uzanıp ellerini alnına koydu.
Bitkin vücudu uykusuzluğa daha fazla dayanamamış, olduğu yerde içi
geçivermişti… Öylece durdu Ferda… Hiç kımıldamadan durdu, defalarca
okudu elindeki mektubu… Kaç sabahı sabahladı, kaç akşam kaderi gibi
kararan ertesi günleri bekledi eceli beklercesine…
alıntı