25 Nisan 2009 Cumartesi ~ Günün Hikayesi
Kimlik Ve Kişilik
"Şerefle bitirilmesi gereken en asil görev hayattır.
Bir lokma ekmek için şerefini çiğnetmeye
Bir anlık eğlence için servetini tüketmeye
Bir zamanlık mevkii için el ayak öpmeye
İnsanları ezip geçmeye
Günlük menfaatler için 0nurunu terk etmeye
Bir kısım insanlara kızıp
tüm insanlara düşman
olmaya değmez bu hayat...."
CAN YÜCEL
“Uçmayı seviyorsan
Düşmeyi de bileceksin!”
“Öyle bir hayat yaşıyorum ki
cenneti de gördüm
cehennemi de öyle bir aşk yaşadım ki
tutkuyu da gördüm
pes etmeyi de. bazıları seyrederken hayatı en önden
kendime bir sahne buldum oynadım. öyle bir rol vermişler ki
okudum okudum anlamadım. kendi kendime konuştum bazen evimde
hem kızdım hem güldüm halime
sonra dedim ki " söz ver kendine " denizleri seviyorsan
dalgaları da seveceksin
sevilmek istiyorsan
önce sevmeyi bileceksin
uçmayı seviyorsan
düşmeyi de bileceksin. korkarak yaşıyorsan
yalnızca hayatı seyredersin. öyle bir hayat yaşadım ki
son yolculukları erken tanıdım öyle çok değerliymiş ki zaman
hep acele etmem bundan
anladım..”
Nietzsche...
Bence önce insan olmalı insan
egosunu
içindeki kötülükleri aşmalı
yani hayatı sevmeyle yakalamalı. Sürü gibi olmak
sürü gibi yaşamak yada sürü gibi davranış biçimi göstermek hayatı anlamaya
sevmeye
anlamlandırmaya yetmiyor. Sevdayı
sevgiyi
sevinci
hüznü anlamaya
anlatmaya yetmiyor… Çağının yükümlülüğünü
bilimselliği
teknolojiyi
birey hakkını
demokrasiyi
insanlığın önemini anlamaya
anlatmaya yetmiyor…
Toplumsal kimlikten çok
insan önce kendi bireysel kimliğini
kişiliğini kazanmalı (elde etmeli) ve bu mival üzre kimliğini oluşturmalı
kurmalı ki
insan asıl kendisi olabilsin… İnsanın toplumsal olabilmesi için zaten öncelikli kendi mantığını
düşünsel mekanizmasını devreye sokmasıyla mümkün
sürüden ayrılmasıyla…
Hayatın bütün yönlerini araştırmadan
okumadan
aydınlanmadan nasıl anlamlandırabilsin
anlayabilsin hayatın gizemini ve önemini insan…
Kitle sözcüğünün asıl sürü yada kalabalıklar anlamına geldiğini şüphesiz ki
hepimiz biliyoruz ama bunun asıl ne anlam içerdiğinin üzerinde durup düşünmüyoruz…
"Filler ve İnsanlar"
Bir fil
bir tonluk yükü hortumuyla kolayca kaldırabilir. Ama siz hiçbir sirke gidip bu dev yaratıkların küçük bir tahta kazığa bağlandığını gördünüz mü? Fil
sirke ilk getirildiğinde ağır bir zincirle hareketsiz bir demir kazığa bağlanır. Fil
ne kadar çok zorlanırsa zorlansın. Zinciri kıramayıp kazığı yerinden oynatamadığını keşfeder. Sonradan fil ne kadar büyük ve güçlü hale gelirse gelsin yerde yanı başında duran kazığı gördüğü sürece hareket edemeyeceğine inanmaya devam eder. Birçok akıllı ve yetişkin de sirkteki fil gibi davranır. Düşüncelere
hareketlere ve sonuçlara hapsolur. Asla kendi koyduğu sınırların ötesine geçemez."
Daha başında bir takım kurumlar
düzenler
sektörler ve bir takım kavramlar adına vucudumuzu ve beynimizi bizden alabiliyorlar. İnsan olduğumuzun önemini daha ilk başta yitiriyoruz. Geriye bir tek ruhumuz kalıyor. Kaybettiğimiz bir beyin ve bedendeki ruhu da ne kadar koruyabiliriz!...
Ümmet
ırk
kitle
toplum
izmlerin yanısıra günbe gün gelişen sektörlerce de satın alınmak istenen asıl hedef beden değil
beyin ve ruhtur. Tek tek bireylerin ruhunu ve beynini etki altına almak kolay değil elbet. O yüzden pratik yollara baş vuruluyor. Sistemler ve kurumlar bireylerle uğraşmıyor
toplumsal ruhu ve beyni satın alarak kitleleri etkisizleştirip
istedikleri doğrultuda kullanabiliyorlar. Bunun en etkili olanıda son yıllarda hızla gelişen ve insan beyninin en ince kıvrımlarını işgal altına alan sektörlerdir.
Örneklemek gerekirse otomatik makineler
aletler
fırınlar
telefonlar
DVD'ler
bilgisayarlar
ucuz Tv programlarıyla çağımızın insanının beynini
ruhunu
bedenini esir alabiliyorlar.
Hepimize
istemesekte oynayacağımız bir rol biçilmiş
başkalarının seçtiği sahnede
elimize verilen replikleri papağan gibi tekrarlayıp duruyoruz.
Şartlandırıldığımız bir kaç beylik söz
dua
yada slogan ve bir kaç ucuz söylemle geçiştirip gidiyoruz hayatı. Sonra da dönüp geri kalmışlığımızdan
çağı yakalayamadığımızdan dem vuruyoruz…
Bırakın ilerlemeyi insanlar kendi duygularını
düşüncelerini
isteklerini
istedikleri doğrultuda yaşayamıyor bile
hep içinde saklı kalıyor bunlar. Rol yapmadan kimse kendi gerçeğini oynayamıyor
kendisi olamıyor. Utanmadan
saklamadan
sıkılmadan bir gün maskelerimizi yere bırakp asıl kendimiz olabilirsek ancak o zaman gerçek ve asıl kişiliğimizi
kimliğimizi elde edip kendimiz olabiliriz…
Bir gün rol yapmadan asıl kendinizi oynarsak
içimizi dışınıza çevirerek kendi hayatımızı yaşarsak…Bakın o zaman streslerden uzak ne kadar rahatlayacağız…
İnsan önce düşünmeli
istemeli ki
aydınlığı
güzelliği düşünüp güzelleşebilsin. Çünkü asıl güzellik insanın beynindedir
yüreğindedir
içinin kıpırtılarındadır.
İçinde
beyninde kini
nefreti
düşmanlığı yada yalanı
dolanı
hilleyi
onursuzluğu barındıran insan güzelleşebilir mi hiç?
Bir gün dünyada ki bütün insanların kinden
nefretten uzak
sevmesi
güzelleşmesi
aydınlanması
kendisi olabilmesi dileğiyle…
Nuri Can