Muhasebeci delikanlı gecenin bir vakti, elinde uzaktan kumanda aleti ile esneye esneye ve miskin miskin televizyon kanallarını tararken, az önce kayıtsızca geçtiği kanala, gözlerini biraz daha açarak geri döndü.
Çünkü bir önceki kanalda dünyanın en güzel yüzlü kadını duruyordu.
Daha doğrusu ona öyle geldi; bu güzel yüz, karşısında birisi ile söyleşi yapıyor olmalıydı; o sırada soru soruyordu.
Delikanlı böylesine güzel bir yüzü ilk kez görüyordu. Kızın ne sorduğuna, adamın ne söylediğine hiç dikkat etmedi. Sadece baktı.
Program bittiğinde kalkıp günlük gazeteyi aramaya koyuldu. Bulamayınca, birlikte yaşadıkları annesini uyandırmak zorunda kaldı, gazeteyi nereye koyduğunu sormak için...
Tekrar koltuğuna dönüp, gazeteden o günkü televizyon programlarına baktı.
Bulmuştu. Güzel sunucunun ismini beynine kazıdı.
Planladığı şey olabilir miydi acaba?
***
Delikanlı ertesi sabah, büyük marketler zincirinin muhasebe servisinde heyecanla bilgisayarını açtı, insanların birbirleriyle haberleşmesini ve sohbet etmesini sağlayan “messenger”i tıkladı.
“Kişi ekleme” bölümüne gece kendisini büyüleyen sunucunun ismini girdi.
Bundan sonrası şansa kal.....
Açıldı!
Ekranın sağ altından kartvizit kadar bir kutucuk çıktı: “D..... oturum açtı”
Gerçekten şanslıydı; çünkü “kişi ekleme” bölümüne kızın isim ve soy ismini mail adresi olarak yazmıştı ama o isimde gerçekten bir adres olması ve sunucunun böyle bir messenger teklifini kabul ederek açması beklemediği bir sürprizdi.
Kutucuğun ekranın altına inip kaybolması ve tekrar çıkması kısa sürdü; bu kez mesaj gelmişti: “Kimsiniz?”
Hazırlıksız yakalanmıştı; eli ayağı birbirine karıştı, ne yapacağını bilemedi.
Epey düşündükten sonra parmakları titreye titreye şöyle yazdı: “Gece ekranda dünyanın en güzel yüzünü görünce yazmaktan kendimi alamadım.”
Cevap hemen geldi: “Teşekkür ederim.”
Yazacak bir şey bulamayınca konuşmayı sürdürmekten vazgeçti.
“Çayım geldi.”
Şok... Karşı taraf, kırk yıllık dost gibi, sanki her gün konuşuyorlarmış gibi yazmıştı. “Çayım geldi.”
Muhasebeci, bu sıradan iki kelimenin hiç bu kadar sıcak ve heyecan verici olacağını düşünemezdi.
Artık daha rahattı, çünkü “cevap hakkı doğmuştu.”
Yalan yazdı: “Benim da masama çay bıraktılar. Hem de aile boyu.”
Bir süre sunucudan mesaj gelmeyince korktu, bu kez şansını şöyle denedi: “Sezen çalıyor; ‘Geri dön.’ Sever misiniz?”
“Ben de şu an Sezen dinliyordum; ‘İstanbul İstanbul olalı’ diyor. Hangi şehirdesin?”
“İstanbul.”
“Ekrandaki fotoğraf gerçekten senin mi?”
“Evet... Çok ürkütücü herhalde.”
“Yok canım, rica ederim. Sabah sabah sinirim bozuldu, kahvaltıda dişim kırıldı. Bugün çekimim vardı, iptal ettirdim.”
Yine yalan yazdı: “Aa, şaka yapıyorsunuz. Ya da bizim ofiste sizin kameranız var. Poğaçanın içinden ön dişimin parçası çıktı! Bu kadarı olmaz!”
“Şaka yapıyorsun.”
“Çok ciddiyim.”
Sunucu kendi derdine döndü:
“Benim için diş çok önemli... Kırık ya da eksik dişe tahammül edemem. Kötü oldu... Dişçiye gideceğim.”
***
İki gün geçtiği halde sunucu bir daha ortada görünmemişti. Delikanlı sanki yaşama sevincini kaybetmişti. Anlık bir rüya mıydı diye düşünüyordu. Ama ikinci günün ikindi zamanı onu büyük bir sürpriz bekliyordu. Ekranda bir kutucuk:
D........:
Selam
Muhasebeci:
Merhaba... Hele şükür... İki gündür sizi düşünüyorum!
D........:
Ne diye?
Muhasebeci bu ani ve mantıklı soru karşısında bocaladı:
Yani şey... Dişiniz ne oldu diye?
D.........:
Sorma... İki gündür koşturuyordum, yaptırdım. Bir sürü zaman, acı, para.. Neyse...
Muhasebeci:
Geçmiş olsun. Ekranda görebilecek miyiz peki?
D.......:
Ekran... Ekran bugün son... Üç aylığına Amerika’ya dil kursuna gidiyorum...
Muhasebeci:
Yapmayın... Ne zaman?
D........:
Yarın sabah
Muhasebeci:
Bir daha göremeyeceğiz yani...
D........:
Görmek mi istiyorsun?
Muhasebeci:
Kesinlikle evet!
D........:
Televizyonun yerini biliyorsun değil mi?
Muhasebeci:
Evet?! Ciddi mi söylüyorsun? Şimdi mi? D.......:
Niye olmasın... sen bilirsin...
Muhasebeci:
Yani elbette.. Tabii ki... Hemen!
***
Delikanlı şirketten heyecanla çıkarken birden aklına geldi. Olduğu yerde kaldı!
Önce dişçiye gidip sağlam ön dişini çektirmeye karar verdi, sonra hiçbir dişçinin sağlam diş çekmeyeceğini düşündü, sonra şirketin tam karşısındaki caminin tuvaletine gidip uzun uğraş ve acı ile ön dişini “söktü.” Sonra da taksi ile televizyona gitti. Sunucu, karşısında çekiçle darbe indirilmiş piyano gibi duran “enkaza” bir bardak çay içirdi, “Hemen makyaja girmeliyim” diyerek oradan uzaklaştı.
Gidiş o gidiş...
alıntı