Başı döndü Aysel’in. Bir sis perdesi gelmiş çöreklenmişti sanki odanın tam ortasına. Kulakları uğulduyor kimi dinleyeceğini bilemiyordu. Topu topu altı kişilerdi odada. Sanki bir ordu varmış gibi çıkan bu sesler de neyin nesiydi?
Banu hasta çocuğundan bahsediyordu öyle ballandıra ballandıra anlatıyordu ki üst solunum yolları rahatsızlığını dünyanın en zor en onulmaz hastalığıyla karşı karşıyaymış hissine kapıldı Aysel. Üzülmesi gerekiyordu arkadaşının çocuğu için. Yetmezdi ki geçmiş olsun demek. Çok kuru kalırdı yavan kalırdı. Üzüntüden ölüyormuş gibi yapması bile yetmezdi. Ağlasa mıydı acaba?
Zaten diğer dört kişi atlamış ve söylenmesi gereken tüm teselli cümlelerini arka arkaya sıralamışlardı. Düşündü farklı bir şey bulamadı Aysel. Yüzüne yapışmış bir acı ve acıma ifadesiyle dinlemek zorunda kaldı öylece.
Neden sonra fark etti ki Ayla kız kardeşinin düğününden düğünde nasıl eğlendiklerinden bahsediyor.
Ne zaman değişmişti bu konu böyle? Ah şu odayı sarmış hissine kapıldığı sisler konulara adapte olmasını da zorlaştırıyordu. Sanki koca dünyada tek evlenebilen kendi kız kardeşiymiş gibi anlatıyordu Ayla. Kırk gün kırk gece süren muhteşem bir düğün bile bu kadar uzun anlatılamazdı.
Ayla’nın neşeli düğün hikayesini yüzündeki acıyla dinlediğini fark etti Aysel. Hay Allah yüz ifadesini değiştirmeyi unutmuştu. Kendi kendini kınadı. Hemen yapışmış acıyı çekip neşeli bir ifade taktı yüzüne. Hayırlı olsun demek için Ayla’nın cümlelerine bir nokta koymasını bekledi. Bekledi bekledi. Bir türlü nokta konmuyordu.
Dikkati dağıldı Aysel’in. Ha hı ya demesi gereken yerleri tahminen belirleyerek dinler gibi görünüp kendi düşüncelerine dalmıştı çoktan.
Bunlar neden hep bir ağızdan konuşuyorlardı böyle? Bir dinleyiciye beş konuşmacı fazla değil miydi?
Banu’ya döndüğünde acılı ifadesini Ayla’ya döndüğünde neşeli ifadesini takınmak ne de zordu.
Karşısında Nuran dünkü akşam yemeğini nasıl yaktığından bahsediyordu. Bu kadar basit bir olayın bu kadar önemli hale getirilerek hatta canlandırmalar yapılarak nasıl anlatılabileceğini hayretle gördü Aysel.
Acaba Nuran için gerçekten hayatının olayı mıydı bu yoksa insanlar ilgiyle dinlesin diye oyunculuk yeteneğini mi devreye sokmak istiyordu anlayamadı. Peki yanan yemek için ne demesi gerekiyordu? Başın sağ olsun mu? Geçmiş olsun mu? Allah kurtarsın mı? Kararsız kaldı yine bir şey diyemedi. Gerek de yoktu ki zaten. Herkes söylenmesi gereken her şeyi bir nefes alma arasına sıkıştırmıştı bile.
Sen neden hiç konuşmuyorsun çok sessizsin dedi Saime Aysel’e dönerek. Beklediği konuşma fırsatı doğmuştu Aysel’e. Tam ağzını açmış cevap verecekken belki de sizden fırsat kalmıyor diyecekken belki de siz hem durmadan konuşup hem birbirinizi nasıl anlıyorsunuz diyecekken diyemeden Meliha’ya dönüp yeni aldıkları arabadan bahsetmeye başladı Saime.
Aysel’in ağzı açık kaldı kendisinin bile duyamadığı cılız bir başlangıç harfi ağzında öylece asılı kalakaldı.
Madem cevabını merak etmiyordu niye sormuştu ki şimdi bu soruyu? Acaba konuşmamasını başka bir şeye mi yoruyorlardı? Bizden fırsat bulamıyor gerçeği gelir miydi ki akıllarına? Yok gelmezdi. Kesin konuşacak bir şey bulamadığını düşünüyor olmalıydılar. Ya da yabani olduğunu ya da cahil ya da salak ya da ya da …
Aysel birden bir konu bulma zorunluluğunu hissetti. Acaba hangi eften püften bir şeyi tek hakikatmiş gibi anlatabilirdi? Yapabilir miydi bunu? Deneyimi yoktu o konuda.
Önemsizleri önemsiz önemlileri önemli gibi anlatmayı yeğlemişti hep. Tersini hiç denememişti. Hem beş kişi sesinin en yüksek tonuyla bağıra çağıra konuşurken hem kimse kimseyi dinlemezken konuşmanın ne anlamı vardı ki?
Çayı bitti ev sahibi konuşmaktan çayımın bittiğini nasılsa fark edemez diye kalkıp mutfağa yöneldi.
Döndüğünde Banu çocuğunun üç yıl evvelki hastalığından Ayla kendi düğün fotoğraflarından Nuran havuçlu kekin nasıl yapıldığından Saime yeni arabasının kaskosundan bahsediyordu. Meliha’nın belirli bir konusu bile yoktu. O kafasına göre takılırdı hep. Karşısında kim varsa onun kişiliğine bürünür onun anlattıklarının benzerini kendisi de yaşamış gibi anlatır dururdu.
Saatine baktı Aysel. Acaba kalkıp gitse gittiğini fark ederler miydi? Ama giderken küçük bir veda sahnesi yaşanması gerekliliği oturduğu yere tekrar çiviledi onu.
Herkesin kalkmasını bekleyerek kalabalığa kaynayıp dışarı çıkmak çok daha kolaydı bitmeyen cümlelerin arasına girip müsaade istemekten.