sitekurucusu Admin
Mesaj Sayısı : 23648 Doğum tarihi : 01/04/65 Kayıt tarihi : 17/02/08 Yaş : 59 Nerden : insanligin oldugu yerden
| Konu: 8 Ekim Günün Hikayesi Perş. Ekim 08, 2009 4:20 pm | |
| Birbirlerini tesadüf eseri tanıyan ve tanıdıktan sonra bizi ölüm ayırır diye yemin eden iki gencin hikâyesi.
Tek katlı iki daireye sahip bir bina. Birin de Hüsran ve ailesi diğer daire boş. Bir müddet sonra eve yeni birileri taşınır ve boş olan evle birlikte Hüsran’ ın da kalbi dolmaya başlar. Karşı komşusunun yaşıtı bir oğlu vardır ve daha çocuk olmalarına rağmen birbirlerine aşık olurlar. Konuşmalarına gerek yoktur bakışlar onlara aylarca yetmiştir ve sonunda Tayfun yüreğinde dalga dalga coşan bu sevgisini Hüsran’ a açıklayacaktır. Gününü bulur ve açıklar. Zaten oda bunu beklemektedir dört gözle ve büyük bir hevesle. Aradan aylar geçer yıllar geçer. Sevgileri ilk gün ki gibi dolu dizgindir. Hiçbir şey azalmamış her geçen gün artmıştır. Artık günleri tek başına geçirmek istememekte her anı beraber yaşamak için evlenmeyi düşünmüşlerdir. Ölüme kadar, sonsuza kadar. Tayfun’ un askerliğini yapması gerekmektedir. İşte bu onlar için bir sondu. Bir saniye bile birlikte olmadan duramazken önlerine seslerini bile duyamadan aylar, yollar konacaktı. Bu bir ölümdü her ikisi içinde. Çoğuna göre “ne olacaktı ki? Sanki insan birbirini bu kadar sevebilirdi? Sanki Leyla ve mecnun muydular?” ama kimseler bilmiyordu yüreklerdeki sonsuz sadakatle bağlı oldukları sevgilerini. O gün gelip Tayfun büyük bir konvoyla askere uğurlanmıştı. Hüsran adı gibi ilk hüsranı çok derinlerde ve sessizce yaşamıştı. Her güne bir mektup her mektuba sonsuz hasret ve gözyaşı yüklemişti. Bir gün mektuplar gelmemeye başlamış; Tayfun meraktan çok üzülüp rahatsızlanmış ve askeri hastaneye kaldırılmıştı. Zaten bir haftadır yüreği çok acıyordu anlamsızca. Kardeşinden aldığı haberle yıkılmıştı. Hüsran bu hasreti çekerken yemeden içmeden kesilmiş tükenmişti. Hastanede günlerdir yatmaktaydı. Doktorlar şuurunu kaybettiklerini söylemişlerdi. Neden bu kadar yüreği acımıştı günlerce şimdi anlıyordu. Canının canı yanıyordu hastaydı. Askerden çıkamazdı ve firar etti…
Firar sırasında vurulmuş ailesine öldü haberi gelmiş ve bunu duyan Hüsran’ ın feryatları gökleri ağlatmıştı. Tayfun ölmemiş sadece yaralanmış ve firar ettiği içinde dışarıyla mektup olayı sonlandırılmış ve askeri mahkemenin verdiği kararla uzatılmıştı. Tayfun eli kolu bağlı ve kendisi için ailesine ve yakınlarına öldü denildiğinden habersiz askerliğini büyük acılarla ve Hüsran’ a kavuşacağı anı bekleyerek hayaliyle geçiyordu. Böyle bir aşk yoktu…
Hüsran… yazık ki bu acı onu daha da bitirmişti. Artık bizi ancak ölüm ayırır dediği insan onu aldatmış tek başına bu dünyadan göç etmişti. Böyle daha fazla yaşayamazdı ve onsuz yaşamanın anlamsızlığı içinde ölmeye karar verdi. Bir gece herkes uyuduktan sonra fare zehri içerek yarın uyanmayacağı sabaha gözlerini kapamıştı. Onsuz sabahın, günün, Güneş’ in zaten bir anlamı yoktu. Anlamsız bir hayatı onsuz bir hayatı daha fazla soluyamazdı. Zaten yemin etmişti.
Sabah annesi Hüsran’ ı uyandırmak istemiş fakat hareketsiz kalışından öldüğünü düşünmüş ve çığlıklarla babasını kaldırmıştı. Hastaneye kaldırılan Hüsran ölümün eşiğinden son anda kurtulmuş ama babasının sopalarla dövmesi ve annesinin ölmeden mürvetini görmek istiyorum ve analık hakkımı helal etmem sözleriyle eli kolu bağlanan Hüsran’ ın tek çaresi onların söylediklerine boyun eğmek olmuştu.
Kimse onların sevgisini anlayamamıştı. Kimseler bilememişti bu aşkın büyüklüğünü. Hüsran istemediği halde dayaklar yiye yiye eli yüzü morarmış ve şişler içinde evlenmişti. İlk gece yeni evlendiği kocasına: - İster beni öldür ister vur ister öldür. İstersen ben vurayım kendimi ama sen ölü birine sahip olmaya çalışacaksın. Sen, tüm ruhu ve kalbiyle başka birine ait olan birine sahip olmaya çalışacaksın. Sen bir taş bir duvara yanaşmış olacaksın. Bu beden sadece emir kulu. Ama kalbim ve tüm gençliğim Tayfun’ un. Hiçbir zaman senin karın olamam. Üstüme kuma al. Çocukların olsun bakarım. Ama gözüme bile dokunma.
Adam şaşkındır. Gözleri dolmuştur bu büyük sevgi karşısında. Anlayışlı bir şekilde karşılamış ve kızdan olan biteni baştan sona anlatmasını istemiştir. Anne ve babasının isteğini yerine getirdiğini ve son nefese kadar Tayfun’ u seveceğini söylemiştir. Adamcağız “dünya ahret bacım ol” deyip içini ferah tutmasını söylemiştir. Yaradan ilk kez ona yardım etmiş diye düşündüğü Hüsran, Tayfun’ u düşünüp ağlaya ağlaya, mezarını bile göremediği canına hasret duya duya uyuya kalmıştı. Böyle bir sadakat yoktu…
Tayfun askerden dönmüş ve herkesin şaşkınlığı ile yaşadığı anlaşılınca gözyaşları içinde karşılanmıştı. Gözlerini onu görmeden nefessiz kaldığı biricik aşkını arıyordu. Yoktu. Görünmüyordu. Herkese soruyor bir cevap alamıyordu. Yıkılmıştı. Evlerine koştu. Kapıyı o açacaktı ve boynuna sarılıp kokusunu çekecek, saçlarını okşayacaktı yine. Al yanaklarından öpüp sonsuza kadar yanında kalacaktı tüm sadakatiyle. Kapıyı çaldı. Kapıyı Hüsran’ ın babası açtı. Gayet sert ve umursamaz bir tavırla
- Hüsran evlendi. Şimdi Zonguldak’ ta. Arama sakın benim canımı sıkma. Defol git şimdi.
Bu neydi bir şaka mı hayal mi? Hüsran… Hüsran’ ım bir başkasıyla… başı dönmüştü. İçmeden sarhoşluğu yaşamıştı. Bu neydi? Hani sevgimiz. Hani Benim öldüğümü duyunca… yok yok bu olamazdı. Onun bakmaya kıyamadığı al yanaklısı başkasının olamazdı artık. Başkasından çocukları olamazdı. Onlar aşklarının meyvelerine isimler bile bulmuşlardı. Bunu bir başkasıyla yaşayamazdı. Güne başkasının kollarında gözlerini açamazdı. Nerdeydi sevgimiz? Hani benim canım? Benim canımı nasıl acıttı böyle??
Bunları diyerek birkaç adım atıp yere yıkılmıştı. Aylarca kendini toparlayamadı. Bu ona göre ihanetti ve artık bu ihanetin bir sonu olmalıydı. Ona sadık kalmamalı kendi yaşamına geri dönmeliydi. Halbuki Hüsran’ ın çektiği acıları asla bilememiş ve bilmemişti. Hep ona sadıktı ve sevgisi hala içinde aynı tazeliğinde hasretle yaşıyordu ve Hüsran ölü bildiği birine bu kadar sadık kalmıştı. Eşi ona elini bile sürmemiş üstüne bir kuma almıştı. Her gün gözyaşı döküp her gün biraz daha erimişti. Kansere yakalanmıştı. Bunca acıya bedeni daha fazla dayanamamıştı. Ölümü bekliyordu her gün. Mutluydu Tayfun’ a kavuşacağı için.
Aradan yıllar sonra babası ölünce annesi Tayfun’ un yaşadığını söylemişti içi acıya acıya Hüsran’ a. Babasının korkusundan sustuğunu ve kızının ölüme mahkûm olduğunu bile bile bunu daha fazla saklayamazdı annesi. Ama her şey için çok geçti. Tayfun ihanet ettiğini düşündüğü Hüsran’ ı unutmak için bir başkasıyla evlenmiş çocukları olmuştu. Yaşamak istediği her şeyi bir başkasıyla yaşıyordu. Canı acıyordu her akşam kapıyı Hüsran değil de başka biri açınca. O da çocuklarıyla teselli bulmaya çalışıyor ama ona ihanet etse de o büyük aşkı yüreğinden atamıyordu. Böyle bir acı yoktu…
Kader ya bu ikisi de bulundukları illerden taşınıp Aydın’ a yerleştiler. Birbirinden habersiz. Aradan yıllar geçmiş saçlara aklar düşmeye başlamıştı tek tük. Hüsran bir deri bir kemik kalmıştı. Tayfunda ondan farksız değildi ama her ikisinin de ortak noktası mutsuzdular ve birbirlerini çok özlüyorlardı. Hüsran ölmeden son bir onu görmek için her gün dua etti yaşadığını öğrendikten sonra. Yanına gidemezdi, her şey için çok geçti. Her gün parçalara bölünerek ayakta durabildi. … Bir sahil… sıcacık. Güneş batmakla batmamak arasında bocalarken insanlar cıvıl cıvıl güle eğlene dolaşıyorlar. Hüsran, sözüm ona kocası, kuması ve onların çocukları… Hüsran’ ın elinde eşinin kumasından olan çocuğu, yanında sözde eşi, onun yanında kuması… bir aile gibi… Yolun karşı tarafında Tayfun. Elini tuttuğu eşi, aklında Hüsran, bir elinde kızı, önde koşan oğlu… Hüsran dalgın dalgın yürürken acıları ve sancısı artmış bir şekilde bir sesle irkildi.
- Kadir! Oğlum koşma dur ama düşeceksin.
Bu ses Tayfun’ umun. Evet evet bu onun sesiydi.
Başını kaldırdı hali kalmayarak. Birde ne görsün… karşısında uğruna tüm hayatını feda ettiği canı duruyor. Kimseyi görmedi. Ne karısını ne çocuklarını. Sanki etraf kararmış bir tek o kalmıştı karşısında. Sesler susmuş duymuyordu. Kalbi duracak gibiydi. Koşmak istedi sarılıp koklamak. Kalakaldı öylece. Gözlerinden yağmur gibi yaşlar akıyordu. Tayfun son anda fark etmişti Hüsran’ ı. Tanımakta zorlanmıştı. O güzelim kızdan eser yoktu. Yaşıtlarına göre çok yaşlanmıştı tükenmiş bitmişti. O an ne yapmak istediğini oda bilemedi. Eline baktı. Çocuğu zannetti yavrucağı ve yanındakini eşi. Parçalandı Tayfun.
Ve birbirlerini yan yana geçip gittiler. Hüsran o yanında geçerken kokusunu rüzgârla içine çekti. Son bir defa arkasına baktı. O arada Tayfun’ da döndü. Göz göze geldikleri anda Hüsran parçalara bölünmüş ve daha fazla bu acıya dayanamamıştı. Yere yığıldı Tayfun önünü dönünce. Son nefes alışlarıydı. Eşinin söylediklerini artık duyamıyordu ve gözleriyle işaret etti
- O giden Tayfun’ um, o canım, o aşkım gidiyor… parçam gidiyor…
Dedi. Ve eşi onu yere öylece bırakıp Tayfun diye seslendi ortalığı yıkarcasına. Tayfun yerde Hüsran’ ın yattığını görünce istifini hiç bozmadan yürüdü. Hüsran’ ın kocası Tayfun’ un koluna girip kenara çekti
- Bak Tayfun kardeş; bu kız var ya seni çok seviyor. Ben sizin sevginiz karşısında eridim, bittim kim bilir o şimdi ne acılar çekiyor. O hep senindi ve senin acınla kansere yakalandı. Ölmeyi hep diledi sen yokken ve Allah duasını kabul etti. Bu kız işte seni böyle seviyor. Benim dünya ahret kardeşimdir. Eli elime gözü gözüme değmemiştir. O kadar vicdansız değilim. Bu gördüğün çocuklarda şurada duran kadının yani gerçek eşimin. Hüsran her gün ağladı. Gözyaşlarına ben ortağım. O çok iyi bir kız. O seni çok sevdi. Keşke beni de biri böyle sadakatle ve böyle büyük sevseydi de onun sevgisini bir gün yaşayıp ölseydim. Her şey aleyhinize oldu ama bari son anında onu yalnız bırakma. O yalnız senle yaşadı. Bunları derken Tayfun paramparçaydı. Hüsran’ ın yanına gitti gözlerindeki yaşlardan önünü göremeyerek. Başını ellerinin arasına alıp
Sensiz bir günüm bile geçmedi Hüsran’ ım. Biraz önce yıkıldım seni öyle çocuklarla görünce
- Ben senden başkasını sevmedim Tayfun. - Biliyorum bebeğim. - Tayfun beni bırakma. Seni gördüm ya artık korkmayarak ölebilirim. Biliyor musun hep kollarında ölmek istemiştim Tayfun elleriyle dudaklarını kapatır Hüsran’ ın - Sus sen neler diyorsun. Seni ölümsüz seviyorum canım. - Canım acıyor Tayfun. Seni çok sevdim ve sevgime hep sadık kaldım. Beni unutma.
Böyle bir ölüm yoktu…
Dalgalar bir başka hırçın kıyıya vurdu o an. Martılar bir başka çığlık içinde. Tayfun’ un feryadı gökleri yırtarken artık Hüsran’ ı, adı gibi hüsran aşklarının bedelini canıyla ödeyerek dünyaya elveda demişti sevdiğinin kollarında.
Aylar sonra çok değil birkaç ay sonra Hüsran’ ın mezarı başında yağmur hırçın hırçın yağarken toprağının üstünde bu acıya daha fazla dayanamayan Tayfun’ un cansız bedeni bulunur.
Aşk bu kadar acımasız, kader bu kadar nankör olmamalıydı. Sadece geriye iki el kaldı yine kavuşamayan. Adı gibi hüsran aşklarını cennette sonsuza dek birlikte olarak sürdürmeleri umuduyla… Aşk ayrılıkla yoğrulmamalıydı. Aşk her gün göz yaşı dökmemeliydi. Sadakati böyle erişilmez yaşarken yürek, kader onlara biraz acısaydı. Acısaydı da kavuşsalardı. Böyle bir aşk yoktu. | |
|