KONUSU: Yazar, İstanbul Hukuk Fakültesinde öğrenci iken, gözleri kör olur. Uzun bir süre, gözlerinin yeniden açılacağı ve göreceği ümidi ile yurt içinde ve yurt dışında tedavi peşinde ko­şar. Ancak, gözlerinin bir daha açılmayacağı kesindir. Bu fiziksel durumu, psikolojik olarak da kabullenen yazarımız, o günden İtibaren yaşamını, kendisi gibi görme özürlülerin eğitilmeleri için ne gerekiyorsa yapmaya adar. Bu konuda bir hayli de başarılı olur.
Nedense, öğleden akşama ne yediğimizi unuturuz da, yıllar öncesinden yaşadığımız bazı anılar renk ve canlıhklarıyla hafıza-mızdaki yerlerini korurlar. Üç, dört yaşında dedemin eski gazete­lerden yapmış olduğu külahı kafama geçirip, karşımda sırıtışı; güvercin yavrularını yakalamak için çıktığım pencereden düşüp, bayılışım gibi…
İstanbul’daki o Mayıs günü de böyleydi. Arkadaşım Celal, elindeki tıraş fırçasını sağıma soluma sürüp: “Hadi ulan, ilk dersin Medeniyet olduğunu unuttun galiba.”
Çabucak giyinip, koltuğumda birkaç kitapla soluğu Küllük kahvesinde aldım. Sokağı seyre başladım. Çeşit çeşit insan portre­leri vardı.
Çay ve simitten sonra, biraz ders çalışmaya gayret ettiysem de ne fayda. Yeni kuşağı yetiştirmekten sorumlu olanlar bu bahar aylarını sınav zamanı olarak niye seçmişlerdi ki?
Günler geçiyor, gözlerimdeki ağrılar artıyordu… Bir iki mua­yeneden sonra durumum daha da kötüleşti… Yattığım hastanede bir netice alamadılar. Hastaneden Zennube Abla’nın evine getiril-dim. Yattığım odada, boğazın bütün hatıraları canlı olarak gözü­mün önünde idi. Ancak, şimdi hiçbir şey göremiyordum