Soğuk bir kış günüydü. Hava olabildiğince karlıydı. Tipi şeklinde yağan kar her tarafı örtmüştü. Bu beyazlık içerisinde sıkışıp kalmıştım. Küçük ama bir o kadar da yüreğimi ısıtan evim, benim farkına varamadığım duygularımı ön plana çıkarıyordu. Bu karlı ve puslu ortamda. Buraya farklı duygular yaşamak için geliyordum. Şehir ve iş yaşamından uzak, içimde var olan duyguları yaşamak, onları hissetmek, yaşadığım yeryüzünün ve içimde ki gönlümün başka seslerini dinlemek için gelmiştim. Yaşantımın büyük bir bölümünü geçirdiğim apartman dairesinden bu küçücük, huzur bulduğum kulübeme gelince sanki dünyanın anlamsızlığı bir başka hal alıyor yerine bambaşka bir dünya yaratıyordum.
Etrafımda o kadar büyük bir orman vardı ki. Ağaçların beni şehir de hissettiğim duygulardan koruyacağını düşünüyordum. Korunmaya ihtiyacım vardı. İçimdeki gizli kalan duygularımı ağaçlar arasında koruyabiliyordum. Çünkü, o hislerimin benim yaşamama gerekli olduklarını biliyordum. Bu duygularımı şehir de hissetme olanağım hiç yoktu diyebilirim. Hissetsem de burada gerçeği buluyor ve yaşıyordum. Yaşamak işte buydu. Ben de, gizli olan bir ben, ortaya çıkıyordu. Birde, yeryüzü bembeyaz karla kaplanmış bir durumda iken, etrafımda tek renkten başka bir şey göremiyordum. Tek renk beni karışık düşüncelerden uzaklaşmama neden oluyordu. Sadece huzur ve yaşamı dinleme olanağı veriyordu içime. Keşfedemediğim duyguları bazen rüzgar ile bazen de sessizlikle keşfetmemi sağlıyordu.
Buraya geldiğimden beri, her gün aynı işleri yapsam da huzurluydum. Soğuk hava iliklerime kadar işliyordu. Ben yine de soğuğun vermiş olduğu o titremeyi, içimdeki bir beni daha keşfedeceğim için hissetmiyordum. El değmemiş, kirletilmemiş doğayla baş başa olmak ve özelliklede istediğim yerde olmak bana ileride yaşayacaklarım için yeni yeni ümitler veriyordu. Orman içinde karla kaplı bu kulübeme mutlu olmak için gelmiştim. Buraya gelmek için özellikle şubat ayını seçmiştim. Şehirle bağlantısı olan dağ yolları bu ayda tamamen kapanıyordu. Çünkü ben yalnız kalmak ve ruhumu dinlemek istiyordum. Kulübemden tahmini beşyüz metre uzaklıkta, biri kız, diğeri erkek çocukları olan Tom ve jenny Burt ailesi oturuyor ve sürekli olarak burada yaşıyorlardı. Tom, ormanı korumakla görevlendirilmiş, kırkbeş yaşında, gayet düzgün görünen bir beydi. Jenny de kırkiki yaşında, eskiden bankacılık yapmış, fakat, zorlu hayat yolları da onu eşi ile birlikte buraya sürüklemişti. Çocukları burada doğmuşlardı. Yaşları çok ufaktı. Ama yaşlarının ufak olması, bir başka dünya yaratmalarına engel değildi. İkisinin de gözlerinin içinde umut ve mutluluk vardı. Bunu onlarla sohbet etmek ve arada bir erzak almaya gittiğimde hissedebiliyordum. Onları koruyabilecek kadar geniş olan evlerinde her şeyden bi haber yaşıyorlardı. Şehirde yaşıyor olsalardı, onları her türlü olumsuzluktan koruyabilecek güvene sahip olabilecekler miydi? Bir başka dünyada, bilinmezliğin içerisinde yaşıyorlar gibi gözükseler de. Aslında teknolojiyle iç içe yaşayan insanlara oranla yürekleri daha güçlüydü. Burayı tercih etmemim tek sebebi de buydu. Onları burada tanımıştım. Şehirde, koskocaman bir yalnızlığın ortasında yaşarken, burada onlarla, güzel duygular içerisindeydim. Jenny nin yaptığı kahvenin ve kurabiyelerin tadı bile farklıydı. İçerisinde art niyetsiz bir dünya vardı jenny nin ve kurabiyelerinin. Şehirde hissettiğim insan ilişkilerinin burada farklı olabileceğini, onlarla yaşarken ve yalnızlığımla kendimi dinlerken öğrendim.
Burada birçok düşünceden kendimi soyutluyordum. Bazen karın yağışına dalıp, yağan her kar tanesi ile arkadaş olabiliyordum. Minik kar serçelerinin ağaçların dallarına konduğunu, ağaçlara, kar tanelerine ve doğaya şarkılar söylediklerini hissedebiliyordum. Pencere kenarında otururken şöminemden gelen odun çıtırtılarının, yalnızlığıma arkadaşlıklarını duyabiliyordum. Sanki benimle konuşuyorlardı. Bütün doğa benimle arkadaştı burada. Sessizliğimin içinde bir sesti onlar. Her sabah rahat ve huzurlu uyanıyordum. Yüreğimin en kırılmış noktasına ince ince nağmeler söylüyordu içimdeki ben.
Her sabah yeni bir benle uyanmak ufkumu açıyordu. Şehirde ufku bile göremezken, burada ise, ufkun ötesini görebilmekteydim. İçimde kopan fırtınaları, doğayı dinleyerek dindirebiliyordum. Günlük işlerimi, şehirdeki yaşantıma oranla yaparken daha bir yorulmuyordum. Belki içimdeki benle girdiğim bir bulmacanın cevaplarını arıyordum. Belki de kendimle oynadığım bir aldatmacanın içerisindeydim. Ama, her ne olursa olsun, bu durum beni mutlu ediyordu.
Kalabalıklar içerisinde bile, insan bazen kendini yalnız hissedebilir. İşte, böyle bir noktada buraya taşınmaya karar verdim. Yaşadığım zorlu hayat yollarından sıyrılıp, burada yeni bir başlangıç yapmayı hedefledim. Yalnızlığın sadece tek kalınarak yaşanamayacağını, o gün anladım. Ruhum artık kalabalıkların vermiş olduğu o kargaşayı dinlemek istemiyordu. Kalabalıklar içerisinde diğer benle savaş veriyordum. Sonunda farkına vardım. Bir ben varmış gibi görünsem de, içimdeki diğer benin, yaşamın tadılmayan yanlarını görmeye zorladığını fark etmiştim. Artık umut kapılarımı kapatmak üzereydim. Ama, diğer ben, her yenilgiye bir zafer gerektiğini bana hatırlatmaya başlamıştı. Artık, bu duygu karmaşasında fırtınalı denizlerden uzak, duru denizlere yelken açmak istiyordum. Yorgun ve mutsuz olduğum bir günde, birçok düşünceden sonra, beni heyecanlandıracak, yaşamadığım duygularımın ortaya çıkmasına sebep olacak o yeri bulmuştum. Burasını ilk gördüğümde yüreklerde, tadılmayı bekleyen saklı duygular gibiydi. Sanki, benim için yaratılmıştı. Ben de onun için. Yıllardan sonra nihayet, beni huzurlu kılabilecek bir yer bulmuştum kendime. Zorlu yollardan buraya ulaşsam da beni mutlu edebilecek güzelliğe sonunda ulaşmıştım.
Artık, yeni bir ben yaratabilirdim. Hayata farklı gözlerle bakabilir, huzuru bir başka huzur olarak yaşayabilirdim. Yalnızlığın büyük bir servet olduğunu, o an yüreğimdeki yalnızlığın bitmesi ile anladım. Etraf yeşil rengin birçok tonuyla süslenmiş ağaçlarla doluydu. Bir an başımı, gökyüzüne kaldırdığımda; ağaçların, gökyüzüyle dansına şahit oldum. Yüreğim bu dansa katılmak istercesine, melodiler fısıldıyordu, çoşarcasına benliğimin ta derinliklerine.
Benliğimi onların yanında ahenkli bir şekilde raks ederken buldum. Ulaşmak istediğim noktaya ulaşmış gibi, huzurluydum. O an içimdeki tüm kargaşaları uçurumdan aşağıya attım. Denizler dalgalansa, fırtınalar kopsa, yüreğimi acıtabilecek olaylar bile olsa, bir kere tatmıştım bu duyguyu. Bunun adı mutluluktu. Bunun adı huzurdu. Bunun adı yüreğimi serbest bırakmaktı.
Özgürdüm. Beni acıtabilecek dikenleri, gideceğim yollardan kaldırmıştım artık. Yüreğimdeki fırtınalar, umutsuzluklar engel değildi ilerlememe. Çünkü içimdeki beni yenmiştim.
Buraya baharın, sevgi dolu gönüllere, binbir güzelliğini yaşatabilecek zamanında gelmiştim. Şimdi ise kışın en soğuk ayında geliyorum. Mevsimlerin mevsim olduğunu burada yaşayarak öğrendim. Şimdi buradayım. Yüreğimin istediği yeri bulduğumu sanıyorum.
__________________