sitekurucusu Admin
Mesaj Sayısı : 23648 Doğum tarihi : 01/04/65 Kayıt tarihi : 17/02/08 Yaş : 59 Nerden : insanligin oldugu yerden
| Konu: 13 ,,11.2009.günün hadisesi Cuma Kas. 13, 2009 7:03 pm | |
| Selamün Aleykum.. insAllah bundan sonra her hafta nasip ederse bir hadis yazip aciklamasiyla ekleyecegim... insAllah faydali olur... yanlisimiz olursa uyarin Arkadaslar..
1. Hadis
“ İnsan ölünce üç şey hariç ameli biter: 1- Devam eden sadaka 2- Kendisiyle faydalanılan ilim 3- Ona dua eden salih evlat.” (Müslim, ebu Davut, nesei, tirmizi, imam ahmed)
Bilindiği gibi yüce Rabbimiz insanı başıboş yaratmış değildir. İnsanoğlu belli bir maksat ve belli bir gaye ile yaratılmıştır. İnsanoğlunun yaratılış gayesi, şu dünya hayatında imtihan edilmesidir. İnsanlardan hangisinin amel bakımdan daha iyi ve daha güzel olduğunun ortaya çıkmasıdır. Amelin güzelliği ise, yüce Rabbimizin göndermiş olduğu risalete tabi olmaya bağlıdır. Bu risalate tabi olmanın anlam ve mahiyet ise, Rabbimizin bizden istediği şekil ve ölçüler içersinde ibadet edebilmektir.
İnsanlar da cinler gibi yüce Rabbimize ibadet etmek üzere yaratılmışlardır. İbadet işe belirtildiği gibi imtihan kazanmanın veya kaybetmenin ölçüsüdür. İmtihan kazanmanın ya da kaybetmenin sonuçlarının alınacağı, acı yada tatlı meyvelerinin devşirileceği yer ise ahirettir. Kuranın mükafat ya da ceza konusunda getirmiş olduğu ilkelerden en önemlilerinden bir tanesi de hiç şüphesiz şahsi sorumluluk ilkesidir. Bu ilkeye göre kimse kimsenin günahının yüklenemeyeceğine göre, o gün kimsenin kimseye faydası dahi olmayacaktır. Kıyamet gününde babanın evladına, evladın babasına faydası olmayacağı gibi (Lokman-33), günahkarlar ’ın azabından kurtulabilmek için eşlerinin, kardeşlerinin, soylarını ve hatta yeryüzünde bulunanların hepsinin feda etmek isteyeceklerdir. Ancak bunları feda etmenin ateşten kurtulmalarına en ufak bir faydası olmayacaktır. (Mearic- 11-15). Günahkar kimseler imkan bulsalar, o günün dehşetinden, o büyük azaptan kurtulabilmek için bütün bunların feda etmek isteyeceklerdir ama böyle bir fidye kabul edilecek olsa dahi buna asla imkan olmayacaktır. Çünkü o günde herkes kardeşinden, anasından, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçacaktır. Çünkü herkesin kendisini yeterince uğraştıracak, başkasıyla en ufak bir şekilde dahi olsa ilgilenmesine fırsat vermeyecek kadar meşguliyet olacaktır ( Abese, 34-37).
İşte yüce Rabbimizin biz kullarına rahmet ve merhametinin bir tecellisi olarak, önümüze pek çok hayır kapılarını açarak, öldükten sonra dahi sevap kazanabilme imkanlarını vermiş olduğunu görüyoruz. Böylelikle hayır kazabilme imkanlarımız, sayısı belli nefeslerle sınırlı ömrümüzü çokça aşabilmekte hatta fert olarak hayatta kazanabileceğimiz hayırların beklide kat kat fazlasını kazanabilme imkanlarını önümüze sermektedir.
Konumuzu teşkil eden hadiste öldükten sonra insanın amelinin devamını mümkün kılan üç ana unsura işaret edilmektedir. Bunları ilim adamları kısaca şöyle açıklamışlarıdr:
1- Sadaka-i Cariye, devam eden sadaka :
Sevabı kesilmeyecek türden, faydası herkese dokunabilecek şekilde, uzun süre devam edip gidebilecek bir hayır kapısı… İslam’ın ve kamunun menfaatlerine hizmet edebilecek şekilde her türlü hayra matuf vakıflar bu kaildendir.
2- Faydalı ilim :
İnsanlara faydalı olabilecek türden bir bilgi, bir keşif, bir icat buyruğun genel kapsamına hadisin zahir ve umum ifade eden lafzına bakarak sokulabilirse de, insanların uhrevi hayatında fayda verebilecek ve bu yolda insanların kendisinden yararlanabilecekleri ilmi eserlerin kast edilmiş olma ihtimali daha kuvvetlidir. Çünkü insanlar bu tür eserlerden yararlanarak ahiret hayatlarında kendilerine yarayabilecek amellere yönelmekte ve bu vesile ile sevap kazabilmektedir. Hayırlı bir yol gösterenin onu yapan gibi ecir kazanacağı ise yine Hz. Peygamberin ifade ettiği gerçeklerdendir.
3- Kendisine Dua edecek salih bir evlat :
Mümin iman ettiği, uğrunda her türlü fedakarlığı yapmaya katlandığı davasının, ölümünden sonra da yükselerek, yücelerek devam edip gitmesini, daima ilerlemesini ve asla gerilememsini ister. Bunun için Müslüman öncelikle ’tan dinini uygulayacak, namazı kılacak dinini hakim kılmak için cihad edecek bir nesil, bir zürriyet bağışlamasını ister ( Furkan-74, Bakara-128). Bu ise müminin ilk peygamber Hz. Adem’in eliyle yakılan Tevhit meşalesinin elden ele yükselerek, aydınlattığı alan ve ufuklar gittikçe genişleyerek kıyamet gününe kadar ışık saçmaya devam etmesini istediğinin bir yansımasıdır müminin davasına olan imanının bir göstergesidir.
Bu aynı zamanda anne ve babaların, evlatlarının İslami ahlaka, terbiye ve karaktere sahip olabilmeleri için gereken titizliği göstermeleri gerektiğini ortaya koymaktadır. Müslüman anne ve babanın özellikle günümüzde başta gelen görevi, aile fertlerinin İslami edep, ilim ve ahlakla donanmalarını sağlamak, İslami bir kimlikle, İslami bir yaşayışa sahip olmaları için gereken dikkat ve titizliği göstermek, bunun için gerekli tedbirleri almaktır. Bunun içinde bulunduğumuz şartlarda İslam’ı öğrenme imkanları kadınlara oranla daha ileri seviyede olan erkeklerin hanımlarından başlayarak İslami ahlak, yaşayış ve terbiye bakımından eksikliklerinin tamamlamalarına yardımcı olmaları gereklidir. Çünkü kişiye dua etmesi istenen salih evladın yetişmesi İslami bir kişiliğe sahip olabilmesi çok büyük oranda annesinin böyle bir kişiliğe sahip olmasına bağlıdır.
Kısaca bu hadis ise Hz. Peygamber, bir taraftan müminleri hayatta iken hayra teşvik etmekte, diğer taraftan insanların hayatlarını da aşan hayırlar yaparak ahirete daha büyük bir sevap birikimi ile intikal edebilmeleri için peygamberane bir irşatta bulunmaktadır. Aynı zamanda insan için en büyük hedefin uhrevi kazanç olduğunu belirterek, müminin dünyayı aşan ahiretin sonsuzluğundan uzayıp gidebilecek yolları irşat buyurarak, fert ve toplumların gelişmeleri için de büyük imkan kapılarını aralamaktadır. Bununla bize ölüm ile her şeyin bitmediğini, dünyanın her şeyden ibaret olmadığını, ahiretin asıl gözetilmesi gereken hedef olduğunun açıklamaktadır. Bu açılamalarıyla da aynı zamanda dünyadan ötesini algılayamayan, düşünemeyen materyalist ve şu andaki İslam düşmanı zihniyetlerin düşünce ufuklarının ne kadar dar, ne kadar aciz ve kısır olduğunun da ortaya koymaktadır.
| |
|