Seni Seviyorum" diyebildiğimizde Birlikte Nefes Almayı da Öğreniriz Belki...
"Keşke hiç çıkmasaydın karşıma, şimdi bensiz bir yerlerde nefes alacaksın ve bu canımı daha çok acıtacak...
Dedi genç adam, havaalanında, uçağa binmek üzereyken yetiştiği kadınına.
Arkasına bakmadan gitti kadın, bindi uçağına, adımları geri saya saya...
Bitti...
Bir ilişki daha...
Televizyon dizisinde de olsa nerede bir ayrılık yaşansa içim cız ediyor benim. Dayanamıyorum elvedalara.
Kendim cesetlerim den minare kuracağım o başka..."
Şaşılacak bir şey yok gerçi. Başkalarının ilişkilerine gösterdiğimiz özeni kendimizden esirgeriz değil mi biz?.. En yakın arkadaşlarımız hiç ayrılmasın isteriz mesela. Anlaşamasalar da çok yakışır onlar birbirlerine, öyle güzeldirler, öyle kalsınlar, hiç bitmesinler dileriz. O mutluluk tablosu bozulmasın. Kimbilir içlerinde ne fırtınalar kopuyordur ama... Düşünmeyiz ki; bize sunulana bakarız, gördüğümüze kanarız.
Keşke başkalarının mutlu olmasını istediğimiz kadar, kendimize de geçse sözümüz. Aynı mutluluğu kendimiz için de istesek, imrendiğimiz o tablonun bir parçası olabilmek için çabalasak ya biraz da.
Yapmayız, tanıdığımız tanımadığımız herkese pek şefkatli, bir kendi ilişkimize acımasızız biz.Eski Türk filmlerini hatırlar mısınız?.. Siyah beyaz olanları... Esas oğlan esas kızı sever, kız da ona vurgundur hani.
Cümlealem bilir aşklarını, bir onlar açılamaz birbirlerine. Gizli saklı dökerler gözyaşlarını. Kötü niyetli üçüncü şahısların sözlerine kanarlar, sevdiklerini başkalarından duyduklarıyla yargılarlar. Kavuşmazlar bir türlü.Kızmaz mıydınız siz de onlara, köklemez miydiniz tırnaklarınızı? "Yapma be kızım!.." diye bağırmaz mıydınız, duyacakmış gibi...
"Söylesene be adam sevdiğini!.."
Dilin ucuna gelir, yine de söylenmez sevgi sözcükleri. Hoş hep mutlu sonla biter Türk filmleri... Ama o mutluluğu yakalayana kadar çekilenler illet etmez mi ekran başındakiler!?.. (Belki de beni o filmler delirtti!.. Öyle çok seyrettim ki... )
Hayat da filmlerden farksız aslında. Hepimiz eski bir Türk filminin kahramanı gibi yaşamıyor muyuz ilişkilerimizi?..
Saklamıyor muyuz sevgi sözcüklerimizi:
İçimizden gelene gem vurmuyor muyuz:
"Şimdi olmaz, daha çok erken."
Söyleyeni de söylediğine pişman etmiyor muyuz:
"Üç günde kim kimi sevdi oğlum, yeme beni!.."
(Sevmenin günü olur mu sahi?.. Bir günde sevenle, on günde seven aynı kefede tartılmaz mı yani?..)Sevgimizi saklamayı maharet sayıyoruz ne yazık ki... Kim daha çok saklarsa o kazanıyor. Söyleyen söylediğiyle kalıyor. Gün gelip de bittiğinde ilişki, bin pişmanlık biniyor aklına:"Keşke o kadar açık etmeseydim, hemen söylemeseydim sevdiğimi. Bak o söylemedi. "Sevdiğini haykırmak insanı eksiltirmiş gibi..."Seni seviyorum..." demek çok mu zor ki...Ağaç kovuklarına, okul sıralarına, günlüklere, buğulu camlara içimizden geldiği an yazmasını biliyoruz da, iş söylemeye gelince, iki dudağın arasında bitiverince, niye yutuveriyoruz dünyanın en güzel iki kelimesini?..Sevgi sözcüklerinin açık edilmesinin ayıp sayıldığı evlerde; sevgiyi kalbe gömmenin erdem olarak sunulduğu filmlerle büyüyoruz da ondan mı bu cimriliğimiz, bilmem ki..."Şimdi bensiz bir yerlerde nefes alacaksın ve bu canımı daha çok acıtacak" son çırpınışından daha kolay oysa.
"Gitme, kal"dan önce, "Seni Seviyorum" diyebildiğimizde birlikte nefes almayı da öğreniriz belki