Yirmi gün süren çatışmaların sonunda ortaya çıkan tablo Türkler için hiç de iç açıcı değildi. Savaş boyunca genelde savunma yapılmış, hücum kanatlarında ise ağır darbeler yenmişti. Ancak her iki ordu da sanki yüzyıllar süren bir hıncı kesin olarak bitirmeye niyetlenmişçesine savaşı sürdürmek istiyorlardı. Savaş, soğuğa, hastalığa ve savaş araç-gereçlerindeki inanılmaz yetersizliğe rağmen on dört gün kadar devam etti.
Enver Paşa'nın hayallerini süsleyen İran, Hindistan, Turan ve Kafkasya'ya hakim olma düşünceleri o günün şartlarında gerçekleşemedi.
Almanlar safında Türkiye'yi harbe sokarken düşündüklerinin ilk kısmını, ağır yenilgi yüzünden gerçekleştirememişti. Kaybedilen toprakların değil yeniden geri alınması, aksine elden pek çok vatan parçası kopup gitmişti.
Ancak Enver Paşa, İstanbul'a döndükten sonra gücünden bir şey kaybetmedi. Tam tersine, bu olaylardan sonra ona güvenenlerin güvenleri hiç eksilmedi.
Rusya'nın Kafkas savaşının hemen arkasından Tebriz'i işgal etmesiyle, bir süre için askıya alınan dar anlamda Pan-Türkizm esas anlamında Turan ideali yeniden canlandı. Üstelik bu sefer halktan da büyük bir destek buldu. Buna bağlı olarak Tebriz, Türk gönüllülerince savunulmaya çalışıldı.
Artık Enver Paşa, Dış Türklerin manevi lideri ve yetkili kurtarıcısı konumundadır. Dünya Türklüğü Paşaya mektuplar göndermekte ve kendisinden haklarının geri alınmasını istemektedirler.
1917 yılında patlak veren Bolşevik İhtilali, Pan-Türkizm emellerine davetiye çıkartacak ve Enver Paşa'ya bir kez daha mücadelenin yolu görünecektir. Kendisine, zamana göre en malik Türk cumhuriyeti olan Azerbaycan'ı üs olarak seçen Paşa, Turan Orduları Başkumandanı adı altında yardım toplamaya muktedir olmuştu. Yeniden kurduğu 28.000 kişilik Kurtuluş Ordusu'nun başına kardeşi Nuri Paşa'yı getirdi. İlk olarak silahlanma tamamlanacak, daha sonra ise başkent Bakü kızılların zulümden kurtarılacaktı.
Enver Paşa, bu kez planlarını iyi yapıyor zamanlama hatasınyapmamak ve hissi davranmamak için Kafkaslara gitmeyerek, planlarını İstanbul'da hazırlamaya özen göstermiştir.
Enver Paşa, Bakü'yü dört, altı hafta içinde, Kafkasya'yı ise iki yıl zarfında ele geçirmeyi hesaplıyordu. Ayrıca bütün Kafkas Hinterlandını ele geçirme planları kuruyordu. Denebilir'ki Tarihin en cüretkar Turan çıkarmasını düşünüyordu.
Ancak tam bütün hazırlıklar tamamlanıp iş Bakü'nün alınmasına geldiğinde, Enver Paşa büyük bir sürprizle karşılaştı. Alman İmparatorluğu, Bakü petrol rezervlerinin İngiltere'nin eline geçmemesi için Rusya ile anlaşma yapmış ve Türklere ihanet etmişti.
Mondros Antlaşması'nın imzalanmasının ardından Almanya'ya geçen Enver Paşa ve arkadaşları, içlerinde bir ukde olarak kalan Büyük Turan Düşüncesinden vazgeçmeyerek çalışmalarını Almanya topraklarında yürütme kararını aldılar.
1918-1920 yıllarını, hazırlıklarını tamamlayabilmek için harcayan Enver Paşa, 1920 yılında harekatına kaldığı yerden devam etmek üzere Rusya'ya gitmek isterken yakalanıp bir süre hapis yatacak, ancak sonunda arkadaşı Ahmet Cemal Paşa'nın yanına gelmeye muvaffak olacaktır.
İşte tam bu noktada Enver Paşa'nın düşünce yapısında bir değişiklik görülecek ve ünlü komutan, Rusya ile sıcak ilişkiler içine girecektir. Pek tabii ki Enver Paşa'nın amacı komünist sisteme entegre olmak ve bu yeni düzen uğruna çalışmak değildir. Onun amacı, Osmanlı Devleti'ni yok eden ve başkent İstanbul'u işgal eden İngilizlere hadlerini bildirmektir. Uğruna bir ömür harcadığı devletini yıkmaya çalışan İngilizlere karşı Sovyet sınırları içinde mücadeleye girişmektir.
1917 Bolşevik Devrimi ile devrim yılları içinde Enver Paşa'nın eylemleriyle ve fikirleriyle Ruslarla İngilizlere karşı mutabakata vararark Büyük turan devletini kurmak düşüncesi, şehit olduğu 1922 yılına kadar devam eden bir süreci kapsamaktadır.
Enver Paşa'nın bu yola girişi pek çok insanın kaderine hükmeden tarihi şartların zorunluluğundandır. Bu nedenledir ki, Enver Paşa için birinci derecede önemli olan husus, İngiliz emperyalizmine topyekün savaş açan Sovyetlerle bir Turan ittifakına girişerek, Büyük Turan hareketin tutunmasını sağlamaktı.
Nitekim genç Sovyet Devrimi, doğunun siyasi ufkunda çok ciddi şekilde değişikliğe uğrayarak, Bolşeviklerle Türkleri yan yana getirmiştir. Enver Paşa için bu durum Orta Doğu ve Türkistan'daki Müslüman topraklarda gerçekleştirmeyi düşündüğü hedeflere ulaşma yolunda yardımcı olabilecek bir konum demekti.
Ancak Enver Paşa'nın düşünce formasyonundaki köklü değişiklik Bakü Doğu Halkları Kongresi'nden sonra olur. 1920 Bakü Kongresinde dünya güç dengelerini, bu dengeler arasında Osmanlı İmparatorluğunun durumuyla, Osmanlı-Alman ittifakının ve İttihat ve Terakki'nin siyasal tavrının köklü bir tahlilini yapan Enver Paşa, kongre sonrası, Sovyetlerin üç hedefi geliştirmiş olduğuna dikkat çekecektir.
Bunlardan birincisi, Müslüman ve doğu ülkelerindeki anti-İngiliz hareketin özerk karakterine itibar etmek ve desteklemek, ikincisi, ihtilalin Müslüman ve Doğu ülkelerine zorla ihracı ve oralardaki demokratik unsurlarla işbirliği, üçüncüsü ise, İslam dünyasında Müslümanlar dışında faaliyet gösteren herhangi bir hükümet modelinin kabul edilmemesidir.
Kısa zamanda Sovyet Devriminin yapısıyla, dünya siyaseti içinde sömürülen halkların kimler olduğunu tespit eden Enver Paşa, Bakü Kurultayı'nda bu tespiti şöyle ortaya koyar:
"Arkadaşlar... Bugün Bakü şehrinde Dünya emperyalizm ve kapitalizmine karşı harbeden Şarkın ihtilalci alemi vekilleri olan bizlerin burada toplanmasına vesile olan Üçüncü Enternasyonal'e ve bunun azimkar reislerine umum ve arkadaşlar adına teşekkür ederim. Bugün bizi asırlardan beri ezen ve çırılçıplak soymakla kalmayarak kanımızı emen, öldüren dünya emperyalist ve kapitalistlerine karşı mücadelemizde elini tutacak ve Avrupa politikacılarının yalancılığının büyüklüğü nispetinde hak yolunda doğru ve sözüne inanılır ve milletlerin hukuk ve hürriyetini tanımayı programına yazmış olan Üçüncü Enternasyonal gibi bir müttefikin yanında mevki almakla mübağı olduğumuzdan birbirimizi tebrik edelim..."
Kongre tebliğinin devamında Trablus ve Çanakkale savunmasıyla birlikte asıl savaşın Batılı emperyalist güçlerle, bu güçler karşısında yer alan Sovyetler ve Doğunun ezilen bütün halkları olduğunu belirten Enver Paşa'nın zihninde bir tek ideoloji ve ideal vardır oda Büyük Turan Devletini kurmaktır.
Özellikle Bakü Kurultayı'nda dünya siyaseti ve bu siyaset içinde İttihat Terakki ile Doğu halklarının yerinin ne olduğuna dair yaptığı değerlendirme; Turancılığın ne olduğu, daha sonraki politik faaliyetlerindeki milliyetçiliğin ne olduğu ve nasıl olması gerektiğine dair fevkalade bir dönüm noktasıdır.
Enver Paşa, ülkenin en yüksek askeri mercii konumunda yer alması sıfatıyla ve kurduğu ilişkilerle İslam-Doğu dünyasının bu yolda yeniden yapılanmasını sağlayarak katıldığı kongrede yeni açılan mücadele safhasında, kendilerini kongrede temsil etme yetkisini veren Cezayir, Tunus, Trablusgarp, Mısır, Arabistan ve Hindistan İhtilal Cemiyetleri İttihadı'nın ortak fikir birliği içinde olduğunu açıklayacaktır. Enver Paşa bu tahlili mazlum milletlerin kurtuluş yolunun açılması ve dünya mazlumları için bir zafer yolu olarak görüyordu.
Ancak genç Sovyet devletinin kısa zaman içinde Rus egemenliğine dayanan bir rejime dayanmasının ardından Moskova ile ittifak yolları ayrılan Enver Paşa için yeni bir strateji oluşmuştur ki bunun adı bilindiği gibi Büyük Turan Devletidir.
Bu düşüncesini 1922 yılında Afganistan Kralı Emanullah Han'a yazdığı mektupta şöyle dile getirecektir:
"Rus idaresine son vererek, bizim gözetimimiz altında, Doğu Müslüman-Türk hükümetlerinin konfederasyonu gerçekleşecektir. Majestelerinin yardımına çok teşekkür ederiz. Bu bağlamda, dünyada tek başına ayakta duracak ve Alman federasyonuna benzeyecek bu devlet, kısa bir süre içinde ortaya çıkacaktır."
Bu projenin altındaki gerçek hedef ise, eski gücüne ulaşmış Türkiye sınırlarından Hindistan sınırlarına dayanan yeni Türk-Turan İmparatorluğu'nun çekirdeğini oluşturmaktı. Buna bağlı olarak Enver Paşa, Doğu Türkistan ve dahası Afganistan'daki Müslümanları kapsayıp böylesi bir Pan-İslamist ve Pan-Türkist devlet içinde önemli bir rol oynamak istiyordu. Böylece, Türkistan''n geniş topraklarında yaşayan Türklerin alsancak altında birleşmelerini ve kendi liderliği altında yeni doğmuş Sovyet devletinin yanı sıra İngiliz emperyalizmine karşı da cephe alabilecekti.
Enver Paşa, bu projenin gerçekleşmesi yolunda Sovyet devletiyle ittifaka girdiği dönemden başlamak üzere, projenin politik zeminini oluşturmak amacıyla daha başlangıçta Mesai Halk Fırkası adıyla bir teşkilat kurmuştu.
Programı olabildiğince radikal olan Mesai, o zamana kadar alışılmışın dışında idi. Sosyalist birlikçi, İslam ve milliyetçilik fikirlerinden oluşan bu programı Enver Paşa daha sonra, Mesai'nin ruhunun toplumculuk olduğu şeklinde yorumlayacaktır.
Ancak bu programda daha da ilginç olan taraf, Enver Paşa'nın Federe Milliyetçiliği'nin teorik zeminini oluşturmaya yönelik ilk ciddi çabaya da girmiş olmasıdır.
Bu nedenle Enver Paşa, halkın Mustafa Kemal idaresinden daha radikal ve daha yenilikçi olduğunu unutmaması için devamlı olarak siyasi planının taslaklarını yaymaktaydı.
Enver Paşa, milliyetçiliği ilk kez politik boyutun yanında sosyo-ekonomik boyutuyla ele alır. Teorik zemininin de sosoyal temalara yer vermesi, toplumcu çizgilerini taşıması onu, Batıcı milliyetçilerin tek boyutluluğundan olduğu kadar, dayatmacı bir fikir yapısından da kurtarmaktadır.
Ona göre, her şeyden önce savaşın özü, kapitalizm ve kapitalizmin ürünleri olan tekelci, tefeci ve çalışmadan kazananlardır ki, bunun dünya ölçeğindeki temsilcisi Doğu milletlerine topyekün taarruza geçen batı emperyalizmidir. Batı emperyalizmi, bütün Doğuyu sömürebilmek için halkları birbirine düşürerek pek çok bahaneler uydurmaktadır.
Bu nedenle Enver Paşa: "Müslüman milletlerin bağımsızlık davasının Pan-İslamizm şartlarından çok, Büyük Turan içinde yer alarak başarıya ulaşacağını düşünmektedir. Düşüncelerindeki bu değişiklik, Komünist Enternasyonal'in Temmuz 1920'deki İkinci Kongresinden sonra oluşmuştur.
Enver Paşa, 4 Ekim 1921 günü yanında bir kaç güvendiği arkadaşı olduğu halde Buhara'ya giden Enver Paşa, orada Bolşevik Rusya'ya karşı ayaklanan Türkistanlıların arasına katıldı. Daha doğrusu başlarına geçti. Yeni Turan yolunda Ruslar ile amansız bir mücadeleye giriştiler hep birlikte.
Tam on ay sürdü bu yaman mücadele. Bir bayram sabahı olan 4 Ağustos 1922 Cuma günü Tacikistan'da, Belcivan yakınlarındaki Abdere mevkiinde, Çegen Tepesi'nde, Ruslarla yapılan bir çete harbi sırasında Derviş isimli atının üzerinde yalın kılıç dövüşerek ve kalbinden vurularak şehit düştü