ENVER PAŞA'NIN ŞEHADETİ
Türk tarihinin zaman içindeki akış sürecinde yetişmiş ender kahramanlarımızdan biri olan Enver Paşa'nın şehadeti de hiç şüphesiz, nesillere örnek bir ulviyet ve yücelik taşır.
Bunun detaylarını; Paşanın Türkistan Savaşı'nda, başından sonuna kadar yanında bulunan Türkistanlı mücahit Abdullah Receb Baysun'un Türkistan Millî Hareketleri adlı kitabında şu şekilde açıkça görüyoruz.
Temmuz'un son günleri, karargâh Âbıdere köyünün şirin bağları arasında... Henüz olmaya başlayan üzümleri güneş, sıcaklığıyla olgunlaştırmağa çalışıyor... Günlerce devam eden muharebeli yolculuğun yorgunluğu burada geçirilecek... Dinlenilecek... Hazırlanılacak...Yine ümit dolu göğüsler, düşmanın mermilerine açılacak...Kurban Bayramı da yaklaşıyor...
Ağustosun 3. günü, Perşembe... Paşa'nın en neşeli günlerinden biri... Ailesinden aldığı ikinci mektup; iki gün sonra gelecek bayramdan, daha evvel neşe getirmişti. Hayatının birer parçası olan yavrularından ve ailesinden bu ses, hiçbir sevince benzemiyordu.
Devletmend Beyin; bayram namazını beraber kılmak için, Paşayı arkadaşlarıyla beraber Havâlin civarında olan karargâhına davetini, Paşa memnuniyetle kabul etti.
1922 Ağustosunun 4. Perşembe günü kılınacak olan bayram namazına yetişmek için, 30 kişilik bir grup gün doğmadan yola çıktı...
Enver Paşa ile beraber bayram namazını kılmak arzusuyla gelen kalabalık bir halkla birleşen bu grubu, askerleriyle Devletmend Bey karşıladı.Ulu ağaçların gölgeleri altında uyuyan suyun kenarında çaylar içildi. Devletmend Beyin takdim ettiği Tartuk'u, Enver Paşa, büyük bir memnuniyetle kabul etti. Türkistan'da, Emir ve Hanlara halk tarafından verilen hediyelere Tartuk denir. Paşaya verilen bu Tartuk da altın ve gümüş işlemeli bir cübbe ve bir sarıktan ibaretti.
Büyük bir cemaatla namaza duruldu. Allahü Ekber sesleri; göklerin sonsuzluklarından, yerlerin esrarı arasına iniyordu... Namaz bitti, tebrikler yapıldı. Buz gibi köpüklü kımızlar içilerek yemekler yendi. Çok neşeli bir gün geçti. Akşam oldu. Dönülüyor... Paşanın yasaklamasına rağmen, kalabalık bir halk, yarı yola kadar uğurladı...Yolda Paşanın yüzünde, solan günün hüznünü andıran izler belirmeye başladı... Gece saat 10.. Paşanın yanında toplanmıştık. Bir hayli konuşuldu. Gelecek bayram namazı inşallah Buhara'da kılarız; temennisinde bulunan Paşaya teşekkürler ediyorduk.
Çekilen bu yurt hasretinden kendine hiçbir pay ayırmadan, bunu hafifletecek hikâyeler anlatıyordu. Fakat; halinde bir başkalık vardı. Yüzünde, gözlerinde bambaşka bir yasın derin gölgeleri göze çarpıyordu. Gece ilerlemişti. Kalktık... Paşa'nın, bir şey söylemek istediği anlaşılıyordu. Soramıyorduk... Nihayet gülerek:
"Size verecek bir bayram hediyesi bulamadım. Arkadaşlığımızı belirten birkaç satır yazı yazsanız, mühürlesem. Günün birinde, size, beni hatırlatacak olan bu yazıların, millî mücadele arkadaşlığımızın da birer hatırası olacağını düşündüm." dedi...
Memnuniyetle kabul ederek yanından çıktık...
Geleceği görmeyen insan aczi içinde; Paşanın bu bambaşka hâlini birbirimize de soruyor, iki ihtimal arasında dolaşıyorduk.
1- Yurt ve aile hasretini kamçılayan bayramın gelişi...
2- Millî Hareket'in son günlerdeki beklenmeyen olayları... bütün bunlar Paşanın neşesini kırmış olabilirdi.
Arkadaşlarımızdan Nafi Bey, Paşanın istediği kâğıtları hemen kâtiplerden Ömer Efendiye yazdırdı. Mühürlemek için Paşaya götürdü. Gelen kâğıtların altına, Paşanın resmî mühründen başka, İstanbul Harbiye Mektebinde talebe iken 1300 tarihinde yaptırdığı hususî mührünü de bastığını gördük.Şehadet Günü: 5 Ağustos 1922 Cuma Sabahı.
Karargâh derin bir sessizlik içinde. Gecenin karanlığını, doğan güneşin, bahtımızı karartacağını bilmiyoruz.
Alışkanlığı üzerine erken kalkan Paşa, askerlerin geniş bir yerde toplanmalarını emretti. Askerin bayramını tebrik edecek, harçlıklar dağıtacaktı. Saat altı... İleri karakoldan bir silâh atıldı. Bu, baskın hareketini bildiren bir parola idi.Askerlerin yanına gitmek için atına binen Paşa; hemen dönerek bazı emirler verdi, yirmi kadar askeriyle, silâhın atıldığı tarafa koştu. Rusların bu gibi taarruzları günlük işlerden olduğu için, pek ehemmiyet verilmemişti.Rus askerleri gittikçe çoğalıyor... Bu taarruz, günlük taarruza benzemiyor. Harp büyüyor. Bu ciddiyeti anlayan Paşa; derhal bütün kumandanların ve askerlerin harbe iştirakini emretti.
Faruk, Danyal, Boribetaş ve sair kumandanlar hep vazife başında... Harp şiddetlendi...
Ruslar; bayram namazında baskın yaparak millî mücadele kumandanlarını, bilhassa Paşayı harpsiz esir etmeyi ve şu suretle gururlarına dokunan, tahammüllerini tüketen bu millî mücadele dâvasının ortadan kalkmasını tasarlamışlar...Paşanın, bayram namazını yanlışlıkla bir gün evvel kılması, bu plânın tatbikini suya düşürmüş olduğundan; Ruslar, Moskova'nın aylardan beri büyük ehemmiyetle hazırladıkları bu hücuma geçmişlerdi. Türkistan'ın her tarafında olan mücahitlerin üzerine, aynı günde hücum eden Ruslar emellerine yine kavuşamadılar.
Ateş her tarafı sardı. Paşa, yanında Hüseyin Nafiz, Eş Murad, Kerim Beylerle Müslümankul (Rayef) ve askerler olduğu halde ilerledi. Karşı tepede düşman ile aralarında beş altı metre mesafe kalınca, Paşa kılıcını çekiyor. Rusların üzerine atılıyor. Askerlere de hücum diye bağıran Paşa; birkaç Rusu öldürüyor. Harp, şiddetleniyor...
Çok şiddetli olan bu ilerleyiş, düşmanı şaşırtıyor. Mitralyöz başında olan Rus askerleri teslim diye bağırarak ellerini yukarıya kaldırıyorlar. Fakat, arka saftaki Rus takviyeli mitralyözleri hemen çok şiddetli ateşe başlıyor.
Atı ile ateş içinde koşan Paşanın; kalbine amansız bir kurşun giriyor.
Paşa; ALLAH!.. diyerek atından düşüyor.
Ateşin şiddetinden yanına gidilemiyor. Ruslar, işledikleri cinayetin farkında bile değiller.Şehadet haberi, her tarafı bir yıldırım süratiyle sarıyor.Rusların ikinci bir kolu ile harp etmekte olan Devletmend Bey, bu kara haberi duyunca bir an şuurunu kaybediyor.
- Ne? Enver Paşa mı? Enver Paşa mı? Şehit mi oldu? Eyvah!..
Artık Enver Paşa yok mu? diyerek kılıcını çekiyor. Askerlerine: Haydi İntikam!.. İntikam!.. Bu intikamı almak, bize farz oldu; feryadıyla mahşeri andıran harbin içine atılıyor. 10 dakika sonra Devletmend Bey de şehit oluyor.
Harp yavaşlıyor. Mücahitlerin susmasını bir zafer diye kabul eden Ruslar da susuyor.
Enver Paşa; bu büyük kahramanın cesedi Rusların eline düştü diye, çok üzülüyoruz. İki katlı felâketin altında eziliyoruz.
Ümit güneşimiz sönmüş, karanlıklar içinde kalmıştık. Yer gök ağlıyor.
Kaybolan, sade bir insan değil; milyonlarca Türkün ümidi, istiklâli, zaferi, tarihi idi.
Kendimizden geçmiş, şaşkın, bitkin bir hâldeyiz... Ne olacak? Ne yapacağız?
Çegen Tepesi'ne geçmek için, suyu çekilmiş olan dereye doğru inmeye başladık. İniyoruz, indik, çıkıyoruz... Bir Rus kolu, dere kenarından ateş ettiyse de hiçbir zarar veremedi. Yalnız, birkaç dakika evvel Paşayı sırtında taşıyan Derviş adındaki at gelen bir kurşunla öldü...
Çegen Tepesi'nin ayağında, Devletmend Bey'in köyünde toplanıldı. Başsız kalan bu mukaddes topluluğun kumandası geçici olarak Danyal Bey'e verildi.
Sabahleyin ihtiyar bir köy imamı geldi. Dereyipayân'da, Enver Paşa'nın cesedini gördüğünü haber verdi.Bu haberi, bir müjde saydık. Hemen koştuk... Baktık ki, Rusların götürdüğünü zannettiğimiz şehit Paşa, burada yatıyor. Paşayı tanımayan Ruslar, üzerindeki elbise ve çizmelerini alıp gitmişler.
Paşa'nın yerde yatan cesedini âdeta göz yaşlarımızla yıkadık. Üzerine bayrak örterek, etrafına nöbetçiler konuldu.Kumandanlar derhal toplandı. Kabir yeri ve cenaze merasimi tespit edildi. Şehadet haberi dalgalar hâlinde her tarafa yayılıverdi. Bu kara haberi duyan kadın, erkek yollara dökülmüşler, inleye, ağlaya Çegen'e doğru geliyorlar. Çok kısa bir zamanda Çegen'de 25.000 den fazla insan toplandı. Bu kara habere inanmayan birçok insanlar, hakikati gözleriyle gördükleri hâlde, acaba doğru mu diye birbirlerine soruyorlardı. Halk, bir sel hâlinde...
Ceset, tabuta kondu... Hafızların tekbir sesleri, okunan mersiyeler, halkın feryatları, yeri göğü inletiyordu. 30.000 kişinin elleri üzerinde, gök kubbenin altında şerefle sallandığını görmek istediği sevgili bayrağına sarılı olan tabutu ağır ağır ebediyet yolunda...
Paşa'nın ölüm acısına tahammül edemeyerek ateşin içine dalan Belcivan Kumandanı Devletmend Bey'in tabutu ile Paşa'nın tabutu yan yana...
Pınarı gölgeleyen iri ceviz ağacına yaklaşıyoruz. Acılar daha derinleşiyor. Ahıret yolcularının âkıbetleri burada...Yaklaştıkça kalplere çöken acı ölçüsüz, ifadesiz bir şekilde taşıyor... Bayılanlar var... Ellerimiz üstünde taşıdığımız bu kumandanı, toprağın karanlıklarına terk etmek istemiyoruz... Namazları kılınıyor. 30.000 kişinin acı sükûtunu haykıran (ALLAHÜ EKBER) sesi, varlığın sırrına erişemeyen insan aczini feryat ediyor.
İmam Efendi'nin yaptığı merasim esnasında birçok bayılanlar oldu... Bunların arasında kumandan Faruk Bey'in de birdenbire yere düştüğünü gördük...
Dinî merasim bitti... Paşa'dan ebediyen ayrılacağımız an gelmişti. Fanileri, ebediyete götüren mezarlara tabutlar yavaş yavaş iniyor. Üzerlerine inen her toprak parçası Türkistan tarihine çöken bir matem, sonsuz bir elemdi.
Cesedi toprağa, ruhu da kalplere gömülen Enver Paşa'nın mezarı Türkistan halkı için mukaddes bir ziyaretgâh oldu... Günlerce bu kabir etrafında Kur'an okundu.
Kumandanlardan Halil ve Paşa'nın özel hizmetlerinde bulunan Mirza Muhiddin Beyler de şehit Paşa'nın tabanca ve kanlı çamaşırlarını Afganistan'da bulunan Osman Hoca ve Sami Beylere gönderdiler. Paşa'nın tabancası, o zaman Afgan Harbiye Nazırı olan Nadir Han'a Bedehşan'da takdim ediliyor. Sultan adındaki atı da isteği üzerine Miralay Ali Rıza Beye veriliyor.
Afganistan'da hususi murahhası olarak bulunan Bartınlı Muhiddin, Halil ve Mirza Muhiddin Beyler de, Paşanın çamaşırlarını ailesine vermek üzere İstanbul'a hareket ediyorlar.