MUSTAFA ABDÜLCEMİL KIRIMOĞLU
13 Kasım 1943'te Bozköy'de doğdu. 6 aylık iken ailece “vatan haini” damgasıyla Özbekistan'ın Andican bölgesine sürgün edildi. 1959'da orta öğrenimini tamamladı. Üniversiteye girişi, Sovyetlere sadık olmayanlara fakülte hakkı tanınmadığı gerekçesiyle engellendi. 1962'de Taşkent Ziraat Mekanizasyon ve Sulama Enstitüsüne yazıldı. Bir makalesinden dolayı okuldan atıldı. Askerlik görevini reddetiği için 1.5 yıl hapse mahkum edildi.
1969-1974 yıllarında tekrar tutuklanan Kırımoğlu, hapis cezasının yanı sıra ağır çalışma kamplarında bulunduruldu. Cezasının bitimine üç gün kala yersiz bir suçlamayla yargılanmaya başlayınca 303 gün süren açlık grevine başladı. Böylece dünyaca kamuoyuna ve Türkiye'ye sesini duyurmuş oldu.
Dünya kamuoyunun bilmesine rağmen Sibirya'da yargılandı. 2.5 yıl süreyle Çin sınırındaki Primorski çalışma kampına gönderildi. Cezası tamamlandıktan sonra açık nezarette bulundurulmak üzere Taşkent'e gönderildi. Şartlara uymadığı için yeniden tutuklandı. Yakutistan'a sürüldü. Cezanın bitiminde Kırım'a döndü.
1983 yılında altıncı kez tutuklandı. Üç yıl ağır çalışma kampı cezası uygulandı. 1983 yılında ölen babasının naaşını Kırım'a taşımak istediği için yeniden tutuklandı. 1986'da tekrar yargılandı. İzlanda Rejkavik'te yapılan Gorbaçov-Reagan zirvesinde Reagan'ın ön şart olarak içlerinde Kırımoğlu'nun da bulunduğu 5 İnsan Hakları Savunucusu ile birlikte serbest bırakıldı.
1987'de Moskova Kızıl Meydan'da düzenlenen ve tüm dünyada yankılar uyandıran gösterileri organize etti.
1989 yılı Mayıs ayında Taşkent'te “Kırım Millî Hareketi Teşkilatı Başkanlığı”na seçildi.
26 Haziran 1991 tarihinde Akmescit'te II. Millî Kurultay toplandı. Kırım’da bağımsızlık ilan edildi. 33 kişilik ilk Kırım Millî Meclisi seçildi. Başkanlığına da Kırımoğlu getirildi.
Kırımoğlu evli ve üç çocuk babasıdır.
MUZAFFER ÖZDAĞ
( Kurmay Subay-Hukukçu-Devlet Adamı)
Muzaffer ÖZDAĞ 15 Nisan 1933'te Kayseri'nin Pınarbaşı ilçesinde doğdu. Askeri Lisesi'ne girdi. Her yıl sınıf birincisi olan M.ÖZDAĞ 1950 Haziranında dönem birincisi olarak mezun oldu. 30 Ağustos 1952'de Kara Harp Okulu'nu da birincilikle bitirdi. Aynı yıl Ankara Hukuk Fakültesine kaydoldu.
Hukuk öğrenimin sürdürmekte iken Çankırı Piyade Okulundan sınıf birincisi olarak mezun oldu. Ankara'da 2. Zırhlı Tugaya atandı. Haziran 1955'de Genelkurmay Başkanı Orgeneral Sayın Nurettin Baransel'e Kara Harp Okullarında öğrenim dört yıla çıkarılması ve Silahlı Kuvvetlerin modernizasyonu ve savaş eğitimi ile ilgili bir arazi sundu. Makama kabul edilerek takdir edildi.
Dil ,Tarih ,Coğrafya Fakültesinde Fransızca dil kursuna devam ederken Türk Devrim Tarihi derslerini takip etti. 1956 Haziranında hem lisan kursunu, hem de Ankara Hukuk Fakültesini bitirdi.
1958 yılında Harp Akademisine girdi. Cumhuriyet döneminin Üstğm. Rütbesiyle kurmay sınıfına katılan en genç subayı olarak mezun oldu.
İç barışın ve demokratik düzenin korunması için Milli Birlik Operasyonunun planlama ve icrasına katıldı. TBMM'nin görevlerini ve sorumluluğunu geçici olarak yüklenen MBK'de üye olarak görev aldı, MBK'nın geçici Anayasasını ve İç Tüzüğünü hazırladı. Devlet protokolünde bakanlar üstü bir statü ile hizmet ifa etti.
M.ÖZDAĞ , MBK 'de partiler üstü tarafsız bir yönetim fikrinde ısrar ettiği için bir grup arkadaşı ile birlikte (14'ler ) yasama hizmetinden uzaklaştırılarak Japonya'da çağdaş, inkılapçı, Atatürkçü bir siyasi parti programı hazırladı ve bunun ışığında CKMP'nin proğramını yeniledi.
1965'te Afyon Milletvekili seçildi. Parti isminin M.H olarak değiştirilmesini sağladı.
Partinin Gen.Sek.ve Gen.Bşk.Yrd cılığı görevlerini üstlendi. Politikada cepheleşmeye ve şiddete karşı çıkarak 1969'da seçimlere girmedi. 1971'de şiddet olaylarının artması üzerine partiden ve politikadan çekilerek serbest avukat olarak çalışmaya başladı.
Tarih, milli güvenlik, strateji ve jeopolitik konular üzerine çalışmalarını sürdürdü. Siyasi partilerin sürüklendikleri, kör döğüşü ve yol açtıkları anarşi devam ederken Türkiye'nin dolaylı bir saldırıya, örtülü bir istilaya maruz kaldığını belirledi. Yetkili mercileri sık sık uyardı. Üniversitelerde Türk tarihi, Türkiye güvenliği ile ilgili konferanslar verdi. Sovyet tehdidine işaret etti.
Sovyetler Birliğinin Dünya hakimiyeti imkan ve şansını kaybettiğini ve 1990'larda Sovyet İmparatorluğunun dağılacağını, Kızıl Ordunun bu dağılmayı önleyemeyeceğine dair bir tebliğ sundu. Milli Savunma Konseptimizin değiştirilmesi, yenilenmesi gerektiğini belirledi.
Gorbaçov'un da başarısızlığa uğrayacağını bir başka tebliğde vurguladı.
Kardeş Türk Devlet ve toplulukları ile kültürel ve ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi için dostluk derneklerinin kurulmasına öncülük etti. Türkiye-Azerbaycan Dostluk Derneği'nin yönetimini üstlendi.
M.ÖZDAĞ 'ın Türk ve Dünya Jeopolitiği hakkında yayınlanmış çeşitli eserleri, tebliğleri, makaleleri, konferansları, radyo ve TV,konuşmaları vardır.
Harp Okulunda idarece sınıf arkadaşları arasında yapılan bir ankette en sevilen subay olarak seçildi. M.ÖZDAĞ ,öğrencilik yıllarından başlayan sayısız ödüllerin sahibidir. Evli ve dört çocuk sahibi, Fransızca ve İngilizce bilmektedir.
NAMIK KEMAL
Şair, romancı, tiyatro yazarı, gazeteci ve idare adamı. 1840 yılında Tekirdağ'da doğdu. Dedesinin terbiyesi altında özel eğitimle yetişti. Tercüme Odası'nda çalışırken Şinasi ile tanıştı. Küçük yaşta şiire başlamıştı. Şinasi'nin Tasvîr-i Efkâr adıyla çıkardığı gazetede yazarlığa başladı. Yeni Osmanlılar Cemiyeti’ne girdi. 1867'de Paris'e, oradan da Londra'ya kaçtı. 1870'ten sonra İstanbul'a dönerek Gelibolu Mutasarrıfı oldu. 1888 yılında Sakız Mutasarrıfı iken öldü.
1 Nisan 1873 Akşamı, Gedikpaşa'daki Osmanlı Tiyatrosu olağanüstü bir heyecan içinde kaynaşıyordu. Bir yıl önce Gelibolu'da mutasarrıf bulunduğu sırada Kemal Bey'in yazdığı dram, Vatan Yahut Silistre ilt defa sahneye konacaktı. Gedikpaşa Tiyatrosu'nun beş kat locasında saray mensupları, hatırlı, tanınmış kimseler yer yer göze çarpmaktaydı. Nazırlardan, vezirlerden bazıları da gelmişti.
Beş yıldan beri Güllü Agop'un metne dayanarak eser oynatma yetkisini padişahtan alması üzerine, İstanbul'da başka tiyatro kalmadığından, Vatan piyesi bu sahnede oynanacaktı. Salon, at nalı şeklinde, kırmızı kadife koltuklar ve aynı renkte kadife kaplı localarla kat kat yükseliyordu. Her yer tıklım tıklım doluydu. O sırada İbret gazetesini çıkaran Kemal Bey'in şöhreti ise herkesin bildiği bir şeydi.
Daha perde açılıp da İslam Bey ve Zekiye Hanım'ın vatanı yücelten sözleri sahneye yakışır bir yiğitçe tavırla söylenmeye başlar başlamaz, seyircilerde coşkunluk alametleri belirmişti. Zekiye'yi Yeranuhi Karakaşyan oynuyordu. Halk kendini unutmuş, “Aferin!” diye yüksek sesle sahneye bağırıyordu. İkinci ve üçüncü perdelerde coşkunluk daha da arttı. Tiyatronun içinden yükselen sesler, “Yaşa Kemal! Varolsun milletin Kemal'i...” haykırışları sokaktan geçenlerce bile işitilir olmuştu.
Temsil, coşkun alkışlar, dakikalarca süren haykırışlar arasında sona erdiği zaman halk tiyatroyu terk etmek istemedi. Kemal Bey'in sahneye çıkması arzu olunuyordu. Neden sonra kendisinin tiyatroda bulunmadığı anlaşılınca İbret gazetesi idarehanesine gidilmeye karar verildi. Elliden fazla itibarlı kimse o zamanlar henüz İstanbul sokakları aydınlatılmadığı için ellerinde fenerler ve meşalelerle bir fener alayı ihtişamı içinde ve yollarda yüksek sesle “Varolsun Kemal” diye haykırarak Gedikpaşa'dan Galatasaray'daki Haçapulo Pasajı'na, İbret gazetesine geldiler. Gazetenin sahibi Aleksan Efendi'yi uykudan uyandırdılar. Meramlarını anlattılar. Kemal Bey orada yoktu. Bunun üzerine övgü dolu bir tezkere bırakarak ayrıldılar.
Ertesi günü İbret gazetesinde olaylar anlatılıyor ve bu tezkere de yayınlanıyordu. Halkın arzusu üzerine tiyatro idaresi, 2 Nisan akşamı da piyesi oynatma iznini kopardı. Bu defa temsil, Zekiye'yi canlandıran Karakaşyan yararına verilecekti.
4 Nisan akşamı ise tiyatroda Teodor Kasap'ın Pinti Hamit adlı adaptasyonu oynanacaktı. Tiyatronun edebî heyetinde bulunan Namık Kemal ve Mustafa Nuri, idare odasında oturmuş olayları görüşüyorlardı. İbret, bir gün önce süresiz olarak kapatılmıştı. Sebep, olayları anlatış tarzıydı. Halkı padişaha karşı isyana kışkırtır görülmüştü. O sırada kapı açıldı, içeriye bir yabancı girdi. Kemal Bey'in orada olup olmadığını sordu. Kendisini Zaptiye Müşiri Paşa istiyordu. Kemal'i alıp gitti. Az sonra bir zaptiye (askerî polis) binbaşısı geldi. Mustafa Nuri'yi alıp götürdü. O gece temsil sırasında Ahmet Mithat Efendi'yi de aldılar. Ebüzziya Tevfik ve diğerleri birer birer toplandı. Memlekette vatan bilincini uyandırmak için tiyatrodan yararlanan ilk adam, böylece Abdülaziz'in Tanzimat Fermanı'na aykırı düşen emriyle Magosa’ya sürgün edilmiş oldu. Diğerleri de “Hürriyet taraflısı” olmak suçlarıyla çeşitli yerlere sürüldüler, hapsedildiler.
Namık Kemal, en büyük eserlerini Magosa'da yazdı. 1876'da Sultan V. Murat'ın tahta çıkmasıyla affedilerek İstanbul'a döndü. Çok geçmeden Sultan II. Abdülaziz'in tahta çıkmasıyla yeniden tevkif edildi. Mahkemeye sevk edildi. Bereat etti. Fakat yine de İstanbul'da kalması önlendi. Bu yüzden çeşitli mutasarrıflıklara tayin edildi.
En son Sakız Mutasarrıfı iken 2 Aralık 1888'de tutulduğu zatürre hastalığından kurtulamayarak hayata gözlerini yumdu. Rumeli Fatihi Şehzade Süleyman Paşa'nın Bolayır'daki türbesi yanında toprağa verildi.
Namık Kemal, bir çok önemli yeteneklere sahipti. Mesela bir kaç kişiye bir kaç ayrı metni aynı anda yazdırdığını oğlu Ali Ekrem Bolayır, Ruh-ı Kemal adlı eserinde yazar. Keza işittiğini hemen hafızasında tutmak gibi üstünlükleri onun genç yaşta gelişmesine yardım etmiştir.