ŞEYH EDEBALİ
1206 yılında Horasan’ın Merv şehrinde doğmuştur. Gençliğinde Anadolu’ya göç ederek önce Karaman ve daha sonra da Eskişehir’e yerleşmiştir. Karaman ve Şam’da öğrenim görmüştür. İslâmî ilimlerde geniş bir ünü vardır.
Osman Gazi Şeyh Edebalı dergahında kaldığı bir gece rüyasında şeyhin koynundan çıkan bir ayın kendi koynuna girdiğini ve göbeğinden çıkan ulu bir ağacın bütün cihanı sardığını görür. Şeyh Edebalı bu rüyayı, Osman Gazi’nin büyük bir devletin kurucusu olacağı şeklinde yorumlar. Bu yorumdan sonra kızı Bala Hatun’u Osman Gazi’ye verdiği söylenir.
Şeyh Edebalı, Osmanlı Devleti’nin siyasi, idari ve hukuki düzeninin temellerini atmıştı. Ahiliğin temel kurallarını uygulamış ve Kayı Aşireti’nin yerleşik düzene geçmesinde büyük rol oynamıştı. Bu bakımdan Osmanlı Devleti’nin manevi kurucusu sayılır.
1326 yılında ve 120 yaşında vefat eden Şeyh Edebalı’nın türbesi Orhan Gazi tarafından yaptırılmıştır.
Damadı Osman Gazi’nin Bey olması üzerine verdiği nasihati çok ünlüdür. Sözlerinden bugün bile derin anlamlar çıkarmak mümkündür:
Ey oğul
Bundan sonra öfke bize, uysallık sana
Güceniklik bize, gönül almak sana
Suçlamak bize, katlanmak sana
Acizlik bize, yanılgı bize, hoş görmek sana
Geçimsizlikler, çatışmalar, anlaşmazlıklar bize, adalet sana
Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize, bağışlama sana
Ey oğul
Bundan sonra bölmek bize, bütünlemek sana
Üşengeçlik bize, uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana
Ey oğul
Sabretmesini bil, vaktinden önce çiçek açmaz
İnsanı yaşat ki, Devlet yaşasın
Ey oğul
Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı
Allah (C.C.) yardımcın olsun.
II. SULTAN MAHMUT
1785 yılında doğdu. Reformları ve tarihimize Vaka-i Hayriye adıyla geçen Yeniçeri Ocağını ortadan kaldırmasıyla ün yapan Osmanlı padişahıdır.
Amcası III. Selim'in öldürülmesi üzerine 1808 yılında tahta çıktı. Otuz bir yıl süren saltanatı boyunca batılılaşma hareketine öncülük etti. Yurda bir çok yenilikler soktu. Besteci ve ozan oluşunun yanı sıra mükemmel bir hattattı. 1839 yılında 54 yaşında iken vefat etti. Türbesi, İstanbul'da Türbe adıyla anılan semttedir.Amcası III. Selim'in öldürülmesi üzerine tahta oturan Sultan II. Mahmut, amcasının başladığı devrim hareketine sahip çıkmaya hazırdı. Ama ne çare ki, karşısında Alemdar Mustafa Paşa ile sinmiş gibi görünmesine rağmen henüz gücünden bir şey kaybetmemiş bir Yeniçeri Ocağı vardı.
Ayrıca, Arnavutluk'tan Yemen'e, Mısır'dan Manisa'ya kadar bütün yurtta karışıklıklar mevcuttu. Sınır boyları ise savaşla doluydu. II. Mahmut böyle zor bir dönemde çıktığı tahtta amcasının yarıda bıraktığı işi tamamlamasını bildi. Bu arada, askerlik sanatını bir yana bırakıp dışarıda hamallık, kayıkçılık gibi işlerle uğraşan, ayrıca devletten ulufe (üç aylık maaş) alan yeniçerilerin başıboş gezenlerini de dağıtıp bu ocağın yerine muntazam ve batılı anlayış içinde bir ordu kurmayı başardı.
Sultan II. Mahmut, başta yeniçeriler olmak üzere Kapıkulu Ocakları'nı ortadan kaldırmak için tam on yedi yıl büyük bir sabır içinde bekledi. Yunanistan ayaklanmasıyla dahi başa çıkamayan ve kumandanlarının da tüm güvenini yitirmiş olan yeniçerilerin pek yakında bulunan bir harp vukuunda hiç bir işe yaramayacakları ortadaydı. II. Mahmut bu ocağın ortadan kaldırılması konusunda amcasının yolunu tuttu.
Ancak ne var ki III. Selim'in başına gelenler ona gayet iyi bir ibret dersi olduğundan basiretli bir şekilde hareket etti. Önce kumandanlıklara yeni bir ordunun kurulmasına taraftar kimseleri getirdi. Sonra dolambaçlı bir yol seçerek “Eşkinci Ocağı” adı atında modern bir asker ocağı kurulacağını ve bu ocağa yeniçerilerin de gönüllü olarak girebileceklerini ilan etti (25 Mayıs 1825).
Tam bir serkeşlik içinde bulunan yeniçeriler bunu bile hoş karşılamayıp 14 Haziran 1825 akşamı ayaklandılar. Ertesi sabah Atmeydanı'na çıkarak “İstemezük” diye bağrışıp kazan kaldırdılar.Sadrazam Benderli Selim Paşa, İzzet Ağa ve Hüseyin Paşalara emirlerindeki askerleriyle şehre gelmeleri emrini verirken, Şeyhülislam Tahir Efendi de Sultanahmet Meydanı'nda Sancak-ı Şerif açtı. Etrafına belli başlı bütün ulema ile yüksek medrese talebesini topladı. Kazan kaldıran âsilerin aleyhinde ateşli nutuklar söylemeye koyuldu. Tophane'den çıkartılan topçu birlikleri de Atmeydanı ile Aksaray'daki yeniçeri kışlalarına sevk edilmişti.
Tarihte ilk kez yeniçeri kışlaları topa tutuldu. Ağa Hüseyin Paşa, emrindeki asker ve ondan daha kalabalık bir halk kitlesi ile kışlalara hücum etti. Aralarında Tophane İmamı Hacı Hafız Ahmet Efendi'nin de bulunduğu asker ve halk topluluğu cebren kışlalara girdi. Kanlı bir boğuşma başladı. 6.000 yeniçeri öldürüldü. En az 20.000 yeniçeri de tevkif olunup uzak yerlere sürgün edildiler.
Böylelikle Yeniçeri Ocağı tarihe karıştı. Şan ve şeref dolu yıllardan sonra bir çapulcu yatağı halini almış bulunan 465 yıllık Yeniçeri Ocağı yerini Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye adını taşıyan yeni orduya terk etti. Ağa Hüseyin Paşa ilk Serasker (Savunma Bakanı) olarak bu yeni orduyu kurmaya memur kılındı. Eski Saray(Bugünkü İstanbul Üniversitesi Merkez binası) Seraskerlik, Süleymaniye’deki Yeniçeri Ağalık Sarayı da Şeyhülislamlık binası yapıldı.
Vaka-i Hayriye adıyla anılan bu hareket ile memlekette reformlar devri başlamış oldu. Önceleri halk arasında Sultan II. Mahmut’a “Gâvur Padişah” adı verilmesine rağmen o, işe kıyafet kanunu ile girişti (3 Mart 1829). Din adamları dışında kalan bütün devlet memurlarına fes, ceket ve pantolon giydirtti. Sarığı, cübbeyi ve kaftanı ilk atan da kendisi oldu.
Sonra bu yeni kılık içindeki resimlerini resmî dairelere astırdı. Saray teşkilatının yanı sıra devletin işleme düzeni de tamamen değiştirildi. Yurtta baş döndürücü bir imar hareketi başlarken buharlı gemiler ile makineler getirtildi. Yeni matbaalar açıldı. 1 Kasım 1831 gününden itibaren devlet tarafından Türkçe, Fransızca ve Arapça olarak hazırlanan Takvîm-i Vekâyi Gazetesi yayımlanmaya başladı. Batı müziği, bando, orkestra, opera ve tiyatro yurda girdi. Harp Okulu ile Tıp Fakültesi onun döneminde kuruldu.
Sultan II. Mahmut bütün bu yenilikleri başardı ve bütün bir millete zorla da olsa kabul ettirdi. Fakat bunların başarılması yolunda karşılaştığı gaileler, sağlık durumunu hayli bozmuştu. Verem denilen o amansız illete yakalandı. Hekimlerin bütün ihtimamına rağmen günden güne eridi. Nihayet 54 yaşındayken hayata gözlerini yumdu