|
| Tarımın Bilinçli Yokedilişi | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
sitekurucusu Admin
Mesaj Sayısı : 23648 Doğum tarihi : 01/04/65 Kayıt tarihi : 17/02/08 Yaş : 59 Nerden : insanligin oldugu yerden
| Konu: Tarımın Bilinçli Yokedilişi Perş. Nis. 24, 2008 3:19 pm | |
| Serpil Özkaynak - Yeniçağ Gazetesi Serpil Özkaynak - Yeniçağ Gazetesi
Atatürk ne dediyse tam tersi yapılıyor!
Büyük Kurtarıcı’nın yaptıkları ve söylevleri ile "tarımda" Türk ulusuna çizdiği yol haritası, özellikle son yıllarda bir tarafa bırakıldı ve ülke tarımı, Batılılar’ın çizdiği "çıkmaz yollar"a sokuldu!...
Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün demeçlerinden, söylevlerinden yola çıkarak, onun Türk tarımı ve Türk çiftçisi için neler istediğini anlamak hiç de zor değil...
"Ulusal tarım politikamız" da bu olmalıydı kuşkusuz. Ancak yıllardır bu isteklerin tam tersi uygulandı ve kimse buna "gık"ını bile çıkaramadı.
Toprak ağaları, toprak reformunu engelledi
Atatürk, 1937 yılında yaptığı bir konuşmada "Memlekette topraksız çiftçi bırakılmamalıdır" demişti.
(Kaynak: Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt - I, 1945, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayını, Sayfa: 379;380 )
Bu söz özellikle CHP’nin yıllarca düsturu olmuş, ülkede "toprağı işleyen köylüyü toprak sahibi yapabilmek için" TBMM’de yıllarca Toprak Reformu yapılması için savaşım verilmiştir.
Ancak, tarım kentlerinden meclise milletvekili olarak gelenlerin hemen hepsi birer toprak ağası olduğundan, bu öneriye hiçbir zaman sıcak bakılmamıştır.
Devlet arazilerini ve teşvikleri patronlar kaptı!
Devletin arazilerinin fakir köylüye verilmesini yıllarca engelleyenler, şimdi pek çoğu TÜSİAD üyesi olan koca koca patronların devlet arazilerini paylaşması karşısında sus pus kaldılar.
Sanayiyi, basını, Türk ticaret hayatını elinde tutanlar, yabancı ortakları da yanlarına katıp, devletin üretme çiftliklerini, teknopark projelerini, hatta mayınlı sınır arazilerini bile tek bir köylüye kaptırmıyorlar.
Devletin kaymakamları, valileri, belediye başkanları, yani kamu yöneticileri de,
"Bölgemize yatırım yapılacak. İstihdam sağlanacak"
diyerek, bu işadamlarını sevinçle karşılıyorlar.
Atatürk "tesis kredisi, büyüğe değil küçüğe" diye uyarmıştı
"Patronlar Kulübü"nün güçlü üyeleri, aldıkları topraklara yapılan teşviklerle daha da "güçlü" hale gelirken, Atatürk’ün 1931 yılında yazdığı şu notu hatırlamamak imkansız gibi:
"Memleket üretiminin artması, çeşitlendirilmesi için olduğu kadar herkes gibi köylünün de refah içinde yaşamasını temin etmek için bir tesis kredisine ihtiyaç vardır. Bu görüş, büyük çiftlik ve arazi işletenlere ait olmayıp daha çok küçük çiftçileri ilgilendirir."
[Kaynak: M.K.Atatürk’ün 1931 yılında Anadolu’ya yaptığı seyahat sonunda hazırladığı notlar. Sayfa: II-42;43 (Orijinal belgeler Gnkur. Atase. Başkanlığı’ndadır.)]
Köylüyü "nakit kredi"den korumaya çalışmıştı
Hatta bu notları arasında bir bölüm daha vardır ki, bu, son zamanlarda Türk çiftçisinin içine düşürülmeye çalışıldığı "borç batağına" karşı, yıllar öncesinden yapılmış çok düşündürücü bir uyarıdır:
"Varlığından büyük iş tutarak büyük kâr yapmak için her şeyi borçla sağlamanın yolunu bulanlar genellikle üzücü sonuçlarla karşılaşmışlardır. Bu gibilere gerçek varlık ve ihtiyaçlarından çok kredi açmak ve onları kötü neticelerle karşılaşmaya teşvik etmek uygun değildir.
Söz konusu tesis kredisinin köylüye nakit olarak verilmesinin uygun olmayacağı şüphesizdir. Bu amaçla ayrılacak para ile bağ ve meyva fidanlıklarının kurulması, yerli pulluk ve tezgah atelyeleri ve tohum ve hayvan islahı müesseseleri kurulması ve nihayet buralarda dağıtılacak maddelerin fiyatlandırılarak uzun vadelerle toplanması tercih edilir."
Özel bankalardan köylüye "kredi kartı" tuzağı
AB’nin zoruyla çiftçiye "üretimsiz, doğrudan maddi destek" veren hükümet, bu uygulamasıyla çiftçiyi köyden şehre göç etmeye teşvik ederken, bir çoğu yabancı olan özel bankalar da boş durmuyor.
Ziraat Bankası’ndan aldığı krediyi bile ödeyememiş çiftçiye kredi kartı verme uygulaması başlatanlar, çiftçiyi geriye dönülmez bir iflasa sürüklemekteler.
Birlikler kurup kalkınmalarını istemişti
Ülkenin ne gibi tehlikelerle karşılaşabileceğini yıllar öncesinden gören ve uyaran ulu önder Atatürk, köylülerin, çiftçilerin kendi aralarında birlikler kurup, güç kazanmalarını da gerekli görmüş ve istemişti.
İşte 1925 yılında dile getirdiği bu isteği:
"Makinesiz ziraat olmaz. El emeği güçtür. Birleşiniz. Birliklerle makine alırsınız."
(Kaynak: Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt - II, 1952, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayını, Sayfa: 209)
Atatürk’ün söylevlerinden ve aldığı notlardan anladığımız,
"az sayıdaki büyük zengin işletmeleri teşvik etmek yerine, sayıları çok daha fazla ama güçleri az olan çiftçileri, köylüleri teşvik etmeye daha önem verilmesi gerektiğidir."
Atatürk’ün 1931 yılında yazdığı şu satırlarla da çiftçiye destek verilmesini istemiştir:
"Çiftçilerimizi kredi, üretim kooperatifleri gibi ekonomik kuruluşlara kavuşturmak ve bu kuruluşları ilerletmek ve geliştirmek gayedir."
(Kaynak: Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, M.K.Atatürk, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayını, Derleyen: Nimet Arsan, Sayfa: 550)
"Köylü, yiyecek ve giyecek için para sarf etmemeli"
Çiftçinin, köylünün günlük ekonomik sıkıntılarla boğulmadan ülke yararına üretim yapmasını şart gören Mustafa Kemal Atatürk, köylünün "beslenme ve giyim" ihtiyacını kendi giderebilmesi için "ev sanayi" kurulması gerektiğini bile düşünmüş ve 1931 yılında bu düşüncelerini şu notlarında yazıya dökmüştür:
"Bir köylü ev sanayi kurulması için çareler düşünmek akla gelir. Bizde köylü, evine, aile ve çocuklarının yaşamasına gerekli olan yiyecek, içecek ve herkes gibi giyecek için para sarf etmemelidir. Köylü ailenin, elbisenin aba ve kaba bez dokuma tezgahı, sabanı gibi olmalıdır. Bu esasın yaygınlaştırılması ileriye ait bir ideal olmakla beraber, bu gayeye varmak için tedbirler düşünmek ve teşebbüslerde bulunmak çok lüzumludur. Aksi takdirde her şey yolunda gittiği zaman ancak yaşayabilen ve memleket nüfusunun üçte ikisini oluşturan bu insanlar hava gibi, tarım hastalıkları gibi ve nihayet piyasa gibi tesirlerin müsaade etmemesi halinde bütün kusuru hükümete ve vergilere yüklemekten çekinmeyeceklerdir."
[Kaynak: M.K.Atatürk’ün 1931 yılında Anadolu’ya yaptığı seyahat sonunda hazırladığı notlar. Sayfa: I-31;32 (Orijinal belgeler Gnkur. Atase. Başkanlığı’ndadır.)]
Çiftçi sayısının çok olması sayesinde yaşıyoruz
IMF ve AB politikalarıyla son yıllarda Türk tarımında köylü nüfus azaltılıp, şehirli nüfus arttırılmaya çalışılıyor. Köyde ısrarla kalan köylüleri de çiftçilikten edip, yeni "çiftçi" olan işadamlarının zengin ve büyük çiftliklerde köle gibi çalışmalarına yol açan bu düzenle Atatürk’ün istek ve direktiflerinin tam tersi bir politika izleniyor.
Mustafa Kemal Atatürk, o zamanlar Türk ulusunun büyük bölümünün çiftçi olmasının Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulabilmesinde ne kadar önemli bir yer tuttuğunu 1923 yılında sarf ettiği şu sözlere ifade etmişti:
"Milletimiz çok büyük elemler, mağlûbiyetler, facialar görmüştür. Bütün olanlardan sonra yine bu topraklarda bulunuyorsa bunun temel sebebi şundandır: Çünkü Türk çiftçisi bir eliyle kılıcını kullanırken, diğer elindeki sabanla topraktan ayrılmadı. Eğer milletimizin büyük çoğunluğu çiftçi olmasaydı biz bugün dünya yüzünde olmayacaktık."
(Kaynak: Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt - II, 1952, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayını. Sayfa: 117)
Çiftçiye verdiği önem
Atatürk’ün bize miras olarak bıraktığı tarımla ilgili yol haritasını izlediğimizde, şu sıralar "yok edilmeye çalışılan" köylüye ne derece önem verdiğini şu sözleriyle anlayabiliriz:
Yıl: 1922
"Türk köylüsünü ’efendi’ yerine getirmedikçe memleket ve millet yükselemez" (Kaynak: Yakınlardan Hatıralar, Mahmut Esat Bozkurt, 1955, Sayfa: 94)
Yıl: 1922
"Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür. O halde, herkesten daha çok refah , mutluluk ve servete hakkı olan ve daha layık olan köylüdür."
(Kaynak: Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt - I, 1945, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayını, Sayfa: 219 )
Yıl: 1925 :
"Memleketimiz hakiki çiftçi memleketidir."
(Kaynak: Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt - II, 1952, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayını, Sayfa: 209)
"Memleketimiz çiftçi ve asker memleketidir"
Ulu önder Atatürk’ün bir ülke için tarımın ne kadar önemli olduğunu bizlere anlatan şu sözleri, ne yazık ki yıllardır rehavet içindeki hükümetler tarafından unutuldu gitti. Bakın Ata’mız bu konuda bizleri daha 1923 yılından bugünlere nasıl uyarmıştır:
"Memleketimiz şu iki şeyin memleketidir: Biri çiftçi, diğeri asker. Biz çok iyi çiftçi ve çok iyi asker yetiştiren bir milletiz. İyi çiftçi yetiştirdik, çünkü topraklarımız çoktur. İyi asker yetiştirdik, çünkü o topraklara kasteden düşmanlar fazladır...
Bundan sonra da daha iyi çiftçi ve daha iyi asker olacağız. Lâkin bundan sonra asker oluşumuz artık eskisi gibi başkalarının hırsı, şan ve şöhreti keyfi için değil; yalnız ve yalnız bu aziz topraklarımızı muhafaza etmek içindir. ... Çiftçilerimizin gayretiyle memleketimizin verimli tarlaları birer kalkınma kaynağı olacaktır. Şüphesiz bu kalkınma kaynaklarını dünyadaki düşmanlara karşı savunmak için kıymetli bir ordumuz da bulunacaktır."
(Kaynak: Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt - II, 1952, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayını. Sayfa: 131;132)
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Eski bakandan hükümetlere büyük suçlama:
Türkiye’de tarımı bakan bile kurtaramaz!
“Tarım için gerekli yasaları çıkarmamı engellediler” diyen eski Tarım Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp, bir tarım bakanının bile bu düzende Türk tarımını kurtaramayacağını iddia etti
Kendisi de bir ziraat profesörü olan Hüsnü Yusuf Gökalp, 57. Hükümette Tarım ve Köyişleri Bakanı olarak görev aldığı yıllarda başta Tarım Yasası olmak üzere Türk tarımındaki birçok eksiği tamamlamaya çalıştığını, ancak engellendiğini belirtip, | |
| | | sitekurucusu Admin
Mesaj Sayısı : 23648 Doğum tarihi : 01/04/65 Kayıt tarihi : 17/02/08 Yaş : 59 Nerden : insanligin oldugu yerden
| Konu: Geri: Tarımın Bilinçli Yokedilişi Perş. Nis. 24, 2008 3:19 pm | |
| Bir an önce Siyasi Partiler Kanunu değişmeli. Bir bakan, kendi sorumluluğuna verilmiş konuda bile konuşturulmuyorsa, bir şeyler yapmak istediğinde önü kesiliyorsa, çok ciddi bir sorun var demektir”
dedi. Yakın bir zaman önce, aynı gerekçeleri sunarak partisi MHP’den de istifa eden Prof. Dr. Gökalp,
“Yapmak istediklerim, ABD’nin, AB’nin yani Batı’nın işine gelmedi. Yapmak istediğim her şey engellendi”
diyerek, Türkiye’nin nasıl bir ortama sürüklenmiş olduğunu gözler önüne serdi.
Prof. Gökalp: “Tarım, hürriyet meselesidir”
“Tarımın hayati önemini ne yazık ki henüz milletçe kavrayamadık”
diyen Gökalp, bunun önemini şöyle vurguladı:
“Tarım denince milletin aklına köy gelebilir. Ama benim aklıma, milletimin açlığı tokluğu geliyor. Tarım bir milletin açlık-tokluk meselesi, dolayısıyla hürriyet meselesidir. Aç olan insanın hürriyetini kaybetmesi an meselesidir. Tarımın önemi herkese anlatılmalıdır. İstanbul’un Levent’inde, Etiler’inde oturup, köylülere burun kıvıranlara da tarımın önemi benimsetilmelidir.”
“Lütfen kurun” derken can veren dekan
Tarımın 80’li yıllarda başlayarak çeşitli yaralar aldığını anlatan Prof. Dr. Hüsnü Yusuf Gökalp, kendisine en acı veren anısını bizlere şöyle aktardı:
“1984 yılında çıkarılan kanunla Zirai Mücadele ve Karantina Genel Müdürlüğü’nü kapatmışlardı. Örneğin, şu anda patateste görülen hastalıklar gibi pek çok hastalık, bu genel müdürlük halen açık alsaydı ortaya çıkmazdı.
Çünkü dışarıdan hastalıklı tohum gelmesine engel olunurdu. Ülkesini seven bilim adamlarının bu konuyu ne kadar ciddiye aldıklarını, size acı bir anımla anlatmak istiyorum.
2000 yılıydı. İzmir’e gitmiş ve zamanın İzmir Valisi Kemal Nehrozoğlu’nun da bulunduğu bir masada Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Feyzi Önder ile görüşüyordum. Feyzi bey, bir bakan olarak benden Zirai Mücadele ve Karantina Genel Müdürlüğü’nü yeniden kurmamı istiyor ve tarımda bu kurumun eksikliği yüzünden yaşanan hastalıkları bana hatırlatıyordu. ’Lütfen kurun’ derken bir anda fenalaştı ve oracıkta ölüverdi. Ne yazık ki, rahmetlinin o isteğini bile gerçekleştiremedim. Onu bile engellediler.”
Tarım Kanunu’nu engellediler
Türkiye’de yıllarca Tarım Kanunu’nun olmadığını hatırlatan ve Tarım ve Köyişleri Bakanlığı döneminde Tarım Çerçeve Kanunu hazırlattığını söyleyen Gökalp,
“Ancak ne yaptıysam olmadı. Hükümet programına alınmadı”
dedi ve ekledi:
“ O zaman o kanun çıksaydı, geçen sene çıkan o ucube tarım kanunu çıkmamış olacaktı ve çiftçi de bugünkü gibi kötü durumlara düşmeyecekti. Tarım Yasası, ne yazık ki, tarıma ters açıdan bakanlar tarafından çıkartıldı.”
“Bakanlığınız zamanında hükümetin başında rahmetli Bülent Ecevit vardı. Bu durumda sizi o mu engelledi?”
sorumuzu eski Tarım ve Köyişleri Bakanı Gökalp,
“Hayır. Tam tersine, beni dinleyen tek kişi o olmuştu. Her ne kadar siyasi fikirlerimiz uymasa da, tarım konusundaki hassasiyetini her zaman saygıyla karşıladım”
diyerek yanıtladı.
“Bizde var, sen ekip biçmekle uğraşma!”
Prof. Dr. Hüsnü Yusuf Gökalp, görev aldığı hükümet döneminde Tarım Ürünleri Pazarı Regrasyon Kurumu kurulması için de çok uğraştığını söyledi ve böyle bir kurumun olması halinde, köylünün ürünlerinin ucuza gitmeyeceğini belirtti.
ABD’de de tarım ürünlerini pazarlama board’ları (kurulları), tarım ürünleri borsaları olduğunu hatırlatan Gökalp,
“ister ABD’li olsun, ister AB’li, Batılılar’ın derdi, bize kendi çiftçilerinin ürünlerini satmakta. ’Bizde bu ürünler var. Sen ne uğraşıyorsun ekmekle, biçmekle’ mesajı verip duruyorlar. Bu sözleri, katıldığım tarım bakanları toplantılarında bizzat duydum”
diyerek, Batılılar’ın amaçlarını birinci ağızdan bizlere anlattı.
“Tarımı, reel sektörler arasına almadılar”
Reel sektörler arasında bankacılığın, borsanın olduğunun ama üretim sektörlerinin olmadığının altını çizen Hüsnü Yusuf Gökalp,
“Bakan olarak tarımı reel sektörler arasına koydurmak için çok uğraştım ama olmadı”
dedi.
GAP gibi büyük bir projenin üst kurulunda bile 2002 yılına kadar Tarım Bakanına yer verilmediğini söyleyen ve yüzde 90’ına yakını enerji yatırımlarına ayrılmış olan GAP’ta tarım ve sulama yatırımlarının sadece yüzde 12 oranında olduğunu hatırlatan eski Tarım Bakanı Gökalp, kendi döneminde Bakanlar Kurulu’nda dikkate alınmayan önerilerini şöyle sıraladı:
“Tarım Çerçeve Kanunu’nun ve kuraklığa karşı Su Konseyi Kanunu’nun çıkarılması; AB’nin önemli organlarından olan Tarımsal Garanti ve Yönlendirme Kurulu’nun Türkiye’de de oluşturulması ve kapatılmış olan Su Ürünleri Genel Müdürlüğü, Toprak-Su Genel Müdürlüğü, Gıda İşleri Genel Müdürlüğü, Zirai Mücadele ve Karantina Genel Müdürlüğü’nün yeniden faaliyete geçirilmeleri.”
İzmir’de 22 köye tek mühendis, ya Siirt’te?
Çiftçiyi yönlendirecek kurumları tekrar faaliyete geçirmeye uğraşan zamanın Tarım Bakanı Gökalp’in
“Ne yaptıysam engellendim”
sözü kulaklarımızda henüz çınlarken, durumun ne kadar vahim olduğunu, TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Başkanı Prof. Dr. Kamil Okyay Sındır’ın TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Genel Merkezi’ne yazdığı rapordan daha iyi anlıyoruz:
“Üretimde verim, verimlilik ve kalitenin en temel dayanağı olan ’bilgi’yi, ona en çok ihtiyaç duyan çiftçilerimize ulaştırabilecek, nitelikli ve yeter sayıda teknik personel ile donatılmış bir kamu kurumu niteliği de ne yazık ki kalmamıştır.
Örneğin, İzmir ilimizde ilçeler itibariyle Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bünyesinde kamu hizmeti vermekte olan her bir Ziraat Mühendisine düşen tarımsal nüfus 25 bine, tarım alanı 170 bin dönüme, köy sayısı ise 22’ye kadar ulaşmıştır. Torbalı, Menemen, Ödemiş, Tire, Bergama ilçelerimizde bu rakamlar daha da yüksektir.
Kaldı ki, var olan yapıda söz konusu teknik personel de, destekleme ödemeleri ve Çiftçi Kayıt Sistemi bürokrasisi ile boğuşmaktadır. Sonuç olarak devlet ile üretici arasında, eğitim ve yayım amaçlı bağ ortadan kalkmış durumda bulunmaktadır.”
İzmir gibi merkezi ve göz önünde olan bir ilde 22 köy, tek bir ziraat mühendisine danışabilecekse, doğuya gittikçe tek bir mühendise düşen köy sayısı kimbilir daha ne kadar artmaktadır.
Prof. Sındır: “Dışa bağımlılık yatırımla kırılır”
Prof. Dr. Sındır, Türk tarımının geneliyle ilgili şu uyarılarda da bulunuyor:
“Tarım sektöründe doğru ve sürdürülebilir bir tarım politikası oluşturulmalıdır. Söz konusu politikanın temel amaçları, AB’nin ortak tarım politikasına benzer bir şekilde; tarımda verim artışını sağlamak, kırsalda yaşayanların yaşam kalitelerini iyileştirmek, tarımsal ürün ve girdi piyasalarında istikrar sağlamak, tarım ürünleri arzında süreklilik sağlamak ve uygun tüketici fiyatlarını garantilemek şeklinde sıralanabilir.
Tarıma ayrılan destekleme miktarının GSMH’nin en az %3’ü olarak düzenlenmesi gereklidir... Özelleştirme politikaları yerine girdilerde derinleştirilmekte olan dışa bağımlılığı kıran yatırımlara ağırlık verilmelidir.”
IMF onlara tarım programlarını uygulatmadı
Çok iddialı tarım programlarıyla seçimi kazanan DSP ve MHP,
“Nihayet Türk tarımı için birileri bir şey yapacak”
kanısını, IMF programlarını uygulayarak boşa çıkardılar. Kendi Tarım Bakanları bile bu işe isyan etti. Ancak IMF ve Kemal Derviş faktörü, tarımla ilgili her öneride, Bakanlar Kurulu’nu derin bir sessizliğe boğdu. Özal Hükümeti ile başlayan tarım konusundaki dışa bağımlı politikalar, AKP iktidarında daha da hız almış halde devam etmektedir.
Erol Manisalı : "Ulusal Tarım Politikası gerekli"
Türk tarımının yıllardır tehdit altında olduğunu söyleyen bir başka isim de, Prof. Dr. Erol Manisalı.
Ne zaman Türk tarımı için “yasal anlamda” kötü bir gelişme olsa, borsanın yükselişine dikkat çeken Manisalı’ya, “AB’nin Türkiye tarımı üzerinde kurduğu baskıyı” sorduk.
Aldığımız ilk yanıt,
“Türkiye’de tarım sorunun temelinde ulusal tarım politikasının olmaması yatmaktadır”
oldu.
Prof. Dr. Manisalı, AB’nin Türkiye’yi kendi birliğine katmayacağından öylesine emin ki!..
70’li yılların sonlarından beri hazırlanan AB raporların da anlaşılabileceğini söyleyen Erol Manisalı,
“Tarım makro politikalarla ayakta durur, Avrupa Birliği’nde makro politikalar, ulusal politikaların üzerine oturtulmuştur. Oysa, Türkiye’de yıllardır ulusal bir tarım politikasının oluşturulmasına izin verilmemiştir”
dedi. Manisalı, tarımda teslimiyetçiliğin, Özal döneminde başladığını söyledi ve Turgut Özal’ın
“devlet tarımdan elini ayağını çekmelidir”
sözünü de hatırlattı.
“Türk çiftçisi, yabancı tekeller ile karşı karşıya bırakılmıştır. Piyasa da AB’nin tarım politikaları egemendir”
diyen Erol Manisalı bu konuda AKP Hükümeti’ni şu sözlerle suçladı.
“AKP, orduya ve ulus devlete karşı AB’ye aldığı için onun dediklerini yapmak zorunda kalıyor. Tarımda da bu böyledir. AKP Hükümeti AB’nin güdümündedir.”
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
AB’den Türk çiftçisine : Sen üretme al parayı!
Onları tarım ürünleriyle besleyelim diye İkinci Dünya Savaşı sonrasında bizim gibi ülkelere Marshall yardımı bile yapan Batılılar, şimdi de tarımı bırakıp, onların ürünlerini almamız için yardım dağıtıyorlar!
Kırsalda yaşayan yüzde 34’lük nüfusun yüzde 8’e inmesini isteyen Avrupa Birliği, çiftçiyi bir yandan kota, ucuz ürün, pahalı girdi, indirilen gümrük vergileri ile yıldırıp, öte yandan cebine koydurttuğu doğrudan destek ve yardımlarla da şehirli olmaya zorluyor.
Gözler, yeni yardımlara çevrildi
IPARD çerçevesinde 2008 yılından itibaren verilmeye başlanacak olan krediler ise özellikle büyük işletmeler tarafından dört gözle bekleniyor. Geçtiğimiz ay yayınlanan Avrupa İlerleme Raporu’nda konu hakkında | |
| | | sitekurucusu Admin
Mesaj Sayısı : 23648 Doğum tarihi : 01/04/65 Kayıt tarihi : 17/02/08 Yaş : 59 Nerden : insanligin oldugu yerden
| Konu: Geri: Tarımın Bilinçli Yokedilişi Perş. Nis. 24, 2008 3:19 pm | |
| "Kabul edilebilir bir IPARD programının Komisyona zamanlıca sunulması, Türkiye’nin IPARD fonlarından tam olarak yararlanabilmesi konusunda bir ön şarttır."
ibaresi yer aldı.
Çiftçiye ortalama 150 milyon euro AB yardımı
Konunun muhatabı olan Avrupa Birliği Genel Sekreterliği’nden Tarım Dairesi Başkanı Fatma Can’a, raporda adı geçen uyarıyı hatırlattığımızda,
"IPARD Kalkınma Ajansı’nın kurulmasına yönelik yönetmelik çıktı. Kurulması için çalışmalar hızla sürüyor"
yanıtını alıyoruz.
2008-2010 yılları arasında 290 milyon euro, 2010-2013 yılları arasında ise 590 milyon euro tutarındaki yardımdan kimlerin yararlanacağına gelince...
Bu konu kesinleşmeden açıklama yapmasının sakıncalı olduğunu belirten Can, bu konuların şu sıralar belirlenme aşamasında olduğunu söyledi.
Öte yandan, üretim kaygısı taşımayacak bu yardımların daha çok teknolojik hamle yapmaları için büyük tarım işletmelerine verileceği öğrenilirken, et-süt üretimi yapan büyük işletmelerin bu konuda en büyük payı alacağı iddia ediliyor.
Peki ama bu "göstermelik" yardımlar, çiftçiyi AB’li çiftçilerin üretim gücünden koruyabilecek mi?
Ortak Tarım Politikası çerçevesinde AB’li çiftçilere dağıtılan yardımları burada sıralarsak, IPARD aracılığıyla gelecek yardımların Türk çiftçisinin derdine derman olmayacağı anlaşılıyor.
Zaten yapılacak o cüzi yardımın büyük kısmının yine büyük şirketlerin kasasına gideceği düşünülürse, AB’li çiftçi ile aynı koşullara zorlanan Türk çiftçisinin içine düşürüldüğü durum yandaki tablodandaha iyi anlaşılabilir:
Bizimkilere milyonlar, AB’li çiftçiye milyarlar
AB’li çiftçilere Ortak Tarım Politikası çerçevesinde 2005 yılında dağıtılan yardımlar ortalama olarak şöyle sıralanıyor:
Fransız çiftçiye: 9 milyar 333 milyon euro İspanyol çiftçiye: 6 milyar 221 milyon euro Alman çiftçiye: 5 milyar 915 milyon euro İtalyan çiftçiye: 5 milyar 346 milyon euro İngiliz çiftçiye: 4 milyar 067 milyon euro Yunanlı çiftçiye: 2 milyar 739 milyon euro İrlandalı çiftçiye: 1 milyar 606 milyon euro Polonyalı çiftçiye: 1 milyar 417 milyon euro Avusturyalı çiftçiye: 1 milyar 184 milyon euro Danimarkalı çiftçiye: 1 milyar 017 milyon euro Portekizli çiftçiye: 880 milyon euro İsveçli çiftçiye: 858 milyon euro Hollandalı çiftçiye: 839 milyon euro Finli çiftçiye: 835 milyon euro Belçikalı çiftçiye: 615 milyon euro Macar çiftçiye: 479 milyon euro Çekoslovak çiftçiye: 368 milyon euro Letonyalı çiftçiye: 221 milyon euro Slovakyalı çiftçiye: 202 milyon euro Litvanyalı çiftçiye: 116 milyon euro Slovenyalı çiftçiye: 98 milyon euro Estonyalı çiftçiye: 71 milyon euro Lüksemburglu çiftçiye: 45 milyon euro Kıbrıslı Rum çiftçiye: 44 milyon euro Maltalı çiftçiye: 9 milyon euro
Neşeli Alman köylüsüne karşın mahzun Türk köylüsü
AB ülkelerinde çiftçilik yapan köylüler, yüksek yaşam standartlarının düşmemesi için uğraş veren yöneticilerinin koruması altında eğlenme amaçlı yarışmalara katılırken, bizim çiftçimiz ise onların refahı için gün geçtikçe yoksullaşıyor. Kadın çiftçileri ödüllendirmek için yapılan yarışmayı kazanan köylülerimizin neşesi bile, ancak fotoğrafta görüldüğü gibi “mahzun” bir gülümseyişle sınırlı kalıyor
Türkiye’nin toprakları hepsinden daha çok
Türkiye’nin 70 milyon nüfusunu ve 780 bin kilometrekarelik yüzölçümünü göz önüne aldığımızda, AB üyesi hiçbir ülkenin Türkiye kadar geniş topraklara sahip olmadığını görüyoruz.
Nüfus konusunda ise Türkiye, bu ülkeler arasında Almanya’nın ardından (82.5 milyon kişi) ikinci kalabalık ülke.
Yapılan hesaplamalara göre, Türkiye’nin 2014’te AB’ye girmesi halinde ülkeye yasal olarak ödenmesi gereken yardımlar toplam olarak 20 milyar euro civarında olacak, Ortak Tarım Politikası için Türkiye’ye ödenecek sübvansiyon rakamı ise 8 milyar euroyu bulacak.
Tabi ki bu rakamı kimse Türkiye’ye vermeyi planlamamakta...
Yıllarca Türkiye üzerinde oyunlar oynayabilmek için "Sizi aramıza katacağız" oyalamasıyla topraklarımızı üreticilerine bir Pazar haline getiren Avrupa Birliği, iş ciddiye binip, söz verilen tarih yaklaştıkça bu anlaşmadan caymak için her türlü bahaneyi önümüze sunuyor.
Bir yandan da ülkenin tarımını, sanayisini baş aşağı ederek, Türkiye’yi sömürgeleştirmeye çalışan AB’ye karşı kimse de, “masken düştü artık” deyip, itiraz etmiyor. Öte yandan yanlış uygulamalarla, Türkiye’de her 50 saniyede bir çiftçi iflas ediyor.
Çiftçi sendikalarının istekleri
Bu yıl içinde bir bildiri yayınlayan Çiftçi Sendikaları Konfederasyonlaşma Platformu, hükümetten isteklerini şöyle sıraladı:
* IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü ve AB-Ortak Tarım Politikası güdümlü tarım politikaları terk edilsin. Çitçilerin, köylülerin ve tarım örgütlerinin katılımıyla bağımsız, demokratik ve sosyal bir tarım programı oluşturulsun.
* Tarımda destekler gelişmiş ülkelerin destek seviyesine, yani yıllık 11,3 milyar Avro’ya çıkarılsın.
* Tarımsal ürünlerin fiyatı maliyetlerin üzerinden belirlensin. Ürün fiyatları, maliyet+kâr+insanca yaşam payı eklenerek belirlensin.
* Üretimden pazarlamaya kadar uzanan zinciri oluşturacak olan ve çiftçilerin ve köylülerin yönetimlerini demokratik olarak belirleyebilecekleri Kooperatifleşmelerinin önü açılsın. Bu doğrultuda Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri’nin Yasası yeniden düzenlensin.
* Çiftçilerin ve köylülerin kendi bağımsız örgütlenmelerini sağlayacak yasal düzenlemeler yapılsın. İmzalanan uluslararası sözleşmelere ve Anayasa’ya dayanarak kurulmuş olan üretici sendikaları için iç hukuk düzenlemeleri yapılsın.
* Her şeyi üreten çiftçilere, sıra tohuma gelince "üretemezsin, üretirsen satamazsın" diyen Tohumculuk Yasası derhal geri çekilsin.
* Doğa koşulları karşısında çiftçileri çaresizlikten kurtaracak tarım sigortaları, çiftçiler lehine tekrar düzenlenerek çıkarılsın.
* Çiftçiler ve köylüler eksiksiz sosyal güvenceye kavuşturulsun.
* Köylü kadınların krediye, eğitime ve her türlü evrensel haklarına erişmesine engel olan mevzuat değiştirilsin.
* Gıda egemenliği ve güvencesinin garantisi olan küçük aile tarımının korunması sağlansın
* Halkın çıkarlarını ve ekolojik dengenin gereklerini gözeten bir Biyogüvenlik Yasası zaman geçirmeksizin çıkarılsın.
* Çiftçiler olarak ülkemizde üretebildiğimiz ürünlerin ithaline hükümetler izin vermesin. Gümrük vergilerini hasat zamanın hemen öncesinden indirilmesin ve bu dönemlerde ithalat izni verilmesin. İthalatı serbest bırakan ve böylelikle ürün fiyatlarını düşüren, "kurnazlığı kendinden menkul" politikalar terk edilsin.
* Tarımın olmazsa olmazlarının baş sıralarında yer alan arazi sulaması için bütçeden yeterli ödenek ayrılsın. Ülkemizde on yıl içinde sulanabilir arazilerin hepsinin sulanabilir duruma getirmesi için plan yapılsın ve uygulansın.
* Doğru bir su yönetim politikası uygulansın ve suyun ekonomik kullanılması ve adil paylaşılması yasalarla güvence altına alınsın. Ayrıca bu konuda teknik altyapı sağlansın, eğitim ve ekonomik destek verilsin.
* Çiftçinin kendi tohumunu üretebilmesi için yasal değişiklik yapılsın. Kendi tohumunu üreten çiftçilere teşvik amacıyla teknik bilgi ve ekonomik destek yapılsın.
* Tohum çeşitlerinin korunması sağlansın.
* Tohum ve gen bankaları kamunun elinden çıkartılmasın.
* Yerel tohumların korunma ve geliştirilmesi için önlemler alınsın, bu konuda planlı çalışmalar başlatılsın.
* Mevcut gen bankalarının şirketlerin eline geçmesi engellensin.
* Toprağı, suyu kirleten insan sağlığı için risk oluşturan ve küresel ısınmaya katkı koyduğu belirlenen kimyasal ilaca, kimyasal gübreye dayalı üretim tarzı terk edilsin. Bilgeliğe, ıslaha dayalı, doğayla dost, sürdürülebilir tarım tarzına yani -endüstriyel olmayan- organik tarım tarzına dönmek için merkezi devlet politikaları üretilsin ve uygulansın.
Alman çiftçisinin derdi domuz yağı!
AB’nin desteği ile refah içinde yaşayan Alman çiftçisinin şu sıralar en büyük sıkıntısı, domuzunun yağını hayvan yeminde kullanamamak...
Almanya’da hayvan yemlerinde hayvansal yağ kullanmak şimdilik yasak.
Ancak bu yasağa, özellikle domuz üreticileri şiddetle karşı çıkıyor. Müslüman ülkelere yem ihraç eden şirketler ise, “Yemlerde hayvansal yağ kullanılmaması” yasağından çok memnunlar.
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Yabancılar ne derse, o yasalaşıyor... Süreci hep birlikte hızlandırdılar
Turgut ÖZAL Tansu ÇİLLER Kemal DERVİŞ
IMF’nin elinde oyuncak olduk!
70’lerden sonra yapılan dış borçlar yüzünden ülke ekonomisini eline geçiren IMF ve Dünya Bankası, seçilen hükümetlere istediğini yaptırtıyor
En hızlısı AKP Hükümeti çıktı
IMF’in direktifleri ve AB’nin istekleri üzerine uyum yasalarını süratle çıkaran AKP Hükümeti, bu aceleci tavrı tarımla ilgili yasalarda da gösterdi.
Çiftçinin tüm uyarılarına rağmen Tarım Yasası ve Tohumculuk Yasası başta olmak üzere, içeriği eleştirilen birçok yasayı meclisten geçirip, Türk tarımını iyice geri dönülmez bir çıkmaz sokağa soktular.
Türk ekonomisinin ve dolayısıyla tarımının IMF ve AB aracılığıyla Batılı ülkelerin ellerine teslim edilmesinin temelleri, dış borçlanmanın hızlandığı 1970’lerde atılmıştır.
70’li yılların başında petrol üreticisi olan ülkelerin petrol yaptıkları 5 kata varan zamlar, Türkiye’nin dış ödemeler açığını altüst ederken, hükümetlerin uyguladığı yanlış iç ve dış iktisat politikaları da dış ticaret açığının büyümesine neden oldu.
Birçok iktisatçıya göre bu hataların başında, Erim Hükümeti’nin Türk Lirası’nı nominal olarak revalüe ederek başlattığı aşırı değerli kur politikaları gelmektedir.
Böylece, yurt içinde üretilmeyen sanayi mallarının ithalatı özendirilmiş oldu. Ancak bu uygulama, sanayiyi girdi bakımından dışarı bağımlı hale getirmiş ve aşırı değerli kurun ihracat üzerindeki olumsuz etkileri neticesinde de dış ödemeler açığı gittikçe arttı, bunlar da dış borçlarla kapatılmaya çalışıldı.
Teslimiyetin ilk belgesi: 24 Ocak kararları
Dış borçların artmasıyla IMF’in ekonomiye karışma çabalarına, 70’li yılların sonuna kadar hükümetler tarafından karşı konulsa da, 70’lerin sonuna gelindiğinde artık pes edildi.
IMF’e teslimiyetin belgesi, azınlıktaki Demirel Hükümeti’nce Başbakanlık Müsteşarlığı’na getirilen Turgut Özal’ın hazırladığı ekonomik istikrar programı oldu.
24 Ocak 1980 tarihinde açıklanan ve tarihe “24 Ocak kararları” diye geçen bir dizi ekonomik tedbirle, Türk ekonomisi tek taraflı olarak yabancı sermayeye açıldı. Herkes terör olaylarına odaklanmışken, Türk ekonomisinin ve dolayısıyla tarımının kaderi o günden itibaren belirlenmiş oldu!..
12 Eylül’den sonra askeri yönetim ve onun ardından seçilen Özal Hükümeti ile pekiştirilen ve uygulanması için kanunlar çıkarılan bu 24 Ocak kararları, IMF ve AB’nin zorlamasıyla günümüze kadar ekonominin her alanına sirayet etmiştir.
24 Ocak kararları ile, tarım da dahil tüm üretim kollarında devletin korumacılığı büyük ölçüde kaldırılarak, “ithal ikameci” iktisat politikası terk edilmiş, onun yerini gittikçe “kuzuyu kurda teslim eden” bir hal alan, serbest piyasa ekonomisi almıştır.
24 Ocak 1980 kararları ile:
* Devletin ekonomideki payını küçülten bir dizi önlemlere girişildi. KİT’lerin satış kararı, ilk olarak bu tarihte alınmış oldu. Sonra Özal Hükümeti sırasında gerekli kanunlar da çıkarıldı.
* Tarım ürünleri destekleme alımları sınırlandırıldı.
* Gübre, enerji ve ulaştırma dışında sübvansiyonlar kaldırdı
* % 32.7 oranında devalüasyon yapılarak günlük kur ilanı uygulamasına gidildi.
* Yabancı sermaye yatırımları teşvik edildi, kâr transferlerine kolaylık sağlandı.
* Yurtdışı müteahhitlik hizmetleri desteklendi.
* Hem ihracat, hem de ithalat teşvik edildi. Ülkeyi ithal ürünlerden korumak için konulmuş yasakları kaldırma kararı alındı ve ülke birkaç yıl sonra lüks tüketim batağına sürüklendi. (Halen sürmektedir). Bunun toplumda yarattığı ahlaksal erozyon ise (para için her şeyi yapmak ve her kılığa girmek devri) , sosyologlar başta olmak üzere birçok bilim insanına tez konusu olmuştur.
* İhracat; vergi iadesi, düşük faizli kredi, imalatçı ihracatçılara ithal girdide gümrük muafiyeti, sektörlere göre farklılaşan bir tercih sistemi ile teşvik edildi. | |
| | | sitekurucusu Admin
Mesaj Sayısı : 23648 Doğum tarihi : 01/04/65 Kayıt tarihi : 17/02/08 Yaş : 59 Nerden : insanligin oldugu yerden
| Konu: Geri: Tarımın Bilinçli Yokedilişi Perş. Nis. 24, 2008 3:19 pm | |
| İthalat, ihracat ve müteahhitlik...
Bu kararlar sonucunda Türk ekonomik hayatını, paradan para kazanan ve hatta vergi iadesi uğruna bazen paravan şirketler bile kurabilen birçok “iş insanı” doldururken, tarım ve sanayiye yatırımlar ise adeta unutturuldu.
Bu arada, Çiftçi Sendikaları Konfederasyonlaşma Platformu da bu yıl yayınladıkları bir bildirgede, 1980’den 2007 Temmuz’una kadar iktidara gelenlerin yaptıkları uygulamaları kronolojik olarak şöyle sıraladı:
Özal’lı ANAP hükümeti:
* Kamu İktisadi Teşekküllerinin (KİT) ve Kamu İktisadi Kuruluşlarının (KİK) yasalarında değişiklik yaptı. Böylelikle KİT’ler özelleştirebilecek duruma getirildi.
* Üç yanı denizle çevrili ülkemizin akarsu ve göllerindeki ürünlerden doğru ve iyi yararlanmamızda önemli görevler üstlenen ve daha da geliştirilmesi beklenen Su Ürünleri Genel Müdürlüğü kapatıldı.
* Gıdaların kalitesini, sağlıklığını hem test hem de kontrolünü gerçekleştiren Gıda Kalite Kontrol Genel Müdürlüğü kapatıldı.
* Hayvanların sağlıklı yetiştirilmesi ve tüketicilerin sağlıklı hayvansal gıda tüketmesinde yararlı görev gören Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü kapatıldı.
* Üretici köylüyü yeniliklerle buluşturan Ziraat İşleri Genel Müdürlüğü kapatıldı.
* Bitki sağlığı ve zararlılarla mücadelede etkili teknik ve bilgi desteği sunan Zirai Mücadele ve Karantina Genel Müdürlüğü kapatıldı.
* Tarım Topraklarının amaç dışı kullanımını engelleyen Toprak-Su Genel Müdürlüğü kapatıldı.
Sonuç:
Özal’lı ANAP Hükümeti’nin kapattırdığı bu genel müdürlüklerden boşalan yerlere özel sektör girdi; tarım toprakları kâr amaçlı olarak konuta ve sanayiye açıldı.
İlaç ve gübre kullanımı, özel sektörün “ne kadar çok satarsa o kadar çok prim alacak olan” gezgin satıcılarının eline terk edildi. Topraklarımız ve sularımız hızla kirlenmeye başladı ve kullanılamaz hale getirildi.
ANAP Hükümeti ayrıca; çayda ÇAY-KUR’un, tütün ve alkollü içeceklerde TEKEL’in tekelliğini kaldırarak; çay, tütün ve üzüm üreticileri için zor günlerin önünü açtı.
DYP - SHP Hükümeti:
* Et ve Balık Kurumu’nu (EBK), Yem Sanayii’ni (YEMSAN) ve Süt Endüstrisi Kurumu’nu (SEK) özelleştirdi.
Bu kurumları alan şirketler ilk iş olarak yem fiyatlarını arttırdılar.
SEK’i alan şirketler de süt fiyatını düşürdüler.
(Yazarın notu: Satış sözleşmelerinde üretim devamlılığının garanti altına alınmamasının sonucunda pek çok süt fabrikası veya et mezbahası, onları alanlar tarafından kapatılmış, hayvancılık göz göre göre öldürülmüştür. Bu arada basının büyük bölümünde de, özelleştirilmeler öncesinde bu tip tehlikelere karşı uyarıcı haberlere ne yazık ki yer verilmemiştir!... Aynen şu sıralar TEKEL satışı öncesi basında yaşanan sessizlik gibi!)
Sonuç: Hayvan yetiştiricisi çiftçiler, besledikleri hayvanlarını ellerinden çıkarmak zorunda kaldılar.
DYP-SHP hükümeti, EBK, SEK ve YEMSAN’ı özelleştirmeden önce, 1980 yılında 80 milyon olan hayvan sayımız, şimdilerde 41 milyon adede kadar geriledi. Türkiye hayvansal ürünlerde ihracatçı konumdan ithalatçı konuma getirildi, ülke ekonomisi zarar gördü.
DSP - MHP ANAP Hükümeti:
* Şeker Yasası’nı çıkardı.
* Tütün Yasası’nı çıkardı.
* Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri’ne ilişkin bir yasa çıkarıldı.
Üreticilerin birlikleriyle adeta bağını koparan bu yasayı uygulamaya bu hükümetin ömrü yetmedi ve yasa, seçim öncesinde çiftçiye “biz bu yasayı uygulamayız, kaldırırız” sözü veren AKP Hükümeti tarafından “verilen söze rağmen” uygulandı.
Hatta, FİSKOBİRLİK tartışmalarında izlediğimiz gibi “Birliklere kredi vermemize Birlikler Kanunu engel” bile diyebilen AKP Hükümeti, Fındık üreticilerini bir dilim ekmeğe muhtaç etti.
Sonuç:
Çıkarılan Şeker Yasası sonrasında;Şeker pancarı üretimimiz 18 milyon tondan 11 milyon tona geriledi.
175 bin üretici, şeker pancarından uzaklaştırıldı. Şeker fabrikalarında çalışanlar işsizlikle karşı karşıya bırakıldı. Ülkenin ekolojik dengesi bozuldu.
Çıkarılan Tütün Yasası sonrasında;
Tekel’in tütünde destekleme alımı yapması ve destekleme fiyatı açıklaması önlendi. Tütün üreticileri sözleşmeli üretime geçmek zorunda bırakıldı.
Yaklaşık 583 bin olan tütün üreticisi sayısı şimdilerde 255 bine geriledi (kimine göre 210 bin)
Tütün üretimi de 208 bin tondan 147 bin tona düştü.
Çıkarılan Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri’ne ilişkin yasa sonrasında; Yasayla oluşturulan Yeniden Yapılandırma Kurulları, birlik yönetimlerininin üzerinde bir yetkiyle donatıldı ve kooperatif arsalarının satılması, işçilerin işine son verilmesi, entegre tesislerinin şirketlere dönüştürülmesinde bu kurullar belirleyici hale getirildi.
Kooperatiflere ait fabrikaların üç yıl içerisinde şirketlere dönüştürülmesi öngörüldü. Böylece kooperatif fabrikalarının özelleştirilmesinin önü açıldı.
Birliklerin, devlet veya diğer kamu finans kurum ve kuruluşlarından herhangi bir mali destek almasına ve devlet bankalarından kredi sağlamasına engel konuldu. Birliklere banka kurma yasağı getirildi.
AKP Hükümetleri:
* Tohumculuk Kanunu’nu çıkarttı.
* Üretici Birlikleri Yasası’nı çıkarttı.
* Lisanslı Depoculuk Yasası’nı çıkarttı.
Ne var ki söz konusu yasa, ABD’deki yasanın “kötü bir kopyası” olarak değerlendirildi. ABD’deki yasada çiftçiye ucuz kredi verilirken, Türkiye’de çıkarılan yasada ise nedense bu yok!..
Bu yasayla çiftçiye adeta, “Kendine bir tüccar bul, kaça satarsan sat” denilerek, çiftçi piyasaya karşı korumasız bırakıldı.
* Organik Tarım Yasası’nı çıkarttı; organik tarım sertifikasını verme yetkisini kamu görevi yapan devlet kuruluşlarına değil, para karşılığı sertifika veren ve çoğunluğu yabancı olan özel şirketlere verdi.
* Tarım Sigortası Yasası’nı çıkarttı; mevzuatı çiftçileri değil, sigorta şirketlerini gözetecek şekilde düzenledi.
* Tarım Kanunu’nu çıkartmış; çiftçilere Gayri Safi Milli Hasıla’nın %1’inin altında destekleme yapılmayacağı kanun maddesi ile belirlendi.
Ancak, hükümet daha ilk yılda kendi çıkarttığı kanunu bile uygulamamış, çiftçilere verilen destekler %1’in altında kaldı.
* Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu’nun çıkarttı; birinci sınıf tarım arazisi üzerine izinsiz kurulduğu için mahkeme tarafından kapatılmış olan Cargill’in fabrikasına af getirdi.
Sonuç:
Çıkarılan Tohumculuk Kanunu ile; Yurt içinde sadece kayıt altına alınmış çeşitlere ait tohumlukların ticaretine izin verildi.
Çiftçilerin ürettiği tohumları satmalarına engel getirildi.
Çiftçilere ürettiği tohumu satmamak kaydıyla, sadece kendi ailesinin ihtiyacı kadar, sınırlı tohum üretmesine ve çiftçilerin kendi aralarındaki parasız tohum değiş tokuşuna izin verildi.
Böylece çiftçiler tohum ticareti yapamaz hale getirildi.
Devlet, tohum üretimi alanının dışına çıkarıldı.
Kamu, tohumun sertifikalandırma, ticaret ve denetimini özel şirketlere bıraktı. Bu şirketlerle çiftçiler arasında çıkacak olan anlaşmazlıklarda ise hakemlik yetkisi, tohum şirketlerinin oluşturduğu Tohumcular Birliği’ne verildi.
Çıkarılan Üretici Birlikleri yasası ile;
“Üreticilerin birliğini tesis etmek yerine, adeta birliği dağıtmak maksatlı çıkarılmış bir yasa olduğu”
tarzında eleştirilere uğrayan bu yasada, birliklere getirilen “yasaklar” söyle sıralanıyor:
Tüm üyelerin Birlikler’e ortak olması düzenlendi ancak Birlikler’in, kendi üyelerinin ürettiği ürünleri işleyebilecek sanayi tesisleri kurması önlendi ve böylece birlik üyelerinin kolektif üretim yapması engellenmiş oldu.
Yasaya göre Birlikler, üreticilerin kullandıkları girdileri (ilaç, gübre vb) iç veya dış piyasadan toptan alıp üreticilere dağıtamayacaklar.
Bu yasa ile, üretici - tüketici ilişkisinin kurulması ve aracıların ortadan kaldırılması önlendi.
Çiftçilerin adlarına, teker teker olmak kaydıyla sözleşme imzalayabilmelerinin önü açıldı, ancak Birlikler’in tüm üyeleri adına sözleşme imzalamaları yasaklandı.
Birlikler’in gelirlerinden üyelerine pay dağıtmaları engellendi.
Ayrıca hükümetlere, tarımla ilgili olan ve onaylanmış uluslararası sözleşmeleri aynen kabul etme ve gereğini yapma zorunluluğu getirildi. | |
| | | | Tarımın Bilinçli Yokedilişi | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |