Banu Avar’ı en iyi TRT’den bilirsiniz.
“Sınırlar Arasında” adlı programıyla insanımızın gönlüne taht kurmuştur.
O kadar çok seveni var ki! Sağcısı, solcusu, liberali, İslamcısı… Tabii kanı bozuk olmayanlar, satılmayanlar… Her kesim tarafından böylesine sevilen insanlar çok azdır.
Banu Avar’ı daha iyi tanımak istiyorsanız, tek yapacağınız şey, üç kitabını da alıp okumak…
İlki, Sınırlar Arasında…
İkincisi, Avrasyalı Olmak…
Üçüncüsü, Hangi Avrupa…
Size garanti veririm: Bir solukta okuyacaksınız ve öylesine stratejik bilgilerle donatılacaksınız ki, önce ülkemize ve bölgemize, sonra da tüm dünyaya bakış açınız değişecek.
Aşağıdaki söyleşimiz, sizin için bir başlangıç… Aman arayı soğutmayın, kitapları hemen alın, sıcaklık bütün vücudunuzu sarsın…
SOROZ AMERİKAN DERİN DEVLETİNE ÇALIŞIYOR
Banu Hanım, sizce, ülkelerin ekonomisini sıcak para girişi ile hortumlayan para spekülatörü Soros, neden Türkiye’ye fon akıtıyor?
Soros ya da “Yeni Dünya Düzeni”nin kumarbazları, hiçbir zaman parayı sokağa atmazlar.
Bazen, başka bir ülkenin halklarının değerlerini alıp bir başka ülkede kullanırlar. Ama bu, kaz gelecek yerden tavuk esirgemedikleri içindir.
Sizin aracılığınızla herkese “Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları” adlı kitabı okumalarını tavsiye ederim. Ülke ekonomilerini paramparça etmek, devlet başkanlarını devirip yerine işe yarayanı getirmek, sistemleri tümüyle değiştirmek nasıl oluyor, detaylarıyla bu işi yapanlardan biri tarafından anlatılıyor.
Soros, “Demokrasi Projesi”nin uygulayıcılarından biri… Amerikan derin devletine çalışıyor ve rejimleri değiştirmek için harcayacağı parayı dünyanın her yerinde borsayı manipüle ederek sağlıyor. Onun işi bu… Onun gibi bir çok spekülatör bu işi yapıyor. Önce biraz para dağıtıyorlar, sonra bunu fazlasıyla geri alıyorlar. İşte dağılma sürecindeki Sovyetler en iyi örnek...
Sovyetlerin dağılma sürecindeki stkların rolünü biraz açar mısınız?
80’li yıllarda bir vakıf kuruluyor: Açık Rusya Vakfı… Kurucuları ilginç…
Lord Jacop Rothshield, ailesi Çarlık Rusya’sında petrol zenginiydi.
Vakfın bir diğer kurucusu Amerika dışişleri eski bakanı Henry Kissinger, üçüncü isim Mihael Kodorkovski… Dünyanın en zengin işadamlarından biri!
O zaman da dünyanın en zengin insanlarından biri miydi Mihael Kodorkovski?
Hayır tabii ki!.. 15 yıl önce meteliksizdi.
Lord Rothshield, “Rusya Operasyonu” için ilk onu seçiyor. Cebine sadece 10 bin dolar koyuyor.
Sovyetler dağılırken Kodorkovski dolar milyarderi oluyor, Roman Abromoviç, Çubais, Gusinski gibi dolar milyarderlerinin sayısı kısa zamanda çoğalıyor.
Küresel şirketler ve küresel politikacılarla işbirliği halinde özelleştirmeleri gerçekleştiriyorlar.
Elektrik santrallerine, petrol şirketlerine, tümüyle basına el koyuyorlar.
Halkın tüm zenginliklerini yurt dışındaki ortaklarıyla paylaşıyorlar. Mesela Yukos’un gizli ortağı Boris Berezovski, Yeltsin’in danışmanlığını yaparak bu noktaya geliyor. Sovyet havayolu Aeroflot’un başına geldiğinde, 400 milyon doları cebine indiriyor. Bir başkası 80 katarlık petrol trenine el koyuyor…
OTAK ÖZELLİKLERİ YAHUDİ OLMALARI
Bu adamlar neden seçiliyor? Mutlaka bir ortak yönleri vardır!
Ortak özellikleri Yahudi olmaları ve servetleri.
Rus para babalarının serveti kısa zamanda 100 milyar doları aşıyor.
Bu paranın küçük bir kısmı “demokrasi” faaliyetleri için kullanılıyor. Yani sendikalar, gençlik ve kadın örgütleri, İslami cemaatler bu fonlardan nemalanıyor.
Gerisi Türkiye gibi ülkelerin borsasına yatıyor. Ve bu çark böyle dönüyor… Türk halkının kaynakları, yatırımları el değiştirirken, millet borçları yüzünden canına kıyarken kazanılan paranın küçük bir bölümü küresel çıkarlara uygun yerlerde kullanılıyor.
Çok önemli bilgiler veriyorsunuz, ancak bunlar devlet sırrı olmasa gerek… “Turuncu Devrim” örneği ortada… Türkiye’de Soros fonlarını kimler, neden alıyor?
Soros veya başka isimler altında ülkeleri çökerten tetikçiler, kendi ağızlarıyla söyledikleri gibi, bir ülkenin (mesela Gürcistan için Soros “Bakanları maaşa bağladım” demişti) milletvekillerinden, yazar çizerine, dincisine, solcusuna kadar çeşitli kesimleri maaşa bağlar.
“Karen Fogg’un E-postalları!” adlı kitapta (Kaynak Yayınları) Türkiye ve Kıbrıs’tan belli başlı gazetecilerin AB organlarıyla para ilişkileri ispatlanmıştır.
Keza Kazakistan, Kırgızistan, Azerbaycan ve Ukrayna’daki yolculuklarımızda, turuncu “darbeciler” Batılı “demokrasi” kuruluşlarıyla maddi bağlarını saklamamışlardır.
Bu ülkelerde özelleştirmelere eşlik eden turuncu kuruluşların başında üniversiteler ve medya kuruluşları gelmektedir. Bu kurumlar aracılığıyla bugün ve gelecek uykuya yatırılır, arada halkın kasaları boşaltılır. Bu operasyona yardımcı olanlar da küçük çapta da olsa ödüllendirilir.(!) Batı, oyunu sürdürebilmek için kendine çalışanları ödüllendirmek ve daha fazla işbirliği yapanları özendirmek için bir yığın prestij ödülleri verir.
“SEX AND THE CITY” İSRAİL’DE YASAK
Nasıl ödüller?
Mesela “Sofie Ödülü”…
Çevre konusunda duyarlılık gösterenlere veriliyor.
Fener Patriği Bartelemos, aniden işi gücü bırakıp Amazon ormanlarını ziyaret ediyor.
Hemen ardından Norveç’de “Sofie Ödülü”ne layık görünüyor.
Ben Sofie Vakfı Başkanı Gaarder’le konuşurken, Fener Patriği’ne verilen bu ödülün ne sebeple verildiğini sormuştum.
“Tabii ki gündeminin başına çevreyi korumayı koyduğu için!...”
yanıtını vermişti. Yüzü ağzından çıkana inanmadığını haykırıyordu…
Kelli-felli yazarların sizin sansürlenen programlarınızdan, programın yayınlanmasını kastederek “TRT’de Pamuk ve Nobel skandalı” diye bahsetmelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
O zevat, yukarda söz ettiğim Batı tarafından “ödüllendirilen” zevattır.
Bu davranışları tabiatlarına, yüklendikleri sorumluluklara uygundur. Hiç şaşırmıyorum…
Onlar tarihin her döneminde vardılar. Dışarıya cep ve beyinleriyle bağlıdırlar. Ağababalarına söz söylenmesinden ve gergef işler gibi işledikleri örümcek ağının deşifre edilmesinden doğal olarak hoşlanmazlar…
Bu örümcek ağlarını dikkat çekmeden örmeyi nasıl başarıyorlar? Toplumların akletmesini nasıl engelliyorlar?
Demokrasi projesinin baş aktörü, basın yayın araçlarıdır. Bir anlamda düşünceyi önleme merkezleri…
Televizyonun başına oturun. Mesela Digiturk’ün tüm kanallarına ard arda bir göz atın. Birkaç dakika içinde gözünüze takılanlara inanamazsınız.
Bir kanalda New York’lu kadınlar aşk peşinde koşmakta, bir diğerinde beyaz adam hain Kızılderilileri temizlemektedir. Bir sonraki kanalın logosu haç biçimindedir ve Hollywood dedikodularını size iletmektedir.
Bir sonrakindeki korku filminde Sion anlatılır, hemen günün her saatinde Yahudi tarihi, Yahudi sermayesi ya da Yahudi komedisinden örnekler veren filmler vardır. Ve bunlar aynı anda tüm ülkeleri sarmışlardır.
Öte yandan ilginçtir İsrail’de Sex and the City adlı dizi, ahlakı bozduğu gerekçesiyle yasaklanmıştır. Bununla kalsa iyi… Gözetleme programları, tüm aile sırlarını ekranlara taşıyan programlar, saatlerce süren yarışmalar, moda sanayinin en ince ayrıntılarını gün boyu işleyenler, yemek, müzik, araba, yelken, avcılık kanalları…
Ve tabii futbol ve tabii porno kanallar… Ya da sabahtan akşama kadar İslam’ı bozan sahte dinci yayınlar ve mistik diziler…
BATI’NIN ÇIKARLARI TÜRKİYE’NİN ZARARINADIR
İnsanlar bir yerlere, bir şeylere hazırlanıyor gibi!
Bütün bunlara alıştırılan halk, ağır ağır ısıtılan tenceredeki canlı kurbağadır. Başına ne geldiğini anladığında çok geç olacağı hesaplanmıştır.
Bize kimse Avrupalıları sizin gibi anlatmadı. Kitabınızda şöyle bir ifade geçiyor:
“Çifte standardın bir yüzü olsa, bu, Kertsin Brunberg’in yüzü olurdu.”
Bu adı geçen kişiyi ben Sınırlar Arasında’n da hatırlıyorum. İsveç Radyosu’nun asık suratlı program şefi! Bu ifadeleri fotoğraflamayı, yakalamayı veya insanları böyle gösterecek soruları sormayı nasıl başarıyorsunuz?
Batılı, menfaati çizgisinde her şeyi silecek şekilde programlanmıştır.
Onların çıkarı, Türkiye’nin zararıdır. Bunu Mustafa Kemal Paşa 1922’de söylememiş miydi?
“Avrupa’nın en önemli devletleri, Türkiye’nin zarar görmesiyle ortaya çıkmışlardır!”
demişti.
"Türkiye’yi yok etmeye girişenler aralarında birleşmişlerdir!
Bu, yüzyıllarca oluşan kuşaklarda tahrip edici bir gelenek haline gelmiştir. Ve bu geleneğin, Türkiye’nin varlığına aralıksız uygulanması sonucunda, Türkiye’yi uygarlaştırmak bahanesiyle, Türkiye’nin iç hayatına sızmışlardır! Bunun etkisiyle milletin en çok da yöneticilerin zihinleri bozulmuştur!”
İşte o nedenle çok pişkindirler, işte o nedenle ikiyüzlüdürler…Çıkarları Türkiye’nin aleyhinedir. Ve bunu en alttan en üste kadar çok iyi bilirler.
Brüksel’de görüştüğünüz Senato Başkanı Lizin için “Kaba tavrı o kadar Avrupalı ki” demişsiniz. Bize biraz bu tavrı anlatır mısınız?
Daha röportaj için alındığımız odaya girerken küçümseyici bir tavırla ve yüzünde o “medeni” havalı Batılı gülümsemeyle gelmişti.
Sorular ilerledikçe sinirlendi ve hakaret etmeye başladı.
“Sizin kafanız o kadar çalışıyor işte!”
ya da
“Siz pek bir dar pencereden bakanlardansınız!”
gibi cümleler kurmaya başladı…
“Siz bana geniş pencereyi anlatın!”
dedim.
“Yakında iki üç parçaya ayrılmanızdan söz ediliyor!”
O medeni gülümseme maskesi giderek donuklaştı. Her bir soruya kısa cevaplar verip
“Fazla vaktim yok!”
uyarısını yapmaya başladı.
Ermeni meselesi, terör ve ırkçılık sorularında ikiyüzlü tavrı had safhadaydı.
Ermeni soykırımını tanımanın demokrasinin bir şartı olduğunu, aksi halin “ırkçılık” olacağını ve bunun Belçika’da suç olduğunu söylerken sesi yükseliyor.
Belçika’da ırkçı saldırıdan geçilmediğini hatırlatınca sinirlerine hâkim olamayıp gitmeye kalkıyor. Ben onun yöntemini uygulayıp yüzüme Batılı medeni -yani sahtekâr- bir tebessüm takınca kendine yediremeyip gelip karşıma yeniden oturuyor. Tüm bunlar çok “Avrupalı” tavırlar! “Hangi Avrupa” kitabında bu ve benzeri anekdotlardan onlarca var…
ÇAĞDAŞLIK ADI ALTINDA HALKA HIRISTİYAN KÜLTÜRÜ DAYATILD!
“Hangi Avrupa”da dikkatimi çeken başka bir husus da çeşitli ülkelerin parlamentolarına girmiş olan Türk vekiller… Onların psikolojilerini bize biraz tahlil eder misiniz?
Vatanlarından kopmak zorunda kalmış, ekmek parası için yadellerde sefil olmuş ailelerin hırslı çocukları onlar.
Evin içindeki kültürle, televizyon, okul ve sokaktaki yabancı kültürün sentezi olarak büyümüşler. Ve ne olursa olsun anne babaları gibi zor bir yaşamı seçmemeye yemin etmişler.
Yüreklerinin bir yeri hep anne baba büyük annenin sıla yarasını taşıyor, bir yandan da o eziklikten nefret ediyor.
Küresel dünyanın parçası olabilmek için, yıllarca aşağılandığı “Türk” etiketinden kurtulabilmek için ne yapacağını şaşırıyor… Çoğu bu psikoloji içinde kraldan çok kralcı…
İşlerine geldiği zaman Türk, işlerine geldiği zaman da Alman ya da Hollandalı ya da Danimarkalı veya Belçikalı oluveriyorlar. Eğer Flaman bölgesinde yaşıyorlarsa Flamanları övüyorlar. Valon bölgesindekiler Belçikalıymış gibi Flamanlardan nefret ediyor… Aralarından çok az kendine mukayyet olan çıkıyor ve oralarda yaşayan işçilerimiz bu manzarayı çaresiz izliyor…
Banu Hanım, insanımızın size karşı müthiş bir sevgi var. Hep “Neredeydi Banu Hanım şimdiye kadar?” diye soruyorlar. Sizi kendi cümlelerinizle tanıyabilir miyiz?
Bu karşılıklı bir sevgi… Ben halkına âşık biriyim. Onlarla kavuşunca yaşadığımı hissederim. Ve büyük bir sevgiyle kuşatılmanın verdiği güçle çalışıyorum. Ben hep buradaydım. 9 yaşında TRT çocuk saatinde çalışıyordum. 20 yaşında Havass Yayınları’nda kitap çıkarıyor, 21’de Süreç dergisine makaleler yazıyordum. 23’te Günaydın gazetesinin ekonomi bölümünde muhabir olarak işe başladım.
Ondan sonra birçok gazete ve televizyonda çalıştım. Bir süre Paris’te, bir süre Almanya’da, uzunca bir zaman da İngiltere’de yaşadım. O nedenle Batı’yı iyi tanırım.
Çok sevdiğimiz ve saygı duyduğumuz bir hocamız, sizi çok sever ve sizin için hep dua eder. Tehdit aldınız mı hiç? Maskeleri düşürmek tehlikeli bir durum olabilir…