Ekonomideki kendi iç dinamiklerin de 2008 için uyarı işaretleri verdiğini ifade eden Koç, "Hızlı büyüme düşük enflasyon dengesini korumakta güçlük çektiğimiz 2007 yılında ortaya çıktı. Enflasyonda tek haneli rakamlara alışmakla birlikte hedefin iki katından fazlasını gördük. 2007 yılı için öngörülmüş olan yüzde 5 büyüme hızının da altında kalacağımız tahmin ediliyor. Cari işlemler açığının büyümesi, dış ticaret açığındaki artış, ihracatta katma değer azalması, Kuzey Irak operasyonlarının ekonomik
etkileri, yüksek işsizlik oranı, diğer endişe kaynakları. Açıktır ki, 2001 yılının dünya şartlarına göre tasarlanmış olan uyum programı ile sağlayabileceğimiz iyileşmenin sınırına gelmiş durumdayız. İçerden ve dışarıdan gelen bu baskıları aşabilmemiz için ekonomimizi uzun vadeli bir perspektifle yeniden yapılandırmamız şart. Bunu sağlayabilmek için, geleceğin dünyasını iyi analiz eden, daha fazla katma değer üreten, dış talep ve kaynaklardan daha fazla pay almamızı sağlayacak, göreceli üstünlüklerimizi iyi
kullanan, yeni bir strateji ve uygulama programı yapmak zorundayız. Kısacası Türkiye ekonomisine yeni bir ruh ve yeni bir ivme kazandırmalıyız. Önümüzdeki veriler, bugün böyle bir hamle yapmazsak, yarışta ciddi biçimde geri kalabileceğimizi gösteriyor" diye konuştu.
Ekonomiyi gündemin en üst sırasına yerleştirmenin önemine işaret eden Mustafa Koç, farklı toplumsal kesimler arasında bir uzlaşma sağlamak gerektiğini de belirtti.
"YENİ ANAYASA, ENDİŞE KAYNAĞI OLMAMALI"
Huzurlu bir siyasal ortama ihtiyaç olduğunun altını çizen Koç, "Dikkatleri dağıtacak, toplum içinde kutuplaşmalar, gerginlikler yaratacak siyasi tavırlardan uzak durmak şart. Yasama ve yürütmede toplumsal mutabakat sağlanmasına özen gösterilmesi huzur ortamının tesisi için hayati önem taşıyor. 2008 bu bakımdan da bazı riskleri içinde barındırıyor. Bunların en yakını, anayasa tartışmaları. Doğru bir eksende sürdürülecek sağlıklı tartışmalar sonunda çağdaş bir anayasaya kavuşmak, ülkemiz için bir atılımın
zemini olabilir. Ancak bunun için yeni anayasayı toplumsal huzurun sağlanmasının bir platformu haline getirmek gerekir. Yeni anayasa asla yeni endişelerin kaynağı olmamalıdır. Eğer laik, demokratik cumhuriyetimizi, temel ilkelerini koruyarak daha ileri götürme amacıyla bu değişikliği yapıyorsak, yeni anayasanın ruhu her yönüyle Türkiye'nin çağdaş batı toplumları yönündeki il8 geçiremeyeceğimizi söylerlemesini yansıtır durumda olmalıdır" ifadelerini kulandı.
"Türkiye'nin önünde çözüm bekleyen sorunların en önemli özelliği, birbirlerinin içine geçmiş olmalarıdır; bu yüzden aynı anahtarla birden fazla kilidi açmak mümkündür" diyen TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Mustafa Koç, "Türkiye'nin AB'ne tam üyelik süreci bu anahtarların belki de en önemlisidir. Tam üyelikten değil, tam üyeliğe giden yoldan söz ediyorum. Bu yolu oluşturan taşların, yapısal sorunlarımızı aşmak için ihtiyaç duyduğumuz reformlarla aynı olduğu, sıkça dile getirdiğimiz bir gerçektir.
Mali disiplin, yatırım ortamı, kayıt dışı ekonominin önlenip verginin yaygınlaştırılması, AR-GE, bilgi teknolojileri, çevre, demokrasi, yargı reformu, eğitim reformu. Bunların her biri ekonominin yapısal dönüşümü, toplumun çağdaşlaşması için gerekli reform konuları. Aynı zamanda da AB tam üyelik sürecinin başlıca uyum alanları. Bu yüzden AB sürecinden söz ederken gelecekte işimize yarayacak bir uzak hedeften değil, her gün adım adım hayatımızı değiştirme kapasitesi olan bugüne ilişkin bir dinamikten söz
ediyoruz" dedi.
"DOĞRU HEDEF; AB ÜYELİĞİ"
Mustafa Koç, "Hedefi doğru seçtiğimizi teyit etmek açısından çok uzaklara bakmamıza gerek yok. Üyeliğe yakın geçmişte kabul edilen ve daha birkaç yıl öncesine kadar AB'ye aday olan ülkelerin adaylık süreci içerisinde ekonomik ve sosyal kazanımlarını incelememiz bunun için fazlasıyla yeterli. Daha müzakerelere başlar başlamaz, ülkeye yabancı sermaye akışının katlanmasından, ekonomide istikrarın sağlanmasında AB çıpasının öneminden bahsedebiliyorsak nedeni budur. Tabii bu salt ekonomik bir konu değil, aynı
zamanda sosyal bir konu. Tüketimimize, üretimimize, çevremize, yaşamımıza yeni ve daha yüksek standartlar getiren bir süreçten söz ediyoruz. İşte bu nedenledir ki, zaman zaman bazı kesimlerde nükseden AB'ye alternatif arama çabalarının, meseleyi derinlemesine kavramamaktan kaynaklandığını düşünüyoruz" diye konuştu.
AB'ye alternatif olarak sunulan seçenekleri değerlendiren Koç, "Türkiye'nin elbette balkanlar ile, Karadeniz ülkeleri ile, Ortadoğu ve Kafkaslar ile, Orta Asya, Hindistan ve Çin ile ilişkileri olacaktır ve olmak zorundadır. Bu kesimlerle olan tarihi kültürel bağlarımızın yarattığı avantajı, bu coğrafyaların engin iş potansiyelini nasıl reddederiz? Ancak, hangi perspektiften bakarsanız bakın, salt ekonomik açıdan bile bu ülkeler AB'ye alternatif değildir. Tamamlayıcıdır. Bu bölgelerde güçlü bir Türkiye
Avrupa'da daha fazla çekim gücüne sahip olacaktır. Avrupa ile ilişkileri gelişmiş bir Türkiye ise, bu bölgelerde daha güçlü olacaktır. Ancak toplumsal gelişme bakımından Türkiye'nin bu bölgelerden alabileceği hemen hemen hiçbir şey yok gibidir. Aksine buralardaki ilişkilerinde Türkiye, muhataplarına katkıda bulunma noktasındadır. Öyleyse, gözümüzü dikmemiz gereken yön batıdır, AB'dir" dedi.
Mustafa Koç ayrıca, "Avrupa bizi istemiyor" görüşünü de eleştirerek, "'Avrupa bizi istemiyor' diyenler, bizi destekleyen ülkeleri, İngiltere, İsveç, İspanya, İtalya, Polonya, Finlandiya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Bulgaristan, Romanya, Lüksemburg ve Belçika'yı nereye koymaktadırlar, merak ediyorum. Bu kadar desteği heba mı edeceğiz.8 geçiremeyeceğimizi söyl Evet, Merkel parti politikasını olumsuz bir çizgide sürdürüyor. Ama devlet politikasında biraz daha ılımlı. Sarkozy siyasal planda çok
kendine güvenli gözükmekle birlikte, sürecin hukuki zeminini eritmeden istediğini almayı başaramayacağını görüyor ve bunu yapmaya çalışıyor. Bizim de hukuki kazanımlarımıza asılmamız, bizi destekleyenlerin bu hukuk platformunu güçlendirmesini sağlamamız lazım" şeklinde konuştu.
"KUTUPLAŞTIRAN POLİTİKALARDAN KAÇINILMALI"
Türkiye'nin önümüzde gerçekten zorlu bir dönem olduğuna işaret eden Koç, "Bu dönemi ancak AB sürecine kuvvetle asılarak, ekonomimizi yapısal olarak dönüştürerek aşabiliriz. Bunun için dünyadaki gelişmeleri ve rekabet koşullarını dikkate alan bir vizyon ve strateji ile, somut ve ayrıntılı bir takvime bağlı, ülkenin ufkunu açan, toplumun mutabakatını sağlamış yeni bir ekonomik programa ihtiyacımız var. Türkiye dar gündemli ve kutuplaştırıcı siyasetler yüzünden geçmişte çok zaman kaybetti. Buna artık
müsaade etmemek lazım. Gün birlik olma günüdür. Suni kutuplaşmalar ve gerginlikler yaratmak yerine, biraz önce belirttiğim, ülkemizin ve tüm bireylerin refahını arttıracak ekonomik ve sosyal politikalar çevresinde kenetlenme günüdür. Ülkemiz ancak bu birlikteliği sağlayacak kararlılığı gösterirse, halkına hak ettiği refahı sağlayan, küresel rekabet gücü yüksek, uluslararası siyasi ilişkilerde güçlü bir ülke olabilecektir" diye konuştu.
İlk olarak TÜSİAD'ın 2007 çalışmalarını değerlendiren TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, 2007'nin Türkiye ve bölge ve dünya açısından da önemli olaylarla geçtiğini söyledi. Bunlar içinde Amerika'da başlayan ve dalga dalga yayılan finansal krizin önemine işaret eden Yalçındağ, "2008'de Amerika başta olmak üzere gelişmiş ülkelerin finansal piyasalarından kaynaklanan sıkıntının, global talebin yavaşlaması ve likiditenin daralması ile, dünya ekonomisini olumsuz etkilemesi kaçınılmaz
görülüyor. Doğal olarak bu gelişmeler Türkiye'yi de yakından ilgilendiriyor. 2007 yılı sonu itibariyle durum değerlendirmesi yaparsak, ekonomiden gelen sinyaller çok olumlu değil. Büyüme hızımız önemli ölçüde yavaşladı, enflasyon nispeten hız kazandı, genel işsizlik oranı artmaya başladı, kamu maliyesinde disiplin zedelendi, cari açık sorunu büyüyerek devam etti. Yaklaşan küresel dalgaya, maalesef bu bilançoyla giriyoruz" şeklinde konuştu.
"EKONOMİDE YENİ BİR VİZYON ORTAYA KONMALI"
"Öte yandan, bu yıl da, bize kolaylıklar vaat etmiyor" diyen Yalçındağ, "Büyümedeki yavaşlama eğilimini 2008 yılında, tersine çevirecek bir işaret, ortada gözükmüyor. Üstelik yaklaşan yerel seçimlerin etkisiyle kamu maliyesinin daha da bozulma riski ortaya çıkıyor. Küresel çalkantı sonucu beklenen, global talepteki yavaşlamanın dış ticaret açığını hem miktar hem de değer olarak olumsuz etkileyeceği tahmin ediliyor. Dış kaynak girişindeki azalma da buna eklendiğinde, ülkemizde büyümenin ve cari açığın
finansmanının daha zor şartlarda gerçekleşmesi ihtimali artıyor. 2008 yılında ekonomide yeni bir vizyon ortaya konmasına ve bu vizyona uygun bir reform hamlesinin başlatılmasına ihtiyacımız olduğu görüşündeyiz" diye konuştu.
Uzun dönem p8 geçiremeyeceğimizi söylerspektifi planlayıp, hayata geçirebilmesi için, bugünkü krizlerin asgari hasar ile aşabilmesi gerektiğini söyleyen Yalçındağ, "Bu yüzden 2008 yılında, öncelikle makroekonomik istikrarı koruyacak politikalara devam etmeli, mali disiplini yeniden tesis etmeliyiz" dedi.
"Dünya bir krize doğru hızla ilerliyor ve 2008 Türkiye için çok zorlu bir yıl olacak gibi görünüyor" diyen TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, tüm enerjinin ekonomiye, yoğunlaştırması gerektiğini söyledi.