Acelya
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Acelya

ACELYANIN DÜNYASI DOSTLUGUN VE SEVGININ TEK SIMGESI
 
PortalPortal  AnasayfaAnasayfa  GaleriGaleri  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 19 Temmuz cumartesi günün hikayasi

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
sitekurucusu
Admin
Admin
sitekurucusu


Koç
Yılan
Mesaj Sayısı : 23648
Doğum tarihi : 01/04/65
Kayıt tarihi : 17/02/08
Yaş : 59
Nerden : insanligin oldugu yerden

19 Temmuz cumartesi günün  hikayasi Empty
MesajKonu: 19 Temmuz cumartesi günün hikayasi   19 Temmuz cumartesi günün  hikayasi Icon_minitimeC.tesi Tem. 19, 2008 12:43 pm

Pencereme Vuran Hüzün Kuşu





19 Temmuz cumartesi günün  hikayasi Thumb_847353663


Hava
alaca karanlığına bürünmek üzere. Gece siyahlığını kınına sokup,
meydanı güneşe devretmeye ramak kalmışken pencerem bir kuşun kanlarıyla
lekeleniyor. Şafağın o ateş rengine karışan kan lekeleri penceremin
katil oluşuna şahit oluyor. Sıcağın buhur satan harı içersinde bir
kuş�un kanları camları ısıtıyor ve çözüyor camların donmuş kalbini.
Cıvıltısız bir sabaha uyanıyor âlem.

Neydi o, penceremi katil
eden sebep. Neydi kuşu ölüme süren neden? Elim varmadı o kuşa
dokunmaya. Kim bilir hangi vefasızın yıktığı ümitlerin batmaya
sürüklenmiş olduğu bir ölümdü bu.

Perdelerimi çekip sonra
tekrardan döndüm yatağıma. Gözüm perdenin azıcık açık kalan tarafından
görünen kanlara takılmıştı. Güneş yükselirken göğün enginlerinde kanlar
kurumaya başlamıştı. Sonra küçük bir feryat sesi değdi kulağımın en
sağır noktasına. Düşündüm acaba bu penceremi kana bulayan kuştan mı
geliyor diye. Belki dedim ve kalktım, önce kefeni andıran perdemi
araladım ve baktım kan lekeli camın günahsız kalabilen yerinden. Evet,
kuş can çekişiyordu besbelli. Pencereyi açıp bütün cesaretimle dokundum
ona. Elimi kuşun kanlı tüylerine dokundururken bütün vücudumda ölümün o
soğuk nefesini hissettim. Kuş ölmemişti, ama yaşayabilecek bir
vaziyette de değildi. Her şeye rağmen aldım onu elime. Hemen yumuşak
bir yere koyup. Yarasına baktım. Kanatları kırıktı. Anladım ki bu kırık
kanatlar sürüklemişti onu böylesi bir ölümün ağzına. Önce kanlarını
sildim. Kanları silerken beynimde dolaşan: � Yoksa bu kuşun katili ben
miyim?� düşüncelerine daldım bir ara. Evet, belki de bendim. Ben
olmasam benim pencerelerim onun kanıyla yıkanmazdı ki.

Kuşun
yaralarını sararken inleyişleri kulaklarımı deliyordu sanki. Sanki
birine bin ah edip, birilerine dualar savuruyordu. Sarabildiğim
kadarıyla yaraların üzerini kapatıp öylece bıraktım kuşu. Sonra
gözlerimi mecalsiz bedeninin üzerine dikip beklemeye başladım�

İki
saatlik bir bekleyişin ardından yaralı kuş kendine geldi. Kısık bir
cıvıltı dillendi gagaları arasından. Belki anlatmak ve anlaşılmak
istiyordu. Ne kadar çabalasam da anlayamıyordum. Sonra yorgun düşünce
anlaşılamamaktan daldı tekrardan uykuya. Uyanması tam dört saat sürdü.
Bu kez daha canlıydı sanki. Cıvıltısı daha gür çıkıyordu. Hemen yanına
vardım. Konuşmak istiyordu belliydi ama mecalsizliğine yeniliyordu her
denemesinde. Bir müddet devam eden sessizlikten sonra. Yine konuşmak
için gagalarını kelimelerine teslim etti. Ve bir cümle döküldü o
mecalsiz gaganın ucundan. �Ölmeyi bile beceremedim� diye. Vakit öğleni
bulmuştu. Güneş bütün kızgınlığıyla etrafı miskinliğe sürüklüyor. Bir
yandan da alelacele kanları kurutup yok etmeye çalışıyordu. Kuş yeniden
uykuya dalınca ben de dışarı çıktım. Geri geldiğim de kuş uyanmıştı ve
daha iyiydi. Bu kez dili kelimelerini satabiliyordu dış dünyanın
pazarlarına. Merakımı anlamış olacak ki ben sormadan o başladı
anlatmaya:

�Uzak diyarlardan bir Gül uğruna düştüm bu yollara.
Yıllarca aradığımın bu kentte olduğu söylendi bana. Ben de güçsüzlüğüme
aldırmayıp çıktım bu yolculuğa. Engin dağlar aştım, uçsuz okyanuslar
geçtim. Sonunda vardım bu kente. Buldum yıllarca aradığımı. Kalabalık
bir şehrin en ıssız yerindeydi. Vardım yanına halimi arz eyledim. Önce
dinlemek istemedi. Sonra dinlemenin bir şey kaybettirmeyeceğini
düşünerek beni dinlemeyi kabul etti. Döktüm içimde yıllardır
biriktirdiğimi ona. Susmuştu, sadece dinliyordu. Bu suskunluktan
korksam da devam ettim. Sözümü bitirir bitirmez alaycı bir tavırla,
belki de içten içe gülerek suskunluğunu bozdu. Sadece git başımdan
diyebildi. Tam arkamı dönmüştüm ki. Bu kez o seslendi. Acımış olacak ki
halime. Dalları üzerinde dinlenmeme izin verdi. Büyük bir sevinçle
kondum dalına. Vakit gece yarısını bulmuş fakat o bir tek kelime
etmemişti. Sonra ben de uyuya kalmışım bu hor görülmüşlüğün ezikliği
altında. Güneş henüz doğmak üzereyken gözümü açtım. Derin bir acının
verdiği o sesle birden feryat eyledim. Her yanım kan revan içindeydi.
Ne oldu diye düşünürken Gül�ün o alaycı tavrının hala devam ettiğini
gördüm. Evet, Gül gece dalında uyurken gövdesindeki bütün dikenleri
kanatlarımın arasına batırmıştı. Artık kanatlarımı hissedemiyordum. O
kadar derin bir sancı vardı ki içimde. Aslında içimi yakan bu sancılar
değildi. Asıl sancım bu yaraları Gülden almamdı. Ağlamaya bile mecalim
kalmamıştı. Onu yıllarca arayıp, ona varmayı istemekten başka ne
yapmıştım ki bana bu halleri reva görmüştü?

Gül mağrurluymuş
öğrenememiştim o vakte kadar. Gül�e varmak için Bülbül olmak lazım
gelirmiş. Gül�e Bülbülden başkası talip olamazmış. Gül Bülbül�ün o
derin acısını kendisine konmayı arzulayanlardan alırmış. Buymuş
dünyanın düzeni. İncinen gururumu ve yıkılan bütün umutlarımı da o
Gül�ün üzerinde bırakıp kendimi attım daldan aşağı. Sürüne sürüne
uzaklaşmak istedim ordan. Ancak fazla uzaklaşamıyordum. Feryat ettim
duyan olmadı. Çaresiz, yaralı kanatlarımla uçmayı denedim sonra. Biraz
yükselip az bir yol alınca senin pencerene çarptım. Ölüm yanı
başımdaydı ama bir türlü ölemiyordum. En çokta çırpınırken çektiğim
azaplar beni feryada sürüklüyordu. Sonra her şeyden ümidi kesmişken son
bir ümitle cıvıldayınca sen duydun ve işte böylece şimdi buradayım.�

Gözlerim dolsa da bu hikâyenin karşısında. Ağlayamadım utandım bu
yaralı kuştan. Artık ona yaralı kuş yerine Hüzün Kuşu demeyi istediğimi
söyleyince. Uzun bir cıvıltıyla kusursuz bir ad koydun dedi. �Evet,
Hüzün Kuşuydu adım. Hüzünlerin geçtiği suların nehrinde yıkanmıştım.
Hüzünlerin filizlendiği bahçelerde yeşermiştim. Hüzünle yaşamış,
hüzünle ölüme yaklaşmıştım. Evet, adım kesinlikle Hüzün Kuşu olmalıydı�
dedi ve yorulmuş olacak ki birden gözlerini kapadı. Öylece yığıldı
olduğu yere. Ben de uyusun diye tekrardan dışarı çıktım. Kısa bir süre
sonra yanına girdim. Hala uyuyordu. Ben de yatağıma uzandım ve daldım
uykuya. Rüyam da o mağrur abidesi Gülü görüyordum. Ah onu bir elime
geçirirsem diye aklımdan geçirirken birden karşıma çıktı ve hemen
atıldım boynuna. Yapraklarını koparıp dalını kırmak istedim. Hüzün
Kuş�u birden önüme çıktı, bana engel olmak istedi ve bırakmadı beni.
�İlla ki birinin canına kıyacaksan ona dokunma, onun yerine kıy benim
canıma. Çünkü onun olmadığı hayatı ben nerede yaşarım ki. Zulümse bana
gelsin, ölümse beni alsın.� Tam elimi Hüzün Kuşu�nun boynuna götürürken
uyandım. Hemen koştum Hüzün Kuşu�nun yanına. Baktım ki hala yığıldığı
yerde öylece duruyor. Dokundum buz gibi olmuştu, tutmak istedim bedeni
ıslak bir süngeri andırıyordu. Çok geçmeden anladım ki Hüzün Kuşu ecel
şerbetiyle ölümün koynuna hüzünkar bir edayla düşmüştü. Kendi canını o
mağrur Gül�e adamış ve Hüzünler diyarını elvedasız terk etmişti.

Oysa
o mağrur Gül sahte sevgiyle donatılmış bir Bülbülle hem hal olmuş.
Derin derin kahkahalar savuruyordu etrafa. Uğruna ölen Hüzün Kuşu�nu
hiç anımsamıyordu bile�

Buydu dünyanın düzeni. Vefa hep
vefasızlıkla ödüllendirilir. Gerçek seven hep hicrana yolcu edilir. Her
güzelliği ancak sahtelikler yaşayabilirdi. Vuslatı tadamayan gerçek
sevdaların kaderine hep böylesi bir vefasızlık reva görülürdü. Rabbin
kullarına ihsan ettiği en büyük değeri, aşkı, herkes sahte sevgilere
satmıştı. Aşkın o, en büyük simgesi Gül bile.

Galiba bütün bu
olanlara susmaktan başka bir cevap yoktu diye düşündüm. Gül�ün
yaralarıyla dolu Hüzün Kuşu�nun vücuduna son bir kez dokunup uzattım
onu toprağın bağrına. Ve uçsuz bir yalnızlığın rıhtımında kalmışçasına
el salladım Hüzün Kuş�unun son seferine çıkan bu kırık dökük kayığına.

�Gerçek bir sevgi ve gerçek bir vuslatın yolu ölümün Gül dolu yolundan
geçiyormuş. Bunu öğretmişti bu Hüzün Kuşu bana. Artık Gülleri koklamak
bile gelmiyor içimden. Hepsinde sahte bir mutluluğun resmi var sanki.
Besleyip büyüttüğüm tek bir Gül�üm var ondan başkasına artık değer
veremiyorum.

Bu Gül belki Yusuf�un Züleyha�sı, belki de
Sezai�nin Monaroza�sı� Ama, hepsinin ortak noktası, yüreklerindeki
Aşkın o onulmaz yarası�
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://acelya.forumakers.com
 
19 Temmuz cumartesi günün hikayasi
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Acelya :: ACELYANIN GÜNLÜGÜ.Günü sözü:Günün Resmi.Günün Hikayesi:Günün Siiri:Günün Fikrasi-
Buraya geçin: