Acelya
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Acelya

ACELYANIN DÜNYASI DOSTLUGUN VE SEVGININ TEK SIMGESI
 
PortalPortal  AnasayfaAnasayfa  GaleriGaleri  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 ŞEHİT ŞERİFE BACI

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
sitekurucusu
Admin
Admin
sitekurucusu


Koç
Yılan
Mesaj Sayısı : 23648
Doğum tarihi : 01/04/65
Kayıt tarihi : 17/02/08
Yaş : 59
Nerden : insanligin oldugu yerden

ŞEHİT ŞERİFE BACI Empty
MesajKonu: ŞEHİT ŞERİFE BACI   ŞEHİT ŞERİFE BACI Icon_minitimePaz Eyl. 07, 2008 4:35 pm

İşte Şerife gelin bu köylü ve 21 yaşında. O'nu 16 yaşında
evlendirmişlerdi. Düğünden iki ay sonra Harbi Umumi patlak verdi.
Kocasını askere aldılar. 6 ay sonra da Çanakkale'den kocasının ölüm
tezkeresi geldi. Kimsesizdi, hiçbir geliri yoktu. "Bu tazeliğiyle
yapayalnız durması yakışık almaz" diyen köyün yaşlıları, onu sakata
ayrılmış bir asker gazisi olan Topal Yusuf ile evlendirdiler.

Üç yıl sonra Şerife Gelin'in bir kızı oldu. Küçük kıza Elif adını
koydular. Elif anasını emiyor, emdikçe Şerife Gelinin sütü artıyordu.
Bunu fırsat bilen komşular, o günlerin salgın hastalıkları yüzünden
anası ölen, yetim kalan, süt ememeyen hangi çocuk varsa, Şerife Gelin'e
getiriyorlar; Köyün yetimlerini hep O emziriyordu. Belki de bunlar çile
günlerinin tabii bir yansıması idi. Sonuç olarak bu köyde yetimlerin
tamamı süt kardeşi, Şerife Gelin de süt anası olmuştu... Evdeki işlerle
birlikte dışarı işlerini de Şerife gelin yapardı. Öküzlerle çift
sürmek, merkeple dağdan odun getirmek, orakla ekin biçmek, döğen sürmek
hepsi hepsi Şerife Gelin'i gözlüyordu. Kocası Topal Yusuf'un sadece adı
vardı. Savaşta sol bacağı kopmuş, yakınında patlayan bomba bir gözünü
kör etmişti... Kulaklarının duyması ise günden güne ağırlaşıyordu. Bu
haliyle O'nun iş yapması zaten mümkün değildi. Günlük işlerini ve
hizmetini de Şerife Gelin yapıyordu.

Çile demet demet, hicran gökleri tutmuş, gözyaşı diz boyu olmuş
akıyordu. Nice şehit anaları oğlunun acı haberiyle ciğerini dağlarken
nice gelinler hayata küsmüş, nice umutlar baharında solmuştu. Açlık,
yokluk, perişanlık kol geziyordu. İnsanlar saadeti sadece ölümün
kollarında açan bir çiçek sanır hale gelmişlerdi. Artık gözler taa
uzaklara, umutlarsa bir başka bahara kalmış gibiydi.

Bir akşam üzeri köyde tellal bağırıyordu.

"– Eyyyyy ahali! Duyduk duymadık demeyin. Cuma günü her haneden bir
kağnı, İnebolu'ya yük taşımak üzere gidecektir"... Aynı tellal bir
daha, bir daha olmak üzere 3 sefer bağırdı. Bu, konunun önemini
vurgulamak içindi. Üç sefer aynı şeyin bağrıldığı pek vaki değildi.
Demek ki bu konu olağanüstü bir önem arzediyordu.

Herhangi bir sebeple tellal bağırmışsa, o akşam konunun görüşülmesi
için köy odasında toplantı yapılırdı. Bunu herkes bildiğinden, toplantı
için ayrıca duyuru yapılmamıştı. Akşam yapılan toplantıda Muhtar şu
açıklamayı yaptı:

– Ankara'da açılan yeni Meclis ve kurulan hükümet, Anadolu'ya saldıran
Yunan askerine son darbeyi vurabilmek için kış boyunca hazırlık
yapıyormuş. Kulakları çınlasın iki ay kadar önce köyümüze gelen M.
Âkif, camimizde verdiği vaazda:

– "Bir milletin hayat hakkı ve varlığını sürdürme konusunda üstünüze
bir görev düşerse, yerine getirmekte aslâ tereddüt etmeyiniz. Vatana
sahiplenmek için gerekirse herbirimiz, toprağın koynuna girmeye aday
olabilmeliyiz ki, bu vatan bizimdir diyebilelim," demişti. Komşular!
Sizin anlayacağınız, deniz yoluyla İnebolu'ya getirilen cephane ve top
mermilerinin cepheye taşınması için bütün çevre köylere görev verilmiş.
Adına ister imece, ister salma, ister başka birşey deyiniz; taşıma işi
muhakkak halledilecekmiş. Bizim köyün taşıma sırası Cuma günü olarak
bildirildi. O gün, İnebolu'dan 80 kağnı cephane yüklenerek Kastamonu'ya
doğru yola çıkmamız gerekiyor. Herkes hazırlığını buna göre yapsın.
Muhtar, bir de liste hazırlamıştı. Listeyi baştan sona okudu. Sonra da:


– Burada olanlar olmayanlara haber versin, dedi.

Herkes birbirinin yüzüne "Burada kimler yok?" der gibi baktı...
Toplantıda sekiz isim yoktu. Bunlar adına da zaten kadın veya çocuk
yaşta gençler gidecekti. O akşam köy bekçisi sekiz kişinin evini
dolaşıp yola ne zaman ve nasıl çıkılacağını bildirdi. Her evden bir
kağnı duyurunun yapıldığı şekilde Cuma günü vardı. Şerife Gelin de
bunlar içerisinde idi.

Tarih, 1921 yılının son günleriydi. Birdenbire bastıran kar yolları
kaplamıştı. Sıra ile cephaneler yüklendi. Yüklemesi yapılan kağnı yola
çıkıyordu. Şerife Gelin, köyde bakacak kimsesi olmadığı için Elif'i
yanına almıştı. Şerife Gelin'in kağnısına top mermileri yüklendi, yol
verildi... Şerife Gelin, İnebolu çıkışında kağnıyı durdurdu. Oraya
kadar sırtında taşıdığı kızı Elif için top mermilerinin arasında bir
yer ayarladı. Tek korunma aracı yün yorganını da top mermilerini ve
kızını yağıştan korusun diye, kağnı üzerine örttü. Sonra tekrar kağnı
başına geçip "Bismillah" diyerek öküzleri çekmeye başladı. Bu görevi
onlarca köy, binlerce kağnı yaptığı için yol güvenliği konusunda bir
sorun yoktu. Soğuğa karşı korunaklı oldun mu tamam! Hele hele öküzlerin
iyi ise, işin kolay! Şerife Gelin, öküzleri çekiyor, kar ise yağıyor,
yağıyordu. Kağnı tekerleri karla karışık çamurlu yollarda makamsız bir
gıcırtının zevksizliğiyle ilerliyordu. Şerife Gelin'in bir korkusu
vardı; kendinden bile sakladığı bir korku. Kalbinde kocaman bir çıban,
çaresiz bir dertti bu... Ama onu hatırlamak istemiyor; azimle, hırsla
kağnı arabasının önünden tüm engelleri delercesine yürüyordu. İçten içe
duâ etmeyi de ihmal etmiyordu. Bu halde epeyce yol aldıktan sonra kağnı
birden durdu. Şerife Gelinin yüreciğindeki yara deşilmişti. Evet kara
öküz yürümüyordu. Bu her zamanki huyu idi. Zorlamaya, yüke hiç
gelemezdi. Şerife Gelin yuları asıldı. Hayır! Gelmiyordu. Öküzün ardına
geçip gâh! dedi. Üvendire ile dürttü. Kara öküz biraz yürüyüp tekrar
durdu. Bir saat kadar önce yağan kar durmuş, hava soğumaya başlamıştı.

Şerife Gelin:

– Kurbanın olayım kara tosun, beni perişan etme. Arabam top mermisi
dolu; Cepheye yetişmesi lazım. Haydi n'olur yürü. Haydi n'olur. Kara
öküz az daha yürüyüp boynunu eğdi, eğdi. Sonra olduğu yere gürpüden
çöküverdi.

Şerife gelin:

– Eyvahhh! Ne yapacağım ben şimdi, diyerek tekrar kara öküzün yanına
vardı. Yalvarırcasına başını okşadı. Gözlerinden öptü, titreyen
sesiyle:

– Haydi kara tosunum. N'olur yatma kalk. Boyunduruğa ben de koşulayım.
Yeter ki sen yatma. Kara öküz nice zorlamayla yerinden kalktı.
Boyunduruğu kaldıramaz gibi boynunu yere eğiyordu. Bereket öbür eşi
sarı öküz güçlü idi; zaten kağnı buraya kadar onun sayesinde
gelebilmişti. Şerife Gelin, öküzlerin yularını arabanın okuna taktı.
Sonra kara öküz tarafına geçip eğik boyunduruğa öyle bir yüklendi ki,
göğsünden bütün vücudunu kaplayan bir ıslaklığın yayıldığını fark
etmedi bile.

Kaç defa kara öküz yatmış, kaç defa boyunduruğu Şerife gelin
göğüslemiş, bunların artık sayısını unutmuştu... Ne kadar yol aldığını
ise hiç bilmiyordu. Şerife Gelin'in karnı açtı. Lâkin açlığı dert
etmiyordu. Biricik Elif'i aklına geldi. Tabii ki O'nun da karnı zil
çalıyordu. "Elif'imi azıcık emzirebilseydim" dedi. Ama Elif uyuyordu;
zaten uyansa da bu soğuk havada çocuk emzirilmezdi. Kendi kendine:
"Elif uyanmadan Kastamonu'ya varabilseydim bari", dedi. Böyle
söylenirken, içindeki bir ses karşı dağdan yankılanırcasına gürledi:

– Ya sonra? Şerife Gelin şaşırdı birden. Etrafına bakındı, kimsecikler yoktu. Bu gizli ses ile cedelleşmeye başladı:

– Sonrasına Allah kerim.

Meçhul ses:

– Âmennâ! dedi, önce. Sonra da Şerife Gelin'in belki de çaresizlikten
hep görmezlikten geldiği bir gizli derdi ham bir çıbana iğne sokup
patlatır gibi deşiverdi:

– Peki Ilgaz Dağı'nı nasıl tırmanacaksın? Bu kara öküzle, bu kağnı oradan çıkar mı?

– Çıkarrrrrrr, diye bağırdı Şerife Gelin; gerçi yüküm Kastamonu'ya
kadar ama bu araba Ilgaz dağını da çıkar, Ankara'ya da varır... Cepheye
de... Şerife Gelin'in göğsü körük gibi inip kalkıyordu. Soğuktan donmak
üzere olan elleri şimdi sinirinden titriyor, iki de bir üvendireyi
elinden yere düşürüyordu. Ilgaz Dağı'nı geçilmez, aşılmaz diyen kimdi?
Az önce kendisiyle cedelleşen sesi, sesin sahibini aradı. Hiddetinden
dudaklarını kemiriyor, elindeki üvendireyi gart! gurt! diye kürtün
öbeklerine saplayıp saplayıp çıkarıyordu. Kendini korkutmaya,
caydırmaya, azmini kırmaya çalışan bu sese hınçla bağırdı:

– Heyyy! Bre çılgın ses! Hey bre meçhul korkak! Karınca fıkrasını
duymadın mı? Derler ki karınca İstanbul'dan yola çıkmış, mübarek
beldeleri görmek ister. Sormuşlar:

– "Nereye gidiyorsun?

– Hacca gidiyorum.

– Sen bu cılız gövdenle, bu çöp bacaklarınla, İstanbul'dan Hicaz'a kadar nasıl gidersin?

– Varamazsam hiç olmazsa yolunda ölürüm ya", demiş. Ben de öyle...
varamazsam yolunda ölürüm. Lâkin bu mermiler yollarda kalmaz,
bıraktığımız yerden birileri yüklenir ve cepheye mutlaka ulaştırır.
Şerife Gelin böyle söylese de, çok iyi bildiği Ilgaz Dağı'nı ve onunla
geçen hatıralarını sisli puslu camdan bakar gibi bir süre seyre daldı.
Bu seyir, ne durup bakmaya, ne bakıp görmeye benziyordu. Bir hissedişti
bu; bir duyuş, bir anlayış... Çookkk uzaklardan gelen, fırtınaya
binmiş, dağlarda yankılanan, tepelerde savrulan bir ses; kimbilir belki
de Şerife Gelin'in duymak istediği, yahut istemeden duyduğu bir ses...
Ilgaz Dağı için, oranın kendi has evladına bakınız, neler fısıldıyordu:


– Ilgaz Dağı, çilenin harman olduğu yer. Ilgaz Dağı; yetimleri,
dulları, kimsesizleri ağlatan mekân; gözyaşını kaynağında donduran
fırtına seli. Ilgaz Dağı; ümitleri söndüren, hayalleri sükûta erdiren
bir hengame...

Nice garibanın çıplak ayakla yürüdüğü bayır. Vardıkça dikleşen,
çıktıkça yokuşa vuran yollar... ve içinizdeki aşka, merhamete, sevgiye
inat acımasızlaşan dağ... Eşkıyalara taş çıkartan kurt sürüleri.
Karıyla kışıyla, geçit vermeyen engebeleriyle, Ilgaz Dağı bir muamma...
Kağnıdaki küçük Elif'in ağlaması duyuldu birden. Hıçkırıklara karışan
bu feryat, Şerife Gelin'in beynini zonklattı. Yavaş giden kağnıyı
durdurmadan düşe kalka telaşla arabanın ardına koştu. Yorganı açıp
baktı; Elif kızın sesini duyuyor, kendini göremiyordu. Gözlerini
yuvasından patlatırcasına açıp bir daha baktı. Elini uzatıp ot
kurularını karıştırdı:

– Yavrum! Elif'im, diye bağırdı.

Zavallı yavrucak otların arasındaydı. Boğuk boğuk ağlıyor, hıçkırıyor,
kendini yırtıyordu âdeta. Soğuk, dondurucu bir hal aldığı için yorganı
Elif kızın ve top mermilerinin üstüne iyice sıkıştırdı. Şerife Gelin'in
esas korkusu, top mermilerinin göçüp kaymasıydı. Bu halde zaten Elif
kız ezilir yamyassı bir et parçasından farksız hale gelirdi. Tekrar
aceleyle arabanın önüne koşup, öküzleri çekmeye başladı. Nice öne
geçenler uzaklaşıp görülmez olmuş, nice arkada kalanlar Şerife Gelin'e
yetişmiş, geçip gitmişlerdi. Kimse kendisine zimmetlenen cephaneyi
yerine teslim etmekten başka bir şey düşünmüyordu. Şerife Gelin'in
çektiği kağnı tekrar durdu. Kara öküz yine yürümüyor, başını geri geri
asılıyordu. Şerife Gelin, iyice üşümüş ağzından burnundan gelen
salyalar birbirine karışmıştı. Çene kemikleri birbirine vuruyordu.
Kağnının kara öküz tarafına geçerek "yazıklar olsun sana; çekil
boyunduruktan, çekil de ben koşulayım" dercesine bir süre baktı.
Gözleri kısılmıştı. Bütün vücut azaları titriyordu. Hiddetinden dolayı
üvendireyi kaldırdı, kaldırdı; sonra da arka üstü kardan adam gibi
göçüverdi.

Şerife Gelin, donmakta olduğunu işte o anda farketti. Yıkıldığı kar
içerisinden çabalayarak kalktıktan sonra, yine zor bela kağnı
arabasının üzerine çıkabildi. Elleri ve ayakları donma noktasına
geldiği için kağnıya binerken kaç defa kayıp yere düştüğünün sayısını
bilemiyordu. Şerife Gelin, bindiği kağnıdan öküzlere kısık sesiyle ve
belki de son defa "gah!" dedi. Sesi yavaş yavaş kayboluyordu. Elif
çatlayacak gibi ağlarken, Şerife gelinin kolu kanadı âdeta
robotlaşıyordu. Kağnı serseri bir mayın gibi, şehrin dışındaki
Kastamonu kışlasının yakınına kadar gelip orada durdu.

Kar dinmişti; Elif ağlıyordu. Anlaşılan, bütün kuşlar Elif'in yasına,
onun feryadını dinleyenlere iştirak ediyorlardı. İşte bu yüzden bu
akşam, cümle kuşlar suskun, güvercinler sanki taş kesilmiş;
sığırcıklarsa hıçkırmadan son damla gözyaşlarını içlerine
akıtıyorlardı. Besbelli ki öyle; öyle olduğu için de sükût, bu mahalle
matem gibi siyah otağını kurmuştu.

Bu kimsesiz kağnının yanına giden görevliler karşılaştıkları acıklı manzarayı şöyle not ettiler:

"Kağnı üzerinde soğuktan donan bir kadının cesedi vardı. Donmuş kadının
cesedini arabadan indirirken, yorganın altında ağlayan bir çocuk sesi
işittik... Top mermilerinin arasında, otlara sarılı eski çulların
içinde bir kız çocuğu ağlamaktan bitkin hale gelmiş, boğuk ve kısılan
sesinin sanki son feryadını ediyordu.

Hepimizin ortak kanaati şu oldu; Bu Türk anası, evladını ve top mermilerini korumak için kendini feda etmiştir."

Grup vaktinin kar üzerindeki yansıması, bu kağnının yanına gelenlerin
yanaklarından süzülen damlacıkları çiğdem rengine boyamıştı. Batan
Güneş ise, Şerifeler, Elifler, Zeynepler ve kardelenler için yeniden
doğmak üzere, kızıllığını saklarcasına karanlığın göğsünde yavaş yavaş
kayboluyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://acelya.forumakers.com
sitekurucusu
Admin
Admin
sitekurucusu


Koç
Yılan
Mesaj Sayısı : 23648
Doğum tarihi : 01/04/65
Kayıt tarihi : 17/02/08
Yaş : 59
Nerden : insanligin oldugu yerden

ŞEHİT ŞERİFE BACI Empty
MesajKonu: Geri: ŞEHİT ŞERİFE BACI   ŞEHİT ŞERİFE BACI Icon_minitimePaz Eyl. 07, 2008 4:35 pm

eddülbahir ve Conkbayır'ın büyük kahramanlarından
biride Bombacı Mehmet Çavuş 'tu. Bu kahraman Anadolu çocuğu
,İngilizlerin siperlerimize fırlattığı el bombalarını korkusuzca hemen
yakalar,karşı tarafa fırlatır ve zararını kendilerine dokundururdu.
İngilizler bunu anlamış olacaklar ki bombaları bir kaç sayı saydıktan
sonra fırlatarak Mehmet Çavuş 'un iadesini önlemeye çalışmışlardı. İşte
böyle bir bomba Mehmet Çavuş 'un elinde patlayarak sağ elinin
bileğinden kopmasına sebep olmuştu. Bu yiğit delikanlı vazife şuuruyla
hastahaneden tabur kumandanına yazdığı mektupta şöyle diyordu:

"Sağ kolumu kaybettim, zarar yok,sol kolum var. Onunla da pekala iş
görebilirim. Beni müteessir eden ve yüne kıtama iltihak edip düşmanla
çarpışmama mani olan şey yaramın henüz kapanmamış olmasıdır.

Hastahaneden kurtularak halen harbe iştirak edemediğim için beni mazur görünüz ,affedeniz muhterem kumandanım..
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://acelya.forumakers.com
 
ŞEHİT ŞERİFE BACI
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Acelya :: BIZIM YÜREGIMIZDE ÖLMEYEN SEHITLERIMZE ÖZEL KÖSE-
Buraya geçin: