Ağlayan Kaya’da Martı Sesleri
Nedense kendimi mutsuz hissettiğim bir gün. Gün hep üzerime geldi, üstümde kaldı şehrin kalabalığı. Dışına kaçtım şehrin. Şöyle İstanbul’un karanlıktan da kara, hırçın ve kayalarla dolu Karadeniz’ine doğru.
Vitesler olduğundan da güçlü, hız, sınırı aşkın, kamyonlar sürüsüne bereket. Sensizlik diplerde.
Giriş tabelasını hızla geçip, soldan plaj levhaları ve terk edilmiş biletçi kulübesinin yanından kumsala doğru gitmeli önce… Çok değişmiş her yan… Eskiden kurulan çadır yerleri barakalar… Of… Bir ton köpek dolaşmakta… Kediler uzaklarda. Yazlıkçıklarda kalma boş, başına buyruk, biri var ki ben sanki.
Kuyruğu bacakları arasında tüyleri kirlenmiş, iyi cins terk edilmiş köpek durumundayım.
Dönüp dolaşıp bakıyorum tasmasız, pencerelere
Melül bakışlarımı inleyen sesle süslüyorum duyulsun diye
Varlığım varlığınla anlaşır olmuş sahip.
Oturmuşum ıslak kumlar üzerine, kargalar gülüyor halime,
Ben kendime kaçmışım, sen benden kaçmışsın, ben üstüne gelmişim, aşıkmışım daha da ağır olmuşum.
Uçmayı tam öğrenecekken mutluluğa, bir kanadı kırık ve gözleri ağlamaktan kör, bir ayağı da topal bir garip martı olmuşum.
Issız, sessiz, dalga sesleri inceden rüzgarla geliyor.
Kum taneleri ve kumsal… Biraz burada durmalı bakmalı uzaklara…
Yakmalı bir sigara…
Hava serin… Ama yangın var içimde, yürümem lazım biraz…
Islanmalıyım… Islatmalıyım ayaklarımı… Balıkçı tekneleri çoktan hazır sefere, hava birazdan gün batımı devrilmiş, gece yürüyecek. Çakıl taşları topluyorum, deniz kestanesi, minicik midyeler kumlar arasında. Parmağım yanıyor sigaram dipte. D/üşüyorum. Kendimden, senden düşüyorum. Gözlerime değen gözlerin geliyor aklıma. Gözüm doluyor, denize senli sözüm oluyor, yüksekçe adını bağırıyorum. Gel diyorum… Gelme diyorum, gelebilsen bilebilsen, koşabilsen, kırabilsen, sevdin.. Benim olsan diyorum…
Ses vermiyor senli cümleler. Rüzgar kirpiklerimde, sözler yüreğimde, gülüşün gözlerimde. Martılar uçuyor, bakıyor şakıyor, kanadı kırık martıya ağlıyorlar.
Sesim kısılmış, gözüm ıslanmış, gönlümün kumsalında atlar koşuyor.
Çocukmuşum, dağlar başındaymışım, belki de on beş yaşım, dalmışım.
Dibindeyim yaşamın ve denizin, belime kadar batmışım sensizlik denizinde. Beklemişim deniz kızı misali, dalgalar arasından. Titriyorum, dizlerim, dişlerim birbirine vuruyor. Çenem sızlıyor, dişim ağrıyor başım ağrıyor.
Saçlarımı okşuyor bir kadın, omzuma şalını veriyor, başımı çeviriyorum.
Yok… Kimsecikler yok. Omzumda bir kara şal, kumsalda başka bir ayak izleri.
Kalbim çarpıyor, çıkacak gibi gözlerim yerinden… üç beş ayak izi ve siliniş dahası yok, düşlerin. Kendi izimle karşılaştırıyorum, az bucuk benden küçük, otuz sekiz mi otuz dokuz mu çözemeden, rüzgar alıyor belli belirsiz izleri.
Yüzün geliyor aklıma ve sözlerin, dudak kenarlarında benli tebessümlerin.
İzim kalmamış gözlerde, hiç değilse azda olsa kumsalda izim, denize karışmış g/özyaşlarım.
Sensizlik/bensizlik kalmalı yarına.
Aşk bu, olmaz kavuşmak, akmalı ayrı ayrı yarına.
Yakmalı döşü bağrı…
İnce hastalıklara yakalanmalı.
Bir yer var Ağlayan Kaya derler adına, rüzgarı bol, yosun kokusunda tuzu ağır, hüznün dip yaptığı, terk edilmiş yazlıkçı köpeklerinin ağlamaklı dolaştığı, sessizliğin dibinde... Birazda şehrin üstünde. Bakar yücelerden evlere ocaklara ve kapkara denize.
Seyre gelenler yaşam yorgunu, düşleri yarım kalmış, gecesi zifiri karanlık, yıldızları parlamaz, arada sönen bir yer. Hatta, ayda bazen ruh halinden mehtaba dönmezmiş oralarda.
Dedik ya Ağlayan Kayaymış adı. Yüksek mi yüksek, eser mi eser… Denize doğruda salınıvermiş. Dağdan küçük, tepeden büyük, atlasan düşecek gibisin denize doğru. Ağırlığınca yerinde, rüzgarla ağlayıp durmakta.
Sahi ben de ağır gelir miydim? Sevdam ağır mı kalırdı, yoksa ağır sevdam mı ezerdi sevdiğimi.
Bir müzik geldi kulağıma… Biraz ötede sarmaş dolaş olmayı unutmuş iki sevdalı, birazda kırgın, küskün ve hatta kavgalı. Acılara tutunmak adlı şarkıyı çalıyordu teknoloji harikası cep telefonu.
Acılara nasıl tutunur insan. Acılı anında tutunmayı anlarımda, birlikteyken acılara tutunmayı hiç anlayamam doğrusu. Ha birde ne bilir martı bu incelikleri.
Oysa üç beş gün öncesine kadar cıvıl cıvıldı her yan. Yazlıkçılar seyre gelir, deniz insanı çeker, güneş yakardı hep. Şimdi geride kalan, mahzun yazlıkçı köpekleri, birde yaşamın kaçamağında bitmiş, bitecek, yeni başlamış, şehir kaçkını kimseler.
Anlık bakışlarım geriye doğru, umdukça yüreğim.
Saçları kıvırcık ve esmer, yanağında gamzeler, doğmamış kızım…
Uçsam diyorum şuralardan aşağı hem de kanatsız,
Salsam düşlerimi buz gibi sulara ve çarpsam sensiz başımı kayalara…
Aklım(a) gel(m)iyor(sun).