sitekurucusu Admin
Mesaj Sayısı : 23648 Doğum tarihi : 01/04/65 Kayıt tarihi : 17/02/08 Yaş : 59 Nerden : insanligin oldugu yerden
| Konu: 24 Eylül 2008 Carsamba ~ Günün hikayesi Çarş. Eyl. 24, 2008 5:33 am | |
| Kulübe
Dışarıda serin bir rüzgar esiyordu. Artık üşümeye başlamıştı. Kahverengi, ayı kürkünden yapılmış paltosuna daha da sarılarak hızlanmaya başladı. Burnuna güvenirse, havadan aldığı koku bu gece kar yağışının başlayacağını belli ediyordu. Az ilerde kulübesi gözükünce, ister istemez bir gülümseme yayıldı yüzüne. Artık biraz ısınabilirdi işte. Sabahtan beri dışarıdaydı ve gökyüzünde ayın konumuna baktığında, artık saatin gece yarısına yaklaştığını görebiliyordu. Yorgundu ve üşümüştü. Ama olsun, buna değerdi işte. Uzun süredir hasret kaldığı bir şeyi gerçekleştirmişti. Yıllar önce çocukken de böyle sabah güneş doğarken kalkar ve dışarı çıkardı. Ve yine yaklaşık bu saatlerde şimdi yaklaştığı, eskiden anne ve babasının içeride onu güler yüzle karşıladıkları, onun için her zaman sıcak tuttukları eve geri dönerdi. Ama artık onlar yoktular ve kulübenin ışıkları artik kendisi olmadığı zamanlarda sönüktü. Kapıya elini uzattı ve içeri girdi. Cebinden çıkardığı kibritle tavana asılmış olan gaz lambasını yaktı. Ardından şömineyi tutuşturmak için şömineye bir kaç çıra yerleştirdi başka bir kibritle onları da yaktı. Hafiften nemlenmiş odunlar yanmamak için naz yapsalar da, sonunda ateşin hükmüne boyun eğecek ve bu güzel kulübeyi ışığa ve sıcaklığa boğacaktı. Aynen eskiden olduğu gibi. Eskiden bu iki odalı kulübe de bir odada otururlar ve yatmak için ayrılırlardı. Oturdukları odada herkesin yeri belliydi. Babanın yeri başköşedeki koltuktu her zaman. Bazen babası bir iş için köye indiğinde gece orada kalırdı. Çünkü köy merkezinden biraz uzak sayılırdı sıcacık kulübeleri. İşte o anlarda kendisi geçerdi bu köşeye, annesinin sıcacık gülümsemesi ile. Annesi ise şöminenin yanındaki sallanan sandalyedeydi her zaman. Sevgiyle koltuğunda oturan beyini seyredecek şekilde çevirirdi sandalyesini. Daha doğrusu koltuğun yanında aynı zamanda oğlunun yatağı olan divan da oturan oğlunu ve beyini aynı anda görebilecek şekilde otururdu. Beyi öldükten sonra, annesini çoğu zaman o koltuğa bakıp, hatıralara dalarken gördüğü olurdu. Zaten son nefesini de o koltukta vermişti anne. Aynı şekilde bir gün hatıralara dalmışken, gözünden bir damla yaş süzülmüştü. Oğlu bunu görünce kalkıp annesine sarılmış ve onu sevdiğini söylemişti. Annesi de “Bende seni seviyorum oğul, bunu sakin unutma emi!” demiş ve bunu söylerken oğlunun yüzünü okşamıştı. İşte o okşama sırasında oğul, annesinin bu sefer onu son kez okşadığının farkındaydı. Kelime-i Şahadet getiren anne, beyinin koltuğuna bakarak hayatın son anını tamamlamıştı. Normalde orada yaşamıyorlardı o sırada. Baba öldükten sonra, oğul eve ekmek getirmek için, köyde çalışmaya başlamıştı. Daha gençti, 17 sine yeni basıyordu. Ne iş bulsa yapıyor ve annesine elinden geldiğince rahat bir yaşam sürdürüyordu. Bu yüzden hafta içi çalışırken köyde kalıyor, hafta sonu annesine ihtiyaçlarını götürüyordu. Bir kaç yıl sonra dayanamamış ve annesini de yanına almıştı. Ana yüreği, her ne kadar gelin olarak geldiği bu evden ayrılmak istemese de oğlunun isteğine boyun eğmişti. O da üzülüyordu böyle ayrı yaşamalara. Yıllar geçti ve çocuk artık iyice büyüdü. İşleri de genişlemişti. Bu yüzden köyde küçük gelmeye başladı ve bunun ardından anasını da alıp, şehre taşındı. Orada bulduğu bir kızla evlenerek, anasına oğlunun muradını göstermişte oldu. Ana bütün bu olanlara her ne kadar sevinse de o küçük kulübe gözünde tütüyordu. Oğul her sene iki hafta anasını da alarak o kulübede yaşamaya gidiyordu. Yıllar geçtikçe her sene gidiyorlardı. Torunu 5 yaşını geçtikten sonra arada onu da götürmeye başlamışlardı. Ama bir senesinde ana oğul gidilmiş ve sadece oğul geri dönmüştü. Anasının ölümünden sonra, oğul annesini babasının yanına köyün mezarlığına defnetmeye karar vermişti. Yıllar süren ayrılıktan sonra bir kez daha bir araya gelmeleri için. O seneden sonra oğul, şimdi baba olan ve ona oğul diyen kimse kalmamış kişi, artık oraya uğramamaya başladı. Gidemiyordu oraya. İçi el vermiyordu. Ana ve babasını, o evde kaybetmişti. Artık cesareti kalmamıştı oraya gitmeye. Ama bu sene gelmişti işte. Biraz geçmişi hatırlamak için, biraz temiz hava almak için gelmişti buraya. Çocukluğunda olduğu gibi, kulübenin etrafında yer alan ormanda ava çıkmış ve gece geç saatlerde geri dönmüştü. Şömineyi yakmış ve divanındaki yerine oturmuştu. Babası öldükten sonra onun koltuğuna hiç oturmamıştı. Artık bu işin komik bir yanı kalmamıştı çünkü. Anası öldükten sonra da ilk defa uğruyordu zaten oraya. Divanın köşesine oturmuş ve onların ruhlarının oturduğu koltuk ve sandalyeyi izlemeye başlamıştı. Onlarla konuşuyordu şu anda. Uzun süredir gelemediği için özür diliyordu. İşlerinin yoğunluğundan şikayet ediyordu. Hep o işlere suçu atıyor ve tekrar tekrar özür diliyordu. Annesinin ve babasının ise kendisine kızgınlığı olmadığını, aynı sıcak gülümsemeyle ona baktıklarını düşünüyordu. Bu şekilde konuşmaya devam ediyor ve eskiden olduğu gibi onların konuşmalarını dinliyordu. Ayni eskiden olduğu gibi yavaş yavaş divanına uzanıyor ve sesleri kulaklarında yer alırken uykuya dalıyordu. Bir anda uyandı. Karısının yanında nefes alışverişini duyuyordu. Şehirdeki evindeydi ve işe gitme vakti gelmişti artık. Her sabah kalkıyor ve bu saatte işe gidiyordu. Rüyasını hatırladı ve iç çekti. Her sene bu zamanlarda, bahar ortalarında, gördüğü rüyayı tekrar görmüştü. Gözleri yaşarmış ve hatıralar düşüncelerini ele geçirmişti. O hatıralarda yaşarken, kalktı, yüzünü yıkadı, tıraşını oldu, üstünü giyindi ve bari bu yaz oraya bir kaç haftalığına gitmek için kendi kendisine ve hatırasındaki anne ve babasına söz verdi, her sene bu rüyayı gördükten sonra söz verdiği gibi.
| |
|